Adım Nicholas

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Üzüntümü hiç kimse anlayamaz. Kederimi ve kaderimi hiç kimse bilemez. İçimdeki fırtınaya hiç kimse şahit olamaz. Yüreğimde yanan ateşi, ömrüm boyunca hiç kimse söndüremez. Ben bile. Kimse bana yardım edemez. Kimse!

Bana acıyan gözlerle bakarsınız sadece. Yadırgadığınızı anlarım. ‘Yazık,’ ya da ‘vah, yavrum,’ dersiniz yavrunuz olmadığım hâlde. Bir anda beni görünce ‘insanlık’ taslarsınız! Şahit olmuş gibi tavırlar sergilersiniz, benim acılarıma… Daha önce tatmışsınız gibi sanki. ‘Vah’ larsınız bana, ben ise ‘püf’ lerim size. Kimse bilemez benim içimi. Kimse bana acıyamaz, üzülemez, yanamaz. Ben yanarım sadece. Ben bilirim her şeyimi.

Gördünüz mü benim içimi? Hiç gördünüz mü, kaderine isyan etmeyen ama size isyan eden sakat bir insanı? Bakmayın bana öyle! Aptal şeyler!
Beni sizin bakışlarınız öldürüyor. Gözlerinizden bana karşı püsküren ateşiniz, tenimi yakıyor.. Acı veriyorsunuz bana. Yakıyorsunuz beni, bakmayın! İyilik yaptığınızı mı sanıyorsunuz bana acıyınca? Yardım ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Sözleriniz belki daha az acı verir bu bakışlarınızdan, bakmayın! Ayıp bir şey yapmıyorum veya ana-avrat sövmüyorum size. Gelmişinize, geçmişinize ve ecdadınıza saydırmıyorum. Gücüm yetmez, diye değil. Böyle düşünmeyin. Ben sizin bakışlarınızdan kurtulmak için, uyuyorum hep. Sizin bana baktığınız kadar, benim size küfür sayacak vaktim yok. Ümitlerim var. Hayallerim var. Hayatım var benim. Yaşanabilecek hayatımın içine etmeyin!

Şarkı söylemeyi hayâl ettim bir ara. Sonra vazgeçtim. Daha sonra bir yazar olmayı hayal ettim. Elimde kalemle, önümde bir dolu kâğıtla ve ben; kendimle baş başa. Tek sır arkadaşım kâğıt. Yazar olmak… İyi fikir aslında ama yeteneğimin daha farklı bir yönde olduğuna karar verdim. Oturduğum tekerlekli sandalyeden daha geniş alanlara açılmak istiyordum artık. Bakışlardan kaçmak değil, onların ortasına atlayabilecek cesaretliliği göstermeyi ve o bakışları kendime hayran kalmış şekilde bakmalarını sağlamak istiyordum. Yaralı bir hayvana bakar gibi bakan o gözleri, ‘mucizeler’ olarak nitelendirdikleri şeylere bakmalarını sağlamak istiyorum. Bana göre mucize değil ama onlara öyle. Hiç anlayamadım ya, yüzmenin neresi mucize…

Ben Amerika’nın meşhur eyaleti Florida’da yaşıyorum. On yedi yaşında bir erkeğim. Adım Nicholas. İlk kez yaptığım bir şey değil yüzücülük. Küçüklüğümden beri babamla her zaman havuza gitmişimdir. Onun dışında ailemle hep birlikte Endonezya’nın muazzam adalarına gitmiştim. Nasıl sevmiştim oradaki denizi. Bizim buradakinden farkını apaçık ortaya koymuştu çünkü. Maviliğin ortasından patlayan yeşillik, adaların denizi yarmış gibi yüzeyde olması ve üstelik bunlardan yüzlerce olması. Harika bir yer orası. Oraya gittiğimizde on iki yaşındaydım. Sağlam adımlarla yürüyordum. Yüzüyordum. Ama yaşadığım o an, bütün hayatım için öleceğim anlamını taşıyan sinyallerin seslerini acıklı bir sesle duyurmuştu.

Çığlık sesleri, suyun hışırtısı, dalganın heybetle yükseldikten sonra, üzerimize sertçe düştüğü an ve sürükleyebildiği kadar hızla sürüklemesi, boğulmamak için yardım çığlığı atanlar, can havliyle etrafa saldıranlar ve hatta ‘Annee,’ diye bağıran küçük çocuklar. Bunlardan biride benim. Dalga gittikçe sürüklemişti, bir yenisi daha arkadan geliyordu. İlkinde yalnızlık ve sersemlik dışında hiçbir şey olmamıştı bana. Bolca suyu yuttuğumu hatırlıyorum, öksürdüğümü ve nefes almaya çalıştığımı… Boğazımın yandığını… Güneşin ise tepemizden bizi izleyişini.

İşte ikincisi daha… Su sesinden başka bir şey yok bu sefer. Kulaklarım, gözlerim sadece onları duydu. Onların dışında birde kendimi…
“Anne… Anneeeeee!” Boğazım yırtılırcasına bağırıyordum. Gözlerim sulanana kadar, bedenim titreyene kadar, tüm gücümle… Daha sonra attığım çığlık, annemi bulmak için değil, kendim için…

Sadece bağırıyorum. Gırtlağımı yırtarcasına, dişlerimin titreyişini hissedene kadar… Etrafım kan içinde ama çabuk dağılıyor. Su o kadar hızlı ki, kanın nereden geldiğini göremiyorum sürüklenmekten. Kanamamı durdurmak için elimi götüremiyorum. Ama zamanla acı geçiyor, hissetmiyorum ve buna çok seviniyorum. Etraf kıpkırmızı; çığlıklarla, kanlarla ve adalarla dolu… Güneş tepemde… Bizi izliyor.
Uyuyorum…

Gözlerimi açtığımda, bacağımı hareket ettiremediğimi hissediyorum, ama ıslak olmadığımı anlıyorum. Su yok. Kâbus bitmiş. Kâbus? Gerçeklikle kâbus arasında gidip geliyorum, şoktayım, karşımda kapkara bir adam, yanaklarımı okşuyor, anlamadığım dilde bir şeyler söylüyor… Bir kadın benim dilimden konuşuyor, seslerini duyuyorum. Bağırıyor, birileriyle tartışıyor. Çocuğunu görmek istediğini söylüyor, o benim oğlum, diyor. Bende öyle umuyorum, annemde keşke burada olsaydı, diyorum. O çocuk ne kadar şanslı olmalı…
Birden yanaklarımı okşayan adam sarsılıyor ve geriye doğru çekiyor biri, sonra ağlayarak bana sarılıyor kadın. Saçları sarı, teni kıpkırmızı… Boğazından sıyrık almış, kanıyor… Sonra başını kaldırıyor kadın, gözlerime bakıyor ama ben bulanık görüyorum, sesi hışırtılı geliyor kulağıma, dikkat kesiliyorum. Kadının gözlerine bakıyorum usulca. Mavi gözler. Deniz. Kâbus. Ve annem. Kâbus sona ermiş…
Bu sefer onu ben kendim çekiyorum vücuduma, ben bırakmıyorum onu, bizi ayırmak için gelen kara adamı ben ittiriyorum bu sefer. Annem o!

Florida, Nicholas

Tatil diye gittiğimiz yerde, bacağıma feci şekilde saplanan tahta parçaları ve metalik eşyalardan sonra bacaklarım tutmaz oldu. Yüzemedim, yürüyemedim, hareket dahi edemedim. karıncanın ayak sesleri kadar küçük hareketleri dahi yapamadım o günden sonra. Ölü gibiydi bacaklarım. Ama yılmadım. Pes etmedim. Beynime bu işi yapması için ard arda emirler yağdırdım, on iki yaşında sakat, on yedi yaşında ise hayâlini gerçekleştiremeyecek bir genç olarak akıllara yazılmamalıydım. Usta bir yüzücü olamayacağım belli olsa da, sakat bir yüzücü de olmak vardı. Ama belki de bu daha iyiydi. Sakat bir yüzücü olursam, bakışlardan da kurtulurdum çünkü. Çirkin ve leş bakışlardan!

Her gün, her saniye yaptım bu işi. Elimden geldiğince, gücümün yettiğince oynatmaya çalıştım. Elimle indirip kaldırdım bacaklarımı, hareket ettirdim, yılmadım. Benim başaramayacağımı sanan insanlar, yaptıklarım için, ‘İnsanlığın en büyük gövde gösterisini’ denemeye çalışıyor bile dediler. Yüzüme değil ama akıllarından, bunu dediklerini çok belli ediyordular. Haftanın beş günü, günde beş saatimi ayırdım bu işe ben. Ailemle, onların desteğiyle, yılmadım. Yüzleşmeyi severim hep. Savaşmayı ve fethetmeyi. Fethetmeyi kim sevmez ki? Sonucun iyi bir şey olacağını bilen herkes sever. Ama ben iyi bir şey olacağını bilmeden sevdim. İstediğim sonucu da alamayabilirdim çünkü. Umutsuzlukta yapmadım ama. Hiç umudumu kesmedim.

Aylarımı geçirdikten, günlerimi ve saatlerimi bu işe harcadıktan sonra, karşılığını alma umuduyla havuzun başına geçtim. Seyirci koltukları bomboş. Bakışlar yok, rakiplerim belli. Benimle aynı kaderi paylaşıp, yılmayanlar… Tetikte bekliyoruz. Başlama sesini duyduktan sonra atlamayı nasılda özlemişim ki, kalbim titriyor… Yapabilir miyim? Olmuştu ama. Evde tüm hareketler olmuştu. Yapabilirim. Yapacağım!

Başlama sesinin biraz ürkütücü sesini biraz da geçmişi bir tınıyla silen hışırtısını duyduğumda, kendimi havuza bıraktım. Ellerim hızla kendimi ittiriyordu suyun içinde. Kollarım ve ellerim. Bacaklarımda arkayı toplayarak takip ediyordu beni. Oluyordu. Yapıyordum! Bakışları özlüyorum… Bakın bana da, insanlık taslayayım size; mutluluk gözyaşlarımla…
İkinci turu da attık, üçüncüyü de… Sonunda bitti. Kendi kendime gülüyordum. Ağlıyordum, gülüyordum. Annem yanıma koşup sarıldı bana, sonra babam. Kollarımın altında onların omuzları, üçümüz yan yana gülerek, ağlayarak kurulanmaya gidiyorduk. Onlar gözyaşlarından, ben ise mutluluk havuzundan bulaşan, geçmişimden kurulanmaya gidiyordum...

Şimdi onlarca seyircinin bakışları arasında yüzmeye hazırlanıyordum. Havuzun dibine gelmeye, kıyafetlerimi heyecan terinden rahatça giymeye çalışıyordum. Ellerim ter içinde, şimdi adım okundu. Çıkıp yerime geçiyorum. Havuzun başındayım. Herkes hazır, başlama sesini bekliyoruz yine. Son kez başımı kaldırıp etrafa bakıyorum, seyirciye bakıyorum. Herkes hayran gözlerle bakıyor bize. Bakışları, kendilerine kızar gibi adeta. Karşısında sakat olan gençler dahi yüzebiliyorken, onlar sadece, diğer felçlilere alçakça baktıkları için kızıyorlar kendilerine. Oysa kızılması gereken çok şey var. Tıpkı güneş gibi, sadece izliyorlar bizi… Uyuyorum, suyun rahatlığını vücuduma vermesiyle, adeta uyuyorum, yüzerken… Rüyadayım sanki.

“Adım Nicholas. Amerika’nın Florida eyaletinde yaşıyorum. Babam zengin. İki katlı bir evde yaşıyoruz. Annemle on yıla yakın evliliklerinden sonra boşandılar. Ben ise yirmi yedi yaşındayım. Henüz evlenmedim ama bir sevgiliye sahibim. Aşığım hatta ona. Bir hayalim var benim, yakında aşkım dediğim kadınla gerçekleştirmek istediğim. Endonezya’ya gidip güzel bir tatil çekmek. Bolca yüzmek ve bolca öpmek istiyorum onu. Daha nasıl net bir şekilde yazabilirim ki? Babam bu işe o günden sonra kesinlikle olmaz dedi. Çıldırmış olacağımı söyledi. Başıma neler geldiğini söyledi. Annen olsaydı giderdi dedi. Annem yok. Boşandıktan sonra, dayanamamış ve intihar etmişti. Onu usta bilirdim. Hayata karşı usta. Ama asıl usta benmişim, ölümle yüzleştiğim yere gidebilecek kadar usta… Annem yok. Yalnızım. Yüzmeye gidiyorum, öpüşmeye gidiyorum sevgilimle…”

AHMET TÜRKBEN
Kısa Özgeçmiş:

Ahmet Türkben, İstanbul’da yaşıyor. Kocamustafapaşa Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Bilgisayar Bölümü 11.Sınıf öğrencisi. Memleketi Yozgat. Bir küçük kardeşi var. Amatör olarak eleştiri, öykü ve roman yazmakta. 1996 doğumlu, ailenin en büyük çocuğu.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst