45 Yıllık Sakatlığımın Ulaşım Serüvenleri

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,524
Tepkime Puanı
196
Puanları
63
Yaş
50
Bu başlık üyelerin engelli olmaya dair kendi anılarını, düşünceleri paylaşmaları için açıldı.
Fakat ben şimdi Sayın Şükrü Sürmen'in (onun iznini alarak) sakatlığa dair 45 yıllık serüvenini kaleme aldığı enfes bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum.

ŞÜKRÜ SÜRMEN (Mimar, Paraplejik, 63)

19 YAŞINDAYKEN ULAŞIM SIRASINDA SAKATLANDIM…1964 yılında, bir üniversite öğrencisi iken, yaz tatilinde Trabzon’un ilçesi Sürmene’den, jipten bozma bir minibüsle köye çıkarken büyük bir kaza geçirdim ve sakat kaldım. Dik yamaçlardan köye tırmanırken uçuruma yuvarlanmıştık. Kazada sekiz kişi ölmüştü. Ölenler arasında annem, babam ve amcam da vardı. Sonra hastanelerde bir yıl geçirdim. Üç kere ameliyat oldum. İki kere de hayatımı kaybetme safhasına yaklaştım.

Ama kaderde Haliç’in bu köşesinde 45 yıl sonra bir konuşmacı olarak karşınıza çıkmak varmış. Sakatlığın külfetlerine rağmen bu 45 yılı mutlu geçirdim diyebilirim. Allah nasip etti, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık Fakültesi’ni bitirdim ve kamu görevlisi olarak çalıştım. Geçen yıllar boyunca insanların yeryüzündeki mutlu olma çabalarına her insan gibi ben de faaliyetlerimle bir katkıda bulunmuş olabilirim.

SAKATLIĞIMIN İLK YILLARI, AMERİKAN ARABALI YILLAR…

Sakatlığımın ilk yılları bir apartman dairesinde, çok az dışarı çıkarak geçti. Teyzemin ikinci kattaki dairesinde, onun yanında, onun bakımı altında kalıyordum. Evden çok zorunlu durumlarda, meselâ, bir doktor muayenesi veya bir rapor için çıkıyordum. Daha doğrusu çıkarılıyordum. Önce apartmanın hayli dar olan sokağına bir taksi çağrılıyordu. Bu, büyük bir Amerikan arabası oluyordu. Taksinin şoförü ile yardım etmesi için çağrılan bir veya iki güçlü erkek komşu beni kucakta merdivenlerden indirip taksiye bindiriyorlardı. Sonra İstanbul’un başka bir semtindeki, genel olarak hiçbir şekilde ulaşılabilir olmayan ve asansörü de bulunmayan bir binanın bir katına çıkarılıp bir koltuğa bırakılıyordum.

İstanbul’un ulaşımının bir devrine damgasını vuran bu Amerikan arabalarının içleri ve bagajları çok geniş olduğundan tekerlekli sandalyeyi yanıma aldığım zamanlarda da taksiye yerleşmek bir sorun olmuyordu.

DÜZ AYAK BİR DAİREYE GEÇİŞ VE GENE AMERİKAN ARABALI YILLAR…

Daha sonra teyzemin yardımı ile düz ayak bir daireye geçtim ve tekerlekli sandalyemle sokağa çıkma günlerim geldi. Çekçekli (kollu) tekerlekli sandalyemle düz ayak olan semtimde dolaşabiliyor, hatta bazen birkaç kilometrelik yolları da aşabiliyordum ( Bu çekçekli tekerlekli sandalyeleri ben hâlâ kullanıyorum. Bu tekerlekli sandalyeler tamamen kol kuvveti ile hareket ettirilmektedirler ve sakatın günlük bedensel hareketliliğine önemli katkıları vardır. Ama bunların yerini şimdi akülü modern tekerlekli sandalyeler almış bulunuyor.). Bu çekçekli tekerlekli sandalye ile tek başıma, fazla eğimli olmayan caddeleri aşarak Ortaköy’den Bebek’e ( 6 kilometre) ve o zaman çok sevdiğim bir dünya olan Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’na (10 kilometre) kadar bile gittiğim olmuştur.

Bu düz ayak dairede otururken de uzaklara ( Meselâ, hastaneye, üniversiteye, sinemaya…) gitmek için Amerikan arabası taksilere binmekteydim. Çok mutlu bir rastlantıyla evime hayli yakın olan İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne gidişim şöyle oluyordu ( Bazıları, “Azmetti de okulu bitirdi.” gibi ifadelerle benim mimarlıktan mezun oluşumu anlatmış bulunmaktalar ise de durum çok başkaydı : Eğer okul evime 15 km uzakta olsaydı, bana babamdan kalan bir maaş olmasaydı ya da kollarını da oynatamayan daha ağır bir sakat yani bir tetraplejik olsaydım azim kadere karşı pek sökmezdi. ) : Semtimizde oturan ve iyi dostum olan bir taksi şoförü sabahleyin evimin önüne gelip önce beni arabaya bindiriyor, sonra tekerlekli sandalyemi katlayıp bagaja yerleştiriyordu. Yolda yanıma bir, arka koltuğa da üç kişi daha alıyordu. Böylece ben dolmuş fiyatına taşınmış oluyordum. Sonradan daha da ileri derecede dost olduğum bu taksi şoförü diğer yolcuları Taksim’de bıraktıktan sonra beni İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin bulunduğu Taşkışla’nın önüne getiriyor ve tekerlekli sandalyemi bagajdan çıkararak beni ona bindiriyordu. Daha sonra beni tek başına birkaç basamaktan çıkarıyor ve asansöre kadar götürüp yanımdan ayrılıyordu. 1970 yılında bir sakat için herhangi bir kurumdan bir rampa düzenlemesini beklemek akla gelecek bir iş değildi. Akşam dönüşte de taksi şoförü dostum önce beni fakülteden alıyor, sonra Taksim’e çıkarak dolmuş durağında müşteri beklemeye başlıyordu. Özcan Göyenç Bey beni bir keresinde akşam 18.00’den 22.00’ye kadar dört saat koridorlarda dolaşarak beklemeye mecbur olmuştu.

70’li yıllarda İstanbul’daki herhangi bir ulaşım aracının özürlü taşımaya uygun bir tasarımı kesinlikle bulunamazdı. Trenlere, otobüslere ve uçaklara sırtlarda taşınarak ve yaka paça şekilde ve yanınızda yardımcılar bulunmasıyla ancak binebilirdiniz.

ULAŞIM DERDİNİ AŞMAK İÇİN KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra ulaşım sorunundan dolayı iki sene kadar bir işim olamadı. Bir işimin olması için bulunduğum semtteki düz ayak bir iş yerinin beni kabul etmesi gerekiyordu. Halbuki bulunduğum semtte yalnızca konutlar ve dükkânlar vardı. Bu durumdan kurtulmak için, ulaşım sorunumu kamu araçlarıyla aşabilirim umudu ile T.C. Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışmayı düşündüm. 1975’te zahmetli bir Ankara yolculuğu yaparak Karayolları Genel Müdürlüğü’nde imtihana girdim ve devlet memuru olma yolunda ilk adımımı attım. İmtihanı kazandıktan sonra yöneticiler bana anlayış gösterdiler ve beni İstanbul’da bulunan 17. Bölge Müdürlüğü’nde görevlendirdiler. Ne var ki, ulaşım sorunu bu kurumda da tam anlamıyla çözülemiyordu. Birkaç gün bir pikapla evimden 17. bölge Müdürlüğü’ne getirildim. Ancak sendikalı bir işçi olan pikabın şoförü beni her gün taşımaya mecbur edilemeyeceğini nazikçe bildirdi. Sendikaların hayli güçlü olduğu o yıllarda yöneticiler de kendisini pek zorlayamayacaklardı… Sonra mutlu bir tesadüfle Boğaziçi Köprüsü’nün Ortaköy ve Beylerbeyi ayaklarında Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü’ne bağlı olarak tesis inşaatları başladı ve oturduğum semtte bir kontrollük hizmeti ortaya çıktı da üç sene kadar kollu tekerlekli sandalyemle şantiye binasına gidip gelmem mümkün oldu. Bu sırada bazen köprü ayaklarının içinde bulunan asansörlerle Ortaköy’de köprünün üstüne çıkıyor ve çekçekli tekerlekli sandalyemle Boğaziçi köprüsünü bir ucundan bir ucuna kat ederek Beylerbeyi’ne gidiyordum. Orada da asansörle köprünün Beylerbeyi ayaklarındaki inşaatın yanına iniyordum.

Tekerlekli sandalyedeki bir kontrol mimarı ; düzlemler, eğimler ve asansörler uygunsa, Avrupa kıtasında başladığı görevine 5 – 6 dakika sonra Asya kıtasında devam edebiliyordu..

1979’DA BİR OTOMOBİLİM OLDU VE ULAŞIM SORUNU KISMEN ÇÖZÜLDÜ…


70’li yıllarda bir sakatın bir otomobile sahip olarak bunu şehirde rahatça kullanabilmesi hayli zor ulaşılabilir bir noktaydı. İki buçuk yıllık bir mücadele ve dosyalarca tutan yazışma ve izinlerden sonra elle kumandalı bir binek otomobiline sahip oldum. İşime de bu araçla gidip gelmeye başladım. Belli bir hareket özgürlüğüne kavuşmuştum. Ama şunu unutmayalım : Gelişmiş ve uygar bir kitle taşımacılığının yerine başka hiçbir ulaşım tarzı ikame edilemez. Çünkü kitle taşımacılığı sistem ölçekli bir çözümdür ve ayrıntılarda ortaya çıkacak sorunlar da zaman içinde uygun noktasal çözümlere kavuşturulabilirler. Birey, kitle taşımacılığının gücünden yararlanmaktan vazgeçemez. Kitle taşımacılığı, modern sosyal devletin bireye sağladığı bir özgürlüktür. Özürlü kişi ise modern kitle taşımacılığının güvenine daha da çok muhtaçtır. Bir şehirli yalnızca kitle ulaşım sistemlerini ve araçlarını kullanarak şehirdeki hareket ve seyahat özgürlüğünü elde edebilmelidir. Çağdaş şehir aslında daha çok da, bireysel ulaşım araçlarına ihtiyaç duyulmayan şehirdir.

Ben de yıllardır İstanbul’da ve İstanbul dışında otomobilimi kullanıyorum. Bunun da daha hoş ve daha özgür tarafları var. Ama bir otomobil sahibi olmama hiç gerek bırakmayan bir kitle ulaşım sistemleri ağında taşınmayı daha çok tercih edebilirdim.

Otomobilli özürlülerin bir sıkıntısı da, özürlülere ayrılan otopark yerlerinin duyarsız sürücüler tarafından işgal edilmesidir. Kurumlar ve idarelerse bu işgalleri önlemede isteksizdir. Meselâ, bir alış veriş merkezi için zengin müşterinin küstürülmemesi işgalden önemlidir. Otopark görevlisi ise işini kaybetmekten korktuğundan hakim sınıftan insanlar karşısında çaresizdir.

BİR ÖZÜRLÜ OLARAK RAYLI ULAŞIM SİSTEMLERİNDE DAHA RAHATIM…

Almanya’nın başkenti Berlin’de ve İstanbul’da metroya, trenlere ve otobüslere bindim. Şunu rahatça söyleyebilirim : Raylı taşımacılık her zaman daha fazla özürlü ve yaşlı dostudur. Son yıllarda uygar şehirlerin caddelerinde daha çok görmeye başladığımız düşük döşemeli otobüslerden de bazı hatlarda vazgeçmek mümkün olamıyor. Çocuk arabalı anneler, sakatlar ve yaşlılar için düşük döşemeli belediye otobüsleri de güzel bir imkân. Ama raylı ulaşım her zaman daha rahat, daha güvenli ve daha az gerilimli. Uygun tasarımlar sonunda bir metroda ve bir trende özürlü kişi daha özgür ve daha bağımsız. Kalabalıkların baskısını İstanbul gibi çok büyük bir metropolün tren istasyonlarında ve trenlerinde daha az hissedersiniz. Metro veya tren peronunda biraz bekledikten sonra, uygun tasarımlı vagonlara kimseden yardım almadan ve hemen hiç vakit kaybetmeden binebilirsiniz. Caddeden bir asansörle metro istasyonuna yalnız başınıza indiniz ve herkesle birlikte tekerlekli sandalyenizle bir vagona hemen giriverdiniz. Ama İstanbul’da ve Berlin’de otobüslere binmek bu kadar kolay mı ?...Belki gelecek yıllarda daha az kalabalık şehirlerin otobüslerini de uygun tasarımlarla daha özürlü ve yaşlı dostu bir duruma getirmek mümkün olacaktır.

Şehir dışına yapacağımız seyahatlerde ise şu anda trenleri kullanmak biz özürlüler için çok zor. İstanbul – Eskişehir hattındaki yeni hızlı tren özürlüler için gerekli donanıma sahip. Bu modern tren tekerlekli sandalyedeki özürlüler için ulaşılabilir bir ulaşım aracı. Bu trene özürlünün rampalarla binmesi sağlanmış. Ama diğer hatlar ve güzergâhlarda seyahat özürlü için çok zor. Geçtiğimiz günlerde bir Ankara seyahatim oldu. Ancak dönüşte 63 cm genişliğindeki tekerlekli sandalyem bir vagon kapısından sığmadığından tuvaletin önündeki dar alanda beş saat kadar kaldım ve vagona biniş ve vagondan inişlerin de olduğu bu sıkışık yerde hayli zahmetli ve yorucu bir seyahat yapmış oldum. Halbuki çok basit bir iki müdahale ile bu olumsuz durum ortadan kaldırılabilirdi. Vagon kapılarının 75 santim genişlikte yapılması elbette mümkün. Her istasyonda da özürlüler için seyyar rampalar bulundurulabilir.

UÇAK YOLCULUKLARI ÖZÜRLÜLER İÇİN DAHA KOLAY OLABİLİR

Eski yıllarda yaptığım uçak yolculukları ile şimdikiler arasında epey fark var. Artık hava alanlarında tamamen örgütlü bir yardım hizmeti özürlülere sunulmakta. Şimdi bir sakatı veya hastayı uçaktaki koltuğuna kucaklarda ve “yaka paça” taşımıyorlar. Ama gene de birtakım özensizlikler dikkat çekiyor. Meselâ, özürlüyü dar olan koltuk aralarından geçirerek koltuğuna ulaştırmakta kullanılan arabalar kötü bir tasarıma sahip. Bunlarda rahat oturmak zor. Bazı uçaklarda kol koyma yerleri (kolçaklar) sabit ve sakat kişinin yerine oturmak için bunları aşması gerekiyor. Bu noktalarda bazı yaralanmalar olabilir. Halbuki bu kol koyma yerleri her uçakta kaldırılabilir şekilde yapılabilir.

DENİZ TAŞIMACILIĞINDA YENİ VAPURLAR, YENİ FERİBOTLAR…

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ; deniz otobüslerinin, şehir hatları vapurlarının ve feribotların özürlüler için ulaşılabilir olmasını sağlamaya şimdi gereken özeni gösteriyor. Eski yıllarda şehir hattı vapurlarını çok az kullanmışımdır. Ama şimdi yeni deniz otobüsleri ve işletmeye alınan yeni vapurlar özürlüler için önemli bir hareket özgürlüğü alanı açıyorlar. Yeni vapurlardaki sirkülâsyon alanlarının genişliği, özürlüye zaman zaman arız olan kıstırılmışlık hissini azaltıyor. Yeni vapurlarda, deniz otobüslerinde ve feribotlarda özürlü tuvaletleri de var. Bunların bir kısmı uygun bir tasarıma sahipse de bilhassa bazı feribotlardaki özürlü tuvaletlerinde yanlışlıklar var. Bu feribotlar bazı çok gelişmiş ülkelerde inşa edilmelerine rağmen birtakım tasarım hataları taşıyorlar. Demek ki, özürlüler için bütün modern standartların uygulandığı söylenen ülkelere de tamamen güvenmek olmuyor. Herkes eldeki bilgiler ışığında gerekli kontrolleri yapmalı.

İSTANBUL’DA HANGİ ULAŞIM ARAÇLARINI, NASIL KULLANABİLİYORUZ ?..

Taksi de büyük şehirlerin vazgeçilmez bir ulaşım aracı. Herkes gibi, özürlü kişi de bazı anlarda taksiye binmeye mecbur kalıyor. Kendi arabamın olmadığı zamanlarda taksiye daha çok biniyordum ama şimdi de elle kumandalı özel otomobilimi kullanmayıp taksiye bindiğim zamanlar oluyor. Burada elbette taksinin tasarımı önem kazanıyor. Normal insan hareketliliğine ve organ büyüklüklerine sahip kimseler için tasarımlanmış bir araca yaşlı, sakat ve hasta bünyeli kişilerle küçük veya büyük yapılı insanlar kolayca binemeyebilir. Bu bakımdan bütün insanlık durumlarındaki kişilere uygun taksilerimiz olmalı. Tekerlekli sandalye katlandığında taksinin bagajına rahatça sığmalı. Bacakları zor bükülen kişiler için bacakların uzatılacağı alanlar geniş olmalı. Takside emniyetli bir şekilde tutunulabilmeli. Londra’daki bazı taksilerin, arka koltuklarının yana veya geriye katlanmasıyla, tekerlekli sandalyedeki bir sakatı sandalyesiyle olduğu gibi taşıyabildiğini dergilerden öğreniyoruz.

Ben İstanbul’da minibüse hiç binmedim. Herhangi bir ağır sakatın da minibüsleri kullanabileceğini sanmıyorum. Minibüsler özürlülerin dünyasının dışında kalıyor.

Özürlülerimiz şimdi kitle taşıma araçlarını daha çok kullanabiliyorlar. Bu, zaman içinde gelişecek bir süreç. Özürlü insanlar sosyalleştikçe daha çok hareketlenecekler ve kentsel ulaşım sistemleri üzerinde daha çok talepleri olacak. Bütün kitle ulaşım araçları da bütün insanlar için ulaşılabilir bir hareket ağı oluşturacaklar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu konuda özenli davranıyor ve sivil toplum kuruluşlarının tavsiye ve ikazlarına önem veriyor.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
TBMM Üstün Hizmet Ödülü sahibi Sürmen vefat etti
aa - 21.03.2011 - 12:20 TBMM Üstün Hizmet Ödülü sahibi yüksek mimar Şükrü Sürmen, geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 66 yaşındaki Yüksek Mimar Sürmen, dün öğleden sonra arkadaşlarıyla buluşmak için Ortaköy sahiline giderken yolda geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

Haber - Herkes için Erişilebilir İstanbul 2010
Herkes için Erişilebilir İstanbul 2010 olarak Şükrü Sürmen'in biyografisini konu alan İSÖM'ün hazırlamış olduğu film gösterilerek, Şükrü Sürmen'in başarı dolu hayatı öykülendirildi.

Allah gani gani rahmet eylesin. Çok etkileyici gerçek bir yaşam hikayesi...
 
Tekerlekli Sandalye
Üst