Misafir Öğrenci

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,511
Tepkime Puanı
190
Puanları
63
Yaş
50
Sıradan bir okul gününün ikinci ders saatiydi. Sınıfın kapısı açıldığında tüm öğrenciler kafalarını önlerinde açık duran kitaplarından kaldırmış merakla öğretmenimizin omuzlarından tutarak içeri girmesi için nazikçe yönlendirdiği misafir öğrenciye bakıyorlardı. Aklımdan geçen ilk düşünce onun yerinde olmayı hiç istemediğimdi. Hayır, henüz onun bizi göremediğini bilmiyordum. O yıllarda çok fazla arkadaşı olmayan, oldukça utangaç ve kendine güvenmeyen bir çocuktum. Öğretmenimiz beni basit bir matematik problemini çözmek için tahtaya kaldırdığında tüm gözlerin üzerimde olması benim için son derece rahatsız ediciydi. Bildiğim her şeyi unutuyordum o anda. Terli ellerime bulaşan tebeşir tozlarının kokusu adeta nefesimi kesiyor, problemi zar zor çözdükten sonra bakışlarımı sınıfın zemininden bir an olsun kaldırmadan karnıma saplanan şiddetli bir ağrı ve kıpkırmızı bir yüzle oturduğum sıraya geri dönüyordum. İşte o an aklımdan geçenler bunlardı.

Bütün ilgiyi üzerine toplayan bu yeni gelen çocuğun hiç çekinmeden ve arka sıralarda oturan kimilerinin kıkırdamasına yol açan gür bir sesle “Günaydın arkadaşlar” demesini muhtemelen en çok ben yadırgamıştım. Öğretmenimiz o gün her zamanki sıra arkadaşımın geçirdiği soğuk algınlığı nedeniyle okula gelememiş olması yüzünden yanımdaki boş olan yere bu misafir öğrenciyi oturttu. Artık sınıftaki herkes bütün gün boyunca bizi izleyecekti. “Merhaba, ben Alp”, diye bir ses duydum hemen sol yanımda. Muhtemelen bana söylenmemiş olduğunu varsayarak öncelikle duymazdan geldiysem de sol koluma dokunan bir el aniden irkilmeme yol açmıştı. “Merhaba”, diyebildim sadece yüzüne bile bakamadan. Sonra da bir anlık cesaretle kafamı çevirip yüzüne baktım ve gözlerini fark ettim. İlk o zaman anlamıştım hiç göremediğini. Yüzümde nasıl bir ifade oluştuğunu bilmiyordum ama bunu görmemiş olduğu için herhangi bir sorun yoktu.

Öğretmenimiz bize kısaca yeni sınıf arkadaşımızı ismiyle takdim ederek, hangi okuldan ve neden geldiğini açıkladı. Birkaç ay sürecek bir çalışma yapılacaktı ve Alp bu süre zarfında bizlerle aynı sınıfta ders görecekti. Öğretmen bu süreçte hepimizin ona yardımcı olacağına inandığını söyleyerek her zamanki gibi ders anlatmaya koyuldu. Alp’in sınıfa bu kadar kısa bir sürede uyum sağlayabileceğini tahmin edemezdim, aslında kimse edemezdi. Yanındaki tahta bir kutuya benzeyen çantadan bir tablet, bir parça karton ve ucunda bir çivi olan yumurta gibi bir tahta parçası çıkardı. Sonra da tıkırtılar çıkarak hızla yazmaya koyuldu. Sınıftakilerin ilk defa gördüğü bu kabartma yazıya ilgi büyüktü. Alp bir hafta kadar sınıftaki herkesin adının kabartma harflerle yazıldığında neye benzediğini göstermek zorunda kalacaktı. Yanı sıra sınıftakilerin “Hiç mi görmüyorsun?” ya da “Bir daha göremeyecek misin?” gibi anlamsız sorularını da sabırla ve kızgınlık belirtisi göstermeden cevaplayacaktı. Belki de bu sorulara alışmıştı çoktan beridir. Sınıftakilerin Alp’e gösterdiği ilk günlerdeki yoğun ilgi yavaşça kaybolurken aramızda filizlenen dostluk da giderek güçleniyordu.

Alp’e tuhaf sorular sormayan, daha doğrusu hiç soru sormayan biri olarak onun tarafından belki de daha az can sıkıcı bulunmuş olabilirim. Ayrıca teneffüslerde Alp’in koluna girip onu istediği yere, örneğin kantine, yemekhaneye ya da tuvalete götürmemi istediğinde de hayır diyemeyecek tek kişiydim. Benim açımdan da Alp iyi bir arkadaştı çünkü konuşurken beni gerçekten dinlediğine ikna olduğum tek kişiydi o. Hayalperest bir çocuk olarak anlattığım uyduruk hikâyeleri ilgiyle dinleyen birini bulmuşken niye onunla arkadaş olmayacaktım ki zaten neredeyse hiç arkadaşım yoktu. Bir gün okul bahçesinde yanımıza gelen haylaz bir çocuk bana, “Arkadaşına sorsana hangi takımı tutuyormuş?” diye sorduğunda, cesaretle “Neden ona sormuyorsun? Belki görmüyor ama konuşabiliyor!” dediğimde Alp’in küçük bir kahkaha attığını duyarak şaşırmıştım. Onu bu şekilde savunmam sadece hoşuna gitmekle kalmamış, bana olan güvenini de pekiştirmişti.

Alp, genellikle sessiz ve sakin bir çocuk olan beni konuşkan ve yerinde duramayan bir çocuğa dönüştürmüştü. “Anlat”, diyordu sıklıkla, “Okul bahçesinde şu anda neler oluyor? Anlat bakalım.” Ve ben gördüklerimi sadece en ufak ayrıntısıyla anlatmakla kalmayıp fantastik bazı ögeler de ekleyerek ona aktarıyordum. “Şu anda bizim sınıftan şişman bir çocukla, komşu sınıftan sarışın bir çocuk kavga ediyor. Sarışın olan diğerini bir yumrukta yere serdi. Hatta şu anda yerlerde yuvarlanıyorlar. Hepsinin üstü başı çamur oldu. İşte okul müdürü de geliyor. İkisinin de kulaklarından tuttu, çekiyor, çekiyor. Birinin kulağı uzadı, uzadı, tıpkı sakız gibi. Öyle kaldı o kulak. Sonra diğerinin kulağından tuttu müdür, bu çocuğun kulağı da amma sağlammış ha, çocuğu havaya kaldırdı, evet, şu anda havada asılı durumda disipline götürüyor çocuğu…”, ve bunun gibi bir sürü hikâye.
Derken Alp, oyunlara da katılmaya başladı. Okulda oynadığımız oyunlardan birinde arkadaşımızın arkasından sinsice yaklaşıp avuçlarımızla gözlerini kapar ve sorardık: “Ben kimim? Tanıdın mı?” Alp herkesi sesinden kolaylıkla ayırt edebiliyordu. Tanıdığı sınıf arkadaşlarının yüzünü görmeye de ihtiyaç duymamıştı çünkü her sabah yapılan yoklamalar sırasında her birimizin sesini adıyla öğrenmişti. Yakan top oynayabileceği kimin aklına gelebilirdi ki. Görmeden yaptığı vuruşları ya da mükemmele yakın kaçışları ile yine ilgi odağı olmuştu. “Çünkü”, diyordu, “Siz benim gibi duymuyorsunuz, ben duyarak görüyorum aslında”.
Bunun nasıl mümkün olduğunu sorduğumda bana, “Haydi gel, sınıfa gidelim ve sana da göstereyim” dedi.

Teneffüs olmasına rağmen sınıfa girip oturduk. Zil çalarken öğrenciler yavaş yavaş sınıfa dolmaya başladı. Sınıfın kapısı açılıyor ve birer ikişer sınıfa girenler oluyordu. Ve Alp kapı açıldığında içeri kimin ya da kaç kişinin gireceğini yanılmadan söyleyebiliyordu. “Bak işte Şermin geliyor, yanında da sıra arkadaşı Şule”, ya da “Şimdi içeri tam beş kişi girecek”. İnanılmaz geliyordu kulağa ama bunu gerçekten de yapabiliyordu Alp. Bize göre tıpkı duvarın ötesini x-ışınlı gözleriyle gören süper kahramanlar gibi görünse de aslında Alp bazı duyularına bizden daha fazla güvenmeyi öğrenmişti zaman içinde. Ona anlattığım olağanüstü olayların ne kadarının gerçek olmadığının da farkındaydı şüphesiz. Ama bana bir kez bile olsun, “Uyduruyorsun”, dememişti bana. Uydurmak, yalan söylemek gibi kötü bir şey değildi. Herkes yalan söyleyebilirdi ama gelgelelim kalkıp uyduruk ve eğlenceli bir hikâye de anlatamazdı. Ne hikâye anlatmayı bana sevdiren Alp ne de ben, günün birinde bir yazar olup hikâyelerimi başkalarına da anlatmayı sürdüreceğimi düşünmemiştim o zaman. Eğer şu an bu öyküyü okuyorsanız, bilin ki bunda Alp’in de payı var.

Bir gün teneffüs zilinin çalmasına dakikalar kala tuhaf bir istekte bulundu Alp, “koşmak” istiyordu. Öğrencilerin teneffüslerde en fazla ve çoğu zaman amaçsızca yaptığı bu uğraşın ona neden çekici geldiğini anlayamamıştım ama isteğini her zamanki gibi onaylayacaktım. Tıpkı sınıfa geldiği ilk gün öğretmenimizin yaptığı gibi, arkama geçip ellerini omuzlarıma koydu. “Koş bakalım”, dedi sonra. Koştum. Önceleri omuzlarımı tutan elleri bir anda kayıp gidiyor ve kaybolmuş bir şekilde bahçenin orta yerine duruyordu, ta ki ben koşarak yanına gelene kadar. Bıkmadan ellerini omuzlarıma yerleştirip yeniden koşturmaya başlıyorduk. Zaman içinde Alp iyi bir koşucu olmuştu. Üstelik birkaç kez korkutucu bir şekilde düşmesine rağmen koşmayı denemekten hiç vazgeçmemişti. Koşarken ona etrafımızda neler olduğunu da anlatıyordum, “Şimdi önümüzde büyük bir ağaç var, sola dönünce revir binasının duvarıyla karşılaşacağız. Duvardan sağa döndük, şimdi önümüzde küçük bir tümsek var, sonra bahçe duvarına kadar hiçbir engel yok. Oradan sola dönünce de ana kapıya kadar durmadan koşabiliriz” Günün birinde Alp’in yanında ben olmadan da bu bahçede koşabileceğine inanıyordum.

Resim dersinde boya kalemlerimi ödünç alarak çizdiği resimler daha çok geometrik desenlerden ibaretti. Renkler konusunda da seçici değildi ama hangi renkle devam etmesi gerektiği konusunda ona yardımcı olacak biri vardı yanında en azından. “Şimdi sana yeşil kalemi veriyorum”, diyordum. Kalemi kokluyordu çizime devam etmeden önce. Asıl tuhaf olan yaptığı desenleri renkleriyle hatırlayıp anlatabilmesiydi. Ben çizdiğim bir resmi gözlerimi kapattığımda tarif edemezken o bunu çok az hatayla yapabiliyordu. Bana en çok sevdiğim rengi sorduğunda “Kırmızı” demiştim pek fazla düşünmeden, “Bayrak rengidir kırmızı”. Ve bayrak dikdörtgendi. Bunun gibi her şeklin değişmeyen belli bir rengi olabileceğini düşü hayal ederdim ve böylece Alp de benim gibi renkleri dokunarak görebilir diye düşünürdüm.

Alp’in müzik kulağı var mıydı bilmiyorum ama şarkı söylemeyi sevdiğini hepimiz çok iyi biliyorduk. Bazı günler bahçede gür sesiyle şarkılar söylediğinde tek şikâyetçi olduğum şey kız öğrencilerin bize bakıp gülüşmeleriydi. “Dört kız bize bakıp gülüyor Alp. Hatta kızlardan biri gülerken küçük dilini yuttu şu anda. Yanındaki arkadaşı kızın yuttuğu dili çıkarmaya çalışıyor. Evet, çıkardılar dili, kocaman bir şey, hiç de küçük dil denmeyecek kadar büyükmüş meğerse. Senin çantan kadar filan işte”. Okul bahçesindekiler bizi tuhaf bir ikili gibi görüyor, belki de alay bile ediyorlardı. Fakat bir süre sonra artık diğerlerinin bakışlarından rahatsız olmamaya başladım. Alp yanımda olduğu sürece umurumda bile değildi bu. Alp belki tam olarak yanımda değildi ama çoğu zaman arkamdaydı ve onu göremesem de bir güven hissi yaratıyordu.

Alp birçok öğrenciye göre hem zeki, hem de çalışkan bir öğrenciydi. Derste sürekli parmak kaldıran ve her soruya verecek iyi ya da kötü bir cevabı olan tek öğrenciydi diyebilirim. Öğretmenimizin sorduğu sorulara eskiden yanıt vermekte çekimser kalan ben sıklıkla Alp’in ısrarıyla parmak kaldırıyordum artık. Hatta ben parmak kaldırmadığımda o kolumu tutup kaldırıyordu diyebilirim, çünkü ben bilmesem bile o doğru cevabı mutlaka biliyordu. Çoğu zaman bilgi yarışmasına katılmış bir ekip gibiydik. Hatta sıklıkla öğretmenimizin soruyu kime yönelttiğini bilmeden yüksek sesle cevap veriyordu. Bu nedenle Neriman öğretmen bir süre sonra bize bir soru sormadan önce soruyu kime sorduğunu belirtme alışkanlığı edindi. Herkese yeni bir şeyler öğreten Alp öğretmenimize bile yeni bir alışkanlık kazandırmıştı.

Haftalar sonra sınıfta hiç kimse çantalarını sıralar arasında kalan boşluklara bırakmıyordu, Alp takılıp düşmesin diye. Pencereler ve kapılar asla aralık bırakılmıyordu, Alp çarpıp yaralanmasın diye. Ve kimse “kör” sözcüğünü kullanmıyordu artık. Alp’e öyle çok alışmıştık ki günün birinde geldiği okula geri döneceğini tamamen unutmuştuk. Fakat kaçınılmaz olan o gün de gelip çattı ve Alp tıpkı geldiği gün yaptığı gibi gür bir sesle “Hoşça kalın arkadaşlar”, diyerek bizlere veda edip gitti. Sıra arkadaşım ve dostum Alp bugün nerede ve ne yapıyor bilmiyorum ama onu göremesem de hala ellerini omuzlarımda hissedebiliyorum. Bana “Koş” diyor, “Haydi daha hızlı koşalım”. Ve koşuyorum.


Yazan: Okan Akkoyunlu

Kısa Özgeçmiş:

"1974 yılında İstanbul’da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Dost Koleji’nde tamamladım. İstanbul Üniversitesi, İşletme Fakültesi’nde işletme eğitimi aldım. Eğitim dönemimde aktif satış, pazarlama ve muhasebe alanında stajlar ve bir halkla ilişkiler ajansında koordinatör asistanlığı yaptım. Bir bankanın denetim kurulunda stajyer müfettiş olarak başladığım bankacılık kariyerimi resen yetkili müfettiş olarak noktalayarak çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalışmayı sürdürdüm. Bölgesel bir internet fihristi projesinin tanıtım ve satış ekibinin eğitiminde ve ayrıca çeşitli internet sitelerinin metin içeriğinin oluşturulmasında rol aldım. Finans ve sigorta sektöründeki bir dergi grubu bünyesinde beş farklı dergide muhabirlik, çevirmenlik ve araştırmacı yazarlık yaptım. Öykülerim son 2 yıl içinde, Öykü Teknesi (sayı: 23) ve Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi (sayı:46) adlı yayınlarda yer aldı. Türkiye’de korku, fantezi ve bilim kurgu gibi alternatif edebiyat türlerinin daha çok okunması ve yaygınlaşması adına internet ortamında yayınladığım öyküler, makaleler, eleştiri ve tanıtım yazılarıyla destek olmaya çalışıyorum. Blog yazarlığı dışında çeşitli günlük gazeteler ve dergiler için düzenli olarak makaleler yazmaya ve çeviriler yapmaya devam ediyorum."
 
Tekerlekli Sandalye
Üst