“İnsanlar yaptıklarından çok yapmadığı şeylerden sorumludur.!”
Popüler kültürün bize “farkındalık yaratma” adıyla dikta ettiği tüm özel gün ve haftalara karşıyım. Bu karşıtlığımın temelinde salt muhalif olup farklı şeyler söylemekten ziyade, bu özel günlerde yaşamı boyunca 3 maymunu oynanan insanların 2 yüzlülüğünü tamda bu günlerde göstermelerinden kaynaklanıyor.

İtiraf edeyim, bu özel günlerde insanların efsunlu bir hal içerisinde kendilerini, gerçekte olduğundan farklı gösterme cabaları bana tiksindirici gelse de garip bir şekilde bu ikircikli tavrın tirajı komik yanlarını görüp eğlendiğim anlarda olmuyor değil. Sizi bilmem ama benim küçük şeylerden mutlu olan, keyif alan bir yanım var. Bir düşünün, bu hayatta, çok yakından tanıdığınız ve yaşamı boyunca Cuma namazı kılmayan birinin her Cuma ölümüne bir inatla fesbukta “cumanız mübarek olsun” mesajı atmasından daha komik ne olabilir ki?
Özel günlere dair bu kısa girişten sonra gelelim asıl mevzumuz olan bugüne. Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Bu güne ilişkin söylenecek yazılacak çok şey var. Onlara geçmeden önce hazır eğlenmek, keyif almak demişken, bu keyif halini kesintiye uğratmadan yavru kutup ayısının konumuza ışık tutacak hikâyesine göz atalım.
Yavru kutup ayısı babasına sorar
Konuya ilk giriş cümlemde “İnsanlar yaptıklarından çok yapmadığı şeylerden sorumludur.!” Demiştim. Tek başına okununca anlaşılmayan ve öksüz kalacağına inandığım bu cümleyi biraz açayım.
Vicdan dediğimiz şey ne yapsak kaçamayacağımız yargıçtır.! Yaşınız, eğitiminiz, sosyal statünüz ne olursa olsun evrende yaşanan tüm olumsuzluklara karşı bir tavır almanız gerekir. Kültürel kodlarımıza işlemiş, “bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, suya sabuna dokunma” anlayışı pratikte ağrısız başım tuzsuz aşım gibi görünse de, şahit olduğunuz, duyduğunuz, gördüğünüz her haksızlık karşısında sessiz kalışınız da vicdanınız sizi mahkum edecektir. İşte bu sebepten kendimce insanların yaptığı şeylerden çok yapmadığı eylemler karşısında suçlu olduğunu düşünürüm.
Engelli rampasının önüne park eden araç sahibine “oraya park etmemesi gerektiğini” söylemediği(m)iz için en az onun kadar suçluyuz.!
Yada bir asansörün önünde öncelik kendisinde olduğu halde çaresiz, savunmasız olduğu için kendisine sıra vermeyen insanlara tepki vermediği(m)iz için en az onlar o kadar suçluyuz.!
Bu örneklemleri, Sheakspeare’nin Tiratları kadar uzatabilirim. Meramımı anladığınız varsayarak okuru sıkmamak adına listeyi uzatmadan burada keserek sonuca geliyorum. Kuvvetle muhtemeldir ki diğer özel günlerde olduğu gibi engelliler gününde de insanların sergilediği bu ikircikli tavrın arkasında yatan neden, müebbette mahkûm olmuş vicdanların biricik kaçış noktası olarak görülmesidir.
Hiç mi iyi şeyler olmaz bu ülkede?
Konuya nereden baktığınıza göre değişen bir durumdur. Engellilerin bundan 10 yıl önceki durumunu düşünürseniz elbette ki sosyal yardımlar da, eğitim, iş olanakları açısından bir ilerleme var. Ve fakat her şeyde olduğu gibi bu mevzuda da olayı kendi içinde değerlendirdiğimizde yanılgıya düşeriz. Saatte 50 metre yol giden bir kaplumbağa da kendine göre yol kat etmiş sayılır. Dolayısıyla 10 yıl öncesinin Türkiye’si ile bugünün Türkiye’sini karşılaştırmak sadece siyasetçilerin halkı kandırma taktiğidir. 2015 Yılının dünyasında (dünyalı olduğumuz için) kendi gelişimimizi test edeceksek 10 yıl öncesinin Türkiye si ile bu günün Türkiye sini karşılaştırmak yerine dünyada başka ülkeler nereden nereye gelmiş ona bakarak bir değerlendirmede bulunabiliriz ancak.
2015 Yılının Türkiye’sinde kamu binalarının %99 engellilerin erişime uygun değilse, cadde ve sokaklarımızın %81’i tekerlekli sandalye kullanıcıları için uygun değilse, toplu taşım araçlarının %60’ı engellilerin kullanımı için uygun değilse, kimse bana engellilerin eşit yaşam hakkından bahsetmesin.!
Siyasetçilerin her fırsatta engellilerin başına kaktığı “sosyal yardımların ” dünyanın başka ülkeleriyle karşılaştırıldığında bu yardımların Avrupa ülkelerine göre, çocuğa verilen lolipop şekerinden farksız olmadığını göreceksiniz.
Toparlayacak olursak, yazıp çizdiklerimin iç karartıcı şeyler olduğunun dahası kimseyi hoşnut edecek şeyler olmadığının farkındayım. Zaten bu yazıyı kaleme alırken insanları hoşnut edip rahatlatmak gibi bir derdimde yoktu. Yazıp çizdiklerimi öfkeyle söylenmiş sözler olduğunu düşünüp düşünmemek size kalmış bir şey.
Yazıma son verirken bir engelli olarak birazda aynayı kendi(mi)ze tutup, biz engellilerin vurdumduymaz, bencil, kör sağır hep bana tavrına bakalım. Bizim içinde bulunduğumuz bu karamsar tabloda sadece siyasetçiler, STK ların, karar mekanizmalarda olanlar değil bizim vurdumduymaz tavrımızın da olduğunu belirtmek isterim. Ne yazık ki bugüne kadar biz engelliler bizi ilgilendiren konuların tamamında oyun kurucu olarak değil, oyunun bir parçası olarak yer aldık. Bu mevki belirmesinde bize biçilen rol “oyun kurucu olmak” yerine oyunun bir parçası olarak belirlenmişse, bunda bizim iyi oyuncu olmadığımız sonucunun çıktığını da üstüne basa basa hatırlatırım.
Popüler kültürün bize “farkındalık yaratma” adıyla dikta ettiği tüm özel gün ve haftalara karşıyım. Bu karşıtlığımın temelinde salt muhalif olup farklı şeyler söylemekten ziyade, bu özel günlerde yaşamı boyunca 3 maymunu oynanan insanların 2 yüzlülüğünü tamda bu günlerde göstermelerinden kaynaklanıyor.

İtiraf edeyim, bu özel günlerde insanların efsunlu bir hal içerisinde kendilerini, gerçekte olduğundan farklı gösterme cabaları bana tiksindirici gelse de garip bir şekilde bu ikircikli tavrın tirajı komik yanlarını görüp eğlendiğim anlarda olmuyor değil. Sizi bilmem ama benim küçük şeylerden mutlu olan, keyif alan bir yanım var. Bir düşünün, bu hayatta, çok yakından tanıdığınız ve yaşamı boyunca Cuma namazı kılmayan birinin her Cuma ölümüne bir inatla fesbukta “cumanız mübarek olsun” mesajı atmasından daha komik ne olabilir ki?
Özel günlere dair bu kısa girişten sonra gelelim asıl mevzumuz olan bugüne. Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Bu güne ilişkin söylenecek yazılacak çok şey var. Onlara geçmeden önce hazır eğlenmek, keyif almak demişken, bu keyif halini kesintiye uğratmadan yavru kutup ayısının konumuza ışık tutacak hikâyesine göz atalım.
Yavru kutup ayısı babasına sorar
- - Baba benim annemde kutup ayısıymıy dı?
- - Evet oğlum senin annende kutup ayısıydı
- - Peki onun annesi?
- - Oda kutup ayısıydı
- - O zaman ben niye üşüyorum?
Konuya ilk giriş cümlemde “İnsanlar yaptıklarından çok yapmadığı şeylerden sorumludur.!” Demiştim. Tek başına okununca anlaşılmayan ve öksüz kalacağına inandığım bu cümleyi biraz açayım.
Vicdan dediğimiz şey ne yapsak kaçamayacağımız yargıçtır.! Yaşınız, eğitiminiz, sosyal statünüz ne olursa olsun evrende yaşanan tüm olumsuzluklara karşı bir tavır almanız gerekir. Kültürel kodlarımıza işlemiş, “bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, suya sabuna dokunma” anlayışı pratikte ağrısız başım tuzsuz aşım gibi görünse de, şahit olduğunuz, duyduğunuz, gördüğünüz her haksızlık karşısında sessiz kalışınız da vicdanınız sizi mahkum edecektir. İşte bu sebepten kendimce insanların yaptığı şeylerden çok yapmadığı eylemler karşısında suçlu olduğunu düşünürüm.
Engelli rampasının önüne park eden araç sahibine “oraya park etmemesi gerektiğini” söylemediği(m)iz için en az onun kadar suçluyuz.!
Yada bir asansörün önünde öncelik kendisinde olduğu halde çaresiz, savunmasız olduğu için kendisine sıra vermeyen insanlara tepki vermediği(m)iz için en az onlar o kadar suçluyuz.!
Bu örneklemleri, Sheakspeare’nin Tiratları kadar uzatabilirim. Meramımı anladığınız varsayarak okuru sıkmamak adına listeyi uzatmadan burada keserek sonuca geliyorum. Kuvvetle muhtemeldir ki diğer özel günlerde olduğu gibi engelliler gününde de insanların sergilediği bu ikircikli tavrın arkasında yatan neden, müebbette mahkûm olmuş vicdanların biricik kaçış noktası olarak görülmesidir.
Hiç mi iyi şeyler olmaz bu ülkede?
Konuya nereden baktığınıza göre değişen bir durumdur. Engellilerin bundan 10 yıl önceki durumunu düşünürseniz elbette ki sosyal yardımlar da, eğitim, iş olanakları açısından bir ilerleme var. Ve fakat her şeyde olduğu gibi bu mevzuda da olayı kendi içinde değerlendirdiğimizde yanılgıya düşeriz. Saatte 50 metre yol giden bir kaplumbağa da kendine göre yol kat etmiş sayılır. Dolayısıyla 10 yıl öncesinin Türkiye’si ile bugünün Türkiye’sini karşılaştırmak sadece siyasetçilerin halkı kandırma taktiğidir. 2015 Yılının dünyasında (dünyalı olduğumuz için) kendi gelişimimizi test edeceksek 10 yıl öncesinin Türkiye si ile bu günün Türkiye sini karşılaştırmak yerine dünyada başka ülkeler nereden nereye gelmiş ona bakarak bir değerlendirmede bulunabiliriz ancak.
2015 Yılının Türkiye’sinde kamu binalarının %99 engellilerin erişime uygun değilse, cadde ve sokaklarımızın %81’i tekerlekli sandalye kullanıcıları için uygun değilse, toplu taşım araçlarının %60’ı engellilerin kullanımı için uygun değilse, kimse bana engellilerin eşit yaşam hakkından bahsetmesin.!
Siyasetçilerin her fırsatta engellilerin başına kaktığı “sosyal yardımların ” dünyanın başka ülkeleriyle karşılaştırıldığında bu yardımların Avrupa ülkelerine göre, çocuğa verilen lolipop şekerinden farksız olmadığını göreceksiniz.
Toparlayacak olursak, yazıp çizdiklerimin iç karartıcı şeyler olduğunun dahası kimseyi hoşnut edecek şeyler olmadığının farkındayım. Zaten bu yazıyı kaleme alırken insanları hoşnut edip rahatlatmak gibi bir derdimde yoktu. Yazıp çizdiklerimi öfkeyle söylenmiş sözler olduğunu düşünüp düşünmemek size kalmış bir şey.
Yazıma son verirken bir engelli olarak birazda aynayı kendi(mi)ze tutup, biz engellilerin vurdumduymaz, bencil, kör sağır hep bana tavrına bakalım. Bizim içinde bulunduğumuz bu karamsar tabloda sadece siyasetçiler, STK ların, karar mekanizmalarda olanlar değil bizim vurdumduymaz tavrımızın da olduğunu belirtmek isterim. Ne yazık ki bugüne kadar biz engelliler bizi ilgilendiren konuların tamamında oyun kurucu olarak değil, oyunun bir parçası olarak yer aldık. Bu mevki belirmesinde bize biçilen rol “oyun kurucu olmak” yerine oyunun bir parçası olarak belirlenmişse, bunda bizim iyi oyuncu olmadığımız sonucunun çıktığını da üstüne basa basa hatırlatırım.