Ah şu nisan yağmurları

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Ah şu nisan yağmurları..
Perdenin kıyısından köşesinden içeri sızan o yalancı güneşe inanıp ince giyindiğimiz o günlerden bir sabaha daha merhaba. Bana sorarsanız yılın en güzel zamanları kıştan ilkbahara emekleyen nisan ayı. Nisan aşkı tanımlamak için insanoğluna bir armağan gibi. Birşeye kızarsa olur olmaz anlarda ağlamaya başlıyor, adeta gözyaşlarını bir koz gibi kullanıyor. Sonra hatasını anlayıp özür diler gibi güneşini gösteriyor çıkmaz sokaktan. Hadi bakalım diyor, hodri meydan beni bırakıp buradan gidebilecekmisin? Tabi siz güneşe aşık değilsinizdir, aşka aşık olmayı bilenleredir çıkmaz sokak. Böyle anlarda dilinizin söylediğini kalbiniz tasdikler; ‘ Lütfuda hoş,kahrı da.. ‘
Bir de unutmadan adımın nisan olması nisan ayına bu kadar anlam yüklememle alakalı değil.

Yine candostlarımı yanıma alıp merdivenleri ağır ağır inmeye başladım. Merdivenleri inerken en büyük rakibim alt kattaki komşumuzun 3 yaşındaki mucizesi. ‘ Seni yenicem yaramaz bıdık ‘ dedikçe kıkırdamaya başlar, hemen ardından gökkuşağının renklerine bürünürdü. O okulunun yolunu tutarken ben de otobüs durağına gitmeye başladım. Tesadüf bu ya, tam evden çıktım otobüs önümden geçti. Yetişmeye çalışsam pek başarabileceğimi sanmadığım için o otobüsü görmemiş gibi yaptım, bi nevi kendimi kandırdım, siz de çaktırmayın.

İkinci otobüs sokağın başından görünmüştü. Az kalsın unutuyordum, hiç ilk otobüs olmadan ikinci olur mu? Birinci otobüstü bu, ben de hatırlamasam hiç hatırlatmayacaksınız, aşk olsun. Otobüsünün boş olmasını beklemiyordum tabiki ama, beğendiği pantolunun içine sığmaya çalışan bir kadına benziyordu bu otobüs. El mahkum binecektik, tam adım attım otobüse, şöfor bağırmaya başladı. ‘’ Sanki yer varmış gibi bir de o değneklerini mi sokacaksın içeri?! ‘’ Ne yapacağımı şaşırmıştım. Gerçi alışıktım böyle durumlara ama her seferinde bir öncekinden daha çok utanıyordum. Sanki bu bir suçmuş gibi.
Şöfor yanaklarımın kızardığını görmesin diye otobüsten hızlıca aşağı indim. Yapacak bir şey yoktu, hiç bir şey olmamış gibi diğer otobüsü bekleyecektim, sizden çok şey isteyeceğim belki ama bu otobüsü de hiç gelmemiş saysak?

Bu arada yağmur da yağmaya başlamıştı, yağmura aşık bir kadındım ben. Suratımda ıslanmanın verdiği garip ifadeler ve ona eşlik eden bir şükür tebessümü vardı. Tam o anda yanıma bir adam yaklaştı. ‘’ İsterseniz şemsiye mi birlikte kullanabiliriz, ama istemezseniz sizinle beraber ben de ıslanabilirim. Bana göre yağmur ıslanmak için var, yağmur da ıslanmak sevaptan sayılmalı bence. ‘’ Nazikçe teşekkür etmek için arkamı döndüm. Öyle bir gülüşü vardı ki, suratını göremiyordum. Yeryüzündeki herşey silinmiş bir tek onun gülüşü kalmıştı sanki. Ellerim terliyor muydu, yoksa yağmurdan dolayı ben mi öyle hissediyordum? Ya bu karıncalar karnımda ne arıyordu? Kalbimin sesinden kendi sesimi bile duyamıyordum. Daha neler olduğunu anlamadan ağzımdan birkaç kelime hangi sokağa gideceğini bilmeden dökülüverdi. ‘’ Teşekkür ederim ama tek başıma ıslanarak sevapların hepsini ben almak istiyorum. ‘’ İyi mi demiştim ki? O otobüse iyi ki binmemiştim. Daha demin kızdığım şöfore şimdi teşekkür ediyordum.


Otobüste gelmişti, hiç arkama bakmadan otobüse bindim. Sanki gözlerimi görürse herşeyi anlayacak gibi geliyordu bana. Arka koltuklara doğru ilerledim. Şanslıydım, oturacak bir yer vardı. Hemen oraya geçip oturdum. Başımda biri duruyordu ve parfümü daha demin rüzgarın burnuma getirdiği o kokuya çok benziyordu. Başımı kaldırıp baktığım an gönlümün kapılarının gıcırtısını duydum. ‘’ Benden hemen kurtulacağınızı sanmıyordunuz herhalde? ‘’ diyerek yine o kocaman gülüşünü takındı. Öyle gülümsemese belki ben de cevabını verebilirdim ama böyle güzel gülen birine ne denirdi ki? Sadece gülümsemekle kaldım. Bütün yol boyunca ne yapacağımı şaşırdım. İneceğim durağa gelmeyi hem çok istiyordum, hem de ya bi daha göremezsem diye çok korkuyordum. Nihayet ve maalesef durağa gelmiştim, inmek için ayağa kalkmaya çalışırken değneklerime ulaşmam için bana yardımcı oldu. ‘’ Bugün sanırım şanslı günümdeyim’’ dedi ve benimle birlikte aşağı indi. Şaşırmıştım, o da benimle aynı durakta mı inecekmiş yani? Sanki dört yanım ayna ve ben aynada bir tek onu görüyordum. ‘’ Bir de aynı yere gidiyorsak hiç şaşırmam. ‘’ dedim. ‘’ İş görüşmesine gidiyorum, Eğer sizde rakibim olacaksanız hiç gitmeyeyim.’’ Dedi. ‘’ Ağzınız iyi laf yapıyor doğrusu ama hiç inandırıcı değilsiniz. ‘’ dedim bende. Acaba çok mu kaba olmuştum? Hayır hayır, bir kitapta okumumuştum, erkekler kendilerini tersleyen kadınlardan daha çok hoşlanırlarmış. Sahi neler diyordum ben? O bir yabancı ve ben bir yabancıyla asla konuşmam. Ama neden o bana sanki yıllardır tanıdığım biri gibi geliyordu? Hem benim değneklerime değil, belki de birine yaslanmaya ihtiyacım vardır. Kökleri sağlam bir ağaç mesela, değneklerim olmazsa bile ona güvenmeliyimdir. Her şeyden çok güvenmeye ihtiyacım vardır. Benim değneklerim onun omuzları olmalıdır. Olamaz mı? O anda aklımda bir şarkı yankılanmıştı.’’ Çok zor günler geçirdim vaktiyle, kalbimde firari endişeler, nihayetinde sana aşık olmak kısmetmiş yar.. ‘’

Gözleri saatleri saniyelere çeviriyordu. Hatıralar üstüne hatıralar koymaya başlamıştık. O ansızın bir sabah elinde çay bardaklarıyla geliyor, saçlarıma kitap okuyordu. Sinemaya gidiyorduk, kitapçılarda gezmeye ve en çok yağmurda ıslanmaya bayılıyorduk. Değneklerim onun yanındayken sanki bir çanta gibi geliyordu bana. Önüme engeller çıkıyordu ama elimden o tutunca dertler bir toz bulutu oluveriyor, bense üflüyordum. Her şey kitapların arasında kalmış aşk hikayelerini anımsatıyordu. Şükür sebebim olmaya başlamıştı. Bir yandan da korkuyordum, yelkovanın peşinden koşturan akrep ya saliseye aşık olursa?

Hayatım iki perdelik bir oyuna dönmüştü. İlk perde ile ikinci perde arasında dağlar kadar fark vardı. Hayat şartları giderek zorluyordu. Değneklerim yüzünden bir yerde iş bulamıyordum, arkadaşlarımla istediğim gibi gezemiyordum. Biliyordum benden daha beter durumda olanlar vardı. Ama bazen öyle anlar geliyordu ki isyan etmekle, şükür etmek arasında kalıyordum. Kendimi böyle çaresiz hissetmemim sebebi belki de artık bir elimi diğer elimin tutuyor olmasıydı. Rüyanın arkasından gerçek dünyaya uyanmıştım. Eğer bir tercih hakkım olsaydı kabus görmeyi tercih ederdim. Neler olduğunu merak ediyorsunuz elbette, ama bazen diyorum anlatma kimseye. Nefretini koru içinde, nefret aşktan kuvvetli. Seni dik tutar, ama dayanamıyorum. Yine anlatmaya başlıyorum.

Herşey olabildiğince güzel gidiyordu, fizik tedaviye bile başlamıştım onun sayesinde. Bir gün bana artık ailesiyle tanışmamı istediğini söylemişti. Tabiki bende bunu seve seve kabul etmiştim. Yine onu ilk gördüğüm zaman hissettiklerimi hissetmeye başlamıştım. Oldukça heyecanlıydım, ya beni beğenmezlerse diye çok korkuyordum. Akşam olduğunda beni evimden alıp ailesinin yanına götürmüştü. Annesi ilk beni kapıda gördüğünde çok şaşırdı, o an surat ifadesinden anladıklarımı daha sonra mutfakta konuşurlarkende duymasaydım eğer, kendimi avutabilirdim. İstenmeyen gelin olmuştum. İşin garibi aşık olduğum, o güvendiğim adam beni savunmuyordu.
Artık herşeye kendi başıma göğüs germeye başlamıştım. Onun aşkıyla herşeye göğüs gerebilirdim ama, oda aşkına sahip çıkabilseydi.

Güvenmek ince bir ip, üstünde cambazlara yer var mıydı? O bir cambazdı, beni sevseydi o ipte bende varken elimden tutardı. İçimde değneklerime duyduğum öfke büyüyordu ama bir yandan da iyi ki diyordum. İyi ki böyleyim de gerçek yüzünü gördüm. Benim belki değneklerim vardı, ama onların engelleri..

Ha bu arada unutmadan ben de hala aşka dair umut bitmedi, kim bilir belki bir yerde kahve istediğimde:’’ Kahveniz nasıl olsun? ‘’ diye soran garsona: ‘’ O orta içer.’’ Diyen biri çıkar.
Eğer gelirse ben yine nisandayım, ilkbaharıma beklerim..


Adı: Hayriye Gözde
Soyadı: AKALAN



ÖZGEÇMİŞ

13 Temmuz 1995 yılında Ankara doğdum, İlk öğretimimi Samsun’da ve Ankara’da tamamladım. Lise hayatıma Ankara’da Anadolu İmam Hatip Lisesinde başladım. Şuan da lise son sınıf öğrencisiyim. Eğitim hayatıma burada devam etmekteyim.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst