Allah neden engelli insan yarattı.?!

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi
F

Fırtına

Guest
soru_isareti.jpg




Bir aile dramı;

Özürlü - engelli kişinin ve ailesinin imtihanı çok çetin bir imtihan... Allah’ın özürlü insanlar yaratmasının hikmeti ne olabilir?

Evvel ki hafta Ramazan Ayı’ın son günleriydi... Telefon çaldı, ''Müslüman - Türk bir hastamız var, kimseyi bulamadık. Ailecek camiye gitmek istiyorlarmış. Bu yüzden ısrarla hemşire göndermemizi rica ettiler. Siz gitmek ister misiniz?“ diyordu bana iş yerinden Alman kadın... Fazla düşünmeden, ''Madem Müslüman aile çok rica etti, olur.“ dedim.

Hem sevaba da girmiş olurum diye düşündüm.?!

Akşama doğru, iftar vakti yaklaşırken, hiç tanımadığım Müslüman ailenin zilini çaldım. Annesi ve 17 yaşındaki hasta oğlu (İsmini Ali koyayım) beni kapıda karşıladılar. Ali tekerlekli sandalyede oturuyor hep... Ailenin diğer fertleriyle de tanıştım, sağlıklı yetişkin çocukları da var. Ailenin memleketini çok merak ediyorsunuz, biliyorum. Hangi memleketten olduklarını tanınmamaları için yazmayacağım, ama Karadeniz - Bölgesi’nden olduklarını söyleyebilirim. Bana, evde işim gereği lazım olan her şeyin yerini gösterdiler.

Ailesiyle birlikte iftar yaptık, sonra hepsi Teravih - Namazını kılmak için camiye gittiler.

Ben Ali’yle birlikte evde kaldım.

(Ali hem zihinsel, hem bedensel özürlü, çeşitli hastalıkları var. Almanya’daki kanunlar gereği kimseye bilgi aktaramam, hem aileden izin de almadım. Bu yüzden hastalık detaylarını yazamayacağım.)

Ali 17 yaşında ama, en fazla 10 yaşında görünüyor, uzuvları da çok cılız kalmış. Gözleri iyi göremiyor, nefes alırken zorluk çekiyor, yürüyemiyor. Sadece tekerlekli sandalyesiyle evde dolanabiliyor. Özürlü öğrencileri almaya gelen servis aracıyla okula bile gidiyor. Öğrenebildiği, anlayabildiği ve yapabildiği şeyler çok kısıtlı ama...; Okula giderken anne-babası Ali’yi merdivenlerden aşağıya taşıyormuş.!

Ali çoğunlukla gülümsüyor, sorulan sorulara sadece bir kelime ile cevap verebiliyor. “Evet, hayır, güzel, çok güzel, anne, baba”... Boğazındaki delikte trakeal - kanül takılı, suni solunum cihazına bağlanıyor oradan... Tekerlekli sandalyede otururken bile, vücudu hastalığı nedeniyle C - harfi şeklinde kalıyor, kemik yapısının formu tamamen bozuk. Kollarını ve bacaklarını kısıtlı olarak kaldırabiliyor veya gerebiliyor. Parmakları spastik, ellerini kısıtlı kullanabiliyor, sadece bardağını ve kalın diş fırçasını tutabiliyor. Yemeğini kendisi yiyemiyor.

“Ali, seninle Almanca mı yoksa Türkçe mi konuşayım?” diye sordum.

“Tukce” dedi. Kelimeleri iyi telaffuz edemiyor. Ama Almanca da anlıyormuş.!

Sürekli “Baba yok, anne var” (Yani babası şu an evde yok) gibi kısa mesajlar vererek, annesinden - babasından - ailesinden bahsediyor bana... “Tukiye dede va” (Türkiye’de dedem var) diyor gülümseyerek. Hayatında sadece ailesi var, başka hiç kimsesi yok. Ailesinden başka merak ettiği, ilgilendiği bir şey de yok.

Ailenin son 20 senesi çok sıkıntılı geçmiş ve üzerine büyük bir dram daha eklenmiş geçen sene... Uzun süredir Türkiye’ye gidememişler. Kendi ailelerinin geçimini sağlayabilecek kadar gelir getiren bir iş yerleri var, evleri de kendilerine ait. Evlerinde çok sade ve eskimiş eşyalar var.

Ali’nin odasına geçtim, ona kısa bir hikaye okudum. Hikayeden hiçbir şey anlamadı. Sohbet ederken kısa cümle kurmam ve tane tane konuşmam gerekiyor hep... Elleriyle yapabildikleri kısıtlı olduğundan, birlikte yapabileceğimiz şeyler de çok kısıtlı... Ali genelde Türk - Müzikleri dinliyor veya Türk - Filmleri izliyor. Ben de ona sevdiği bir parçayı açtım. Tarkan’dan “Şıkıdım”... Müzik çalarken Ali parmaklarıyla dizine vurarak tempo tutuyor ve aynı müzikleri tekrar tekrar dinliyor hep... Okul hemşiresiyle veya ailesiyle gezmeye de çıkıyormuş her gün.!

Ailesi camiye gittiğinde Ali’yi suni solunum cihazına bağladım, gözlerini yumdu ve uykuya daldı hemen... Parmağına pulse - oksimetreyi taktım, verileri dosyasına yazdım. Gece boyu böyle devam ettim.

Ali hiç kimseyi üzmüyor, hep mutluluk saçıyor etrafına... Kimseye eliyle - diliyle - tavırlarıyla zarar vermiyor. Melek gibi uyuyor yatağında.!

Ailesiyle sahur yaptıktan birkaç saat sonra oradan ayrıldım.

Almanya’da tembel gezinen, eğitimini önemsemeyen, etrafına saldıran, insanlara zarar veren her Türk erkeği/genci böyle insanlarla tanışmalı ve sağlığının kıymetini bilmeli diye düşünüyorum.

ALMANYA’DAKI TEMBEL, EĞİTİMSİZ VE ŞIMARIK ERKEKLERİ ÖZÜRLÜLERİN YANINA GÖTÜRDÜLER

(Bunların çoğu genç Türk - Kürt - Arap erkekleriydi.)

Bir - iki sene evvel Berlin’de bir grup genç erkek ile böyle bir proje yapılmıştı. İçlerinde birçok Müslüman - Türk erkeğin bulunduğu cahil - şımarık - disiplinsiz - tembel gençleri, zihinsel ve bedensel özürlülerin yanına götürdüler. Bu gençler bütün gün hasta ve özürlülerle ilgilendikten sonra, hayatlarının - sağlıklarının değerini daha iyi anladıklarını söylemişlerdi televizyonda... Sonraki gidişatları nasıl oldu, bilmiyorum.?!

ÖZÜRLÜ VE ENGELLİ YARATILMANIN HİKMETİ

Soru;

Özürlü - engelli kişinin ve ailesinin imtihanı çok çetin bir imtihan... Allah’ın özürlü insanlar yaratmasının hikmeti ne olabilir?

Cevap;

''Bir çocuğun özürlü yaratılması ve ergen olmadan ölmesi Allah’ın merhametinin tâ kendisi olmadığını kim söyleyebilir? Ya o çocuk sağlıklı olsaydı, büyüse ve güçlenseydi, gençliği ve güçlülüğü onu şımartsa Allah’a isyan ettirseydi, ebediyyen cehenneme yuvarlansaydı daha mı iyi olurdu?

KİMİN HAKKINDA NEYİN HAYIRLI OLACAĞINI KİMSE BİLEMEZ

Özürlü ve engelli olmak mı? Sağlıklı ve sağlam olmak mı?

Bu kısa imtihan dünyasında kim hangi halde bulunuyorsa o haline şükretmelidir. İmtihan zaten böyle kazanılır.

“Biz sizi bir şeyle; Ya korku ile, ya açlıkla, ya mallarınızı ve canlarınızı eksiltmek ve telef etmekle imtihan etmekteyiz. Sabredenleri müjdele!” “Biz, sizi hayır ve şerle imtihan etmekteyiz.” “Hanginizin daha güzel iş yapacağınızı tesbit için Allah, ölümü ve hayatı yaratmıştır.”

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki biz ya hayır, ya da şerle, ya zenginlik, ya da fakirlikle, ya sağlık, ya da hastalıkla, ya özürlü ve engellilikle, ya da özürsüz ve engelsizlikle imtihan olunmaktayız.

Fakir, hasta, özürlü ve engelli kardeşlerimiz unutmasınlar ki...;

(...Belanın en büyüğü, imtihanın en ağırı Peygamberlerin ve onların arkasından gidenlerin başına gelmiştir. Ama onlar hallerinden şikâyet etmemişlerdir. Çünkü onlar dünyanın fani ve olayların dizgininin Allah’ın elinde olduğunu biliyorlar, başlarına gelen musibetin altında rahmetin ve cennetin saklı olduğuna yürekten inanıyorlardı.)

Bu dünyadaki özürlüler ve engelliler, eğer güçleri yettiği kadarıyla amelleri, sabırları ve şükürleri varsa ahirette ebediyen sefa süreceklerdir. Bunlar bir açıdan özürsüz ve engelsizlerden kârlıdırlar. Çünkü bu dünyada özürsüz ve engelsiz olanların bir çoğu, ahiret açısından özürlü ve engelliler kadar garantide değillerdir.

Hele birde özürsüz ve engelsiz olanların eğer imanları, amelleri, şükürleri ve duaları yoksa, ahirette ebediyen cefa ve ceza çekeceklerdir. Sağlık ve servet öbür dünyada başlarına bela olacaktır. Burada sağlık ve servetleriyle işledikleri günahlar, ahirette ebedî acılar ve hastalıklar olarak onları kıvrandıracaktır.

Şimdi soralım;

Bu birkaç günlük dünyada özürlü olduğu halde imanlı ve şükürlü olup ebedî hayatta cennetlik olmak mı, yoksa özürsüz olduğu halde imansız ve şükürsüz olup ebedî hayatta cehennemlik olmak mı daha iyidir?

Özürlü olmanın işte böyle güzel bir yönü ve avantajı vardır.

Çocukların sakat olarak dünyaya gelmesini zulüm görüp Allah’ı suçlamak, en büyük zulümdür, haksızlıktır. Hayrı da, şerri de yaratan Allah’tır.

Çocukların özürlü ve engelli olmasına dış etkenler de sebep olabilir? Sigara - içki...;

Eğer bu etkenler içinde ana - baba varsa, eğer anne - babanın içtikleri sigara ve aldıkları alkol yüzünden çocuklar özürlü ve engelli olarak dünyaya gelirlerse, onların öyle yaratılmasına sebep olanlar, eğer tevbe etmez ve kendilerini affettirme çabası içine girmezlerse bunun cezasını çok ağır çekeceklerdir. Hem bu dünyada, hem de ahirette.!

Bazen de anne - baba masum oldukları halde çocukları özürlü ve engelli olarak dünyaya gelebilir. Bu durum ana - babanın derecelerini yükseltmek, o aileyi, çocuklarıyla beraber toptan cennete yollamak için Allah’tan gönderilmiş bir vesile olabilir.

Ama özürlü ve engelli çocuklara gelince, bu hal, o çocuklar için ceza değil, onları cennete götüren bir araç ve cennet ehlinden daha üstün derecelere kavuşturan bir miraç ve asansör olarak değerlendirilmelidir.

ENGELLİLER VE BAKIMCILARININ MÜKAFATLARI

Bu dünyada sakat olup sabır gösterenlere ve engellilerin sabırlı bakımcılarına Allah, cennette, dünyada iken sağlam olanlardan daha büyük mükâfat ve mülk verecektir.

Bu sözlerimizden, hiç kimse, İslam’ın sağlıksız hayatı ve fakirliği teşvik ettiğini anlamasın. Bu sözlerimizle biz, sağlıklı ve zengin olup ta imtihanı kazanmanın zorluğuna ve kazananların azlığına dikkat çekmek istiyoruz. Zengin, sağlıklı, genç, güzel, yüksek makamda ve rütbeli olup ta şımarmadan ve hava atmadan yaşayan kaç tane adam gösterebilirsiniz? Alçak gönüllü, Allah yolunda, Allah’ın dinine kendini adamış insan olarak yaşamak kolay mı? Nice insanlar ellerindeki nimetler yüzünden imtihanı kaybetmektedirler.

Mevlana’nın şu sözü, bu dünyada imtihana maruz kalanlara ne güzel derstir;

"Üzülme... Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun, Tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, Kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır."

“Bazı nimetler vardır ki, o nimetlere sahip olmamak en büyük nimettir.” Hazreti Ali (r.a.)

(Yazının orijinal halini Risalehaber’de okuyabilirsiniz)


Zehra YAVUZ / Almanya
 

uslub

Üye
Üye
Katılım
Ocak 2, 2012
Mesajlar
0
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
SORU:
Okuyucularımızdan gelen sorulardan biri şöyle: “Bazı çocuklar özürlü doğuyor...Eğer bu anne babayı imtihan ise, çetin bir imtihan. Rabbim bizi böyle imtihan etmesin. Eğer özürlü ve engelli kişinin kendisini imtihan ise yine çetin bir imtihan. Hele bir de uzun yaşarsa. Benim esas sorum, özürlü doğup baliğ (ergen) olmadan ölen çocuklar var. Bunları Allah’ın özürlü yaratmasının hikmeti ne olabilir? Allah kuluna acıyan ve esirgeyendir aslında...”
Bu soruyu soran kardeşimize verdiğimiz cevabı siz değerli okuyucularımızla da paylaşmak istedik. Çünkü bu sorular ya herkesin aklına gelebilir, ya herkes bu ve benzeri sorulara muhatap olabilir. Ya da herkes böyle bir imtihana maruz kalabilir. Makalemizin faydalı olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.

CEVAP:
Değerli kardeşim,
Sorunuzun en son satırından başlayalım: Bir çocuğun özürlü yaratılması ve ergen olmadan ölmesi Allah’ın merhametinin tâ kendisi olmadığını kim söyleyebilir? Ya o çocuk sağlıklı olsaydı, büyüse ve güçlenseydi, gençliği ve güçlülüğü onu şımartsa Allah’a isyan ettirseydi, sonunda da tokatı yese, ebediyyen cehenneme yuvarlansaydı daha mı iyi olurdu?
Kimin hakkında neyin hayırlı olacağını kimse bilemez. Özürlü ve engelli olmak mı? Sağlıklı ve sağlam olmak mı? En iyisi herkes, şu kısa imtihan dünyasında hangi halde bulunuyorsa o hale şükretmelidir. Zaten imtihan da böyle kazanılır.
İmtihanda olduğumuzu Yüce Allah açık açık ilan etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Biz sizi bir şeyle: Ya korku ile, ya açlıkla, ya mallarınızı ve canlarınızı eksiltmek ve telef etmekle imtihan etmekteyiz. Sabredenleri müjdele!” “Biz, sizi hayır ve şerle imtihan etmekteyiz.” “Hanginizin daha güzel iş yapacağınızı tesbit için Allah, ölümü ve hayatı yaratmıştır.”
Bu ayetlerden anlaşılıyor ki biz ya hayır, ya da şerle, ya zenginlik, ya da fakirlikle, ya sağlık, ya da hastalıkla, ya özürlü ve engellilikle, ya da özürsüz ve engelsizlikle imtihan olunmaktayız.
Fakir, hasta, özürlü ve engelli kardeşlerimiz unutmasınlar ki belanın en büyüğü, imtihanın en ağırı Peygamberlerin ve onların arkasından gidenlerin başına gelmiştir. Ama onlar hallerinden şikâyet etmemiş, aksine bu acılar ve ağır imtihanlar onların şevklerini ve şükürlerini artırmıştır. Çünkü onlar dünyanın fani ve olayların dizgininin Allah’ın elinde olduğunu biliyorlar, başlarına gelen musibetin altında rahmetin ve cennetin saklı olduğuna yürekten inanıyorlardı.
Bu dünyadaki özürlüler ve engelliler, eğer güçleri yettiği kadarıyla amelleri, sabırları ve şükürleri varsa ahirette ebediyen sefa süreceklerdir. Bunlar bir açıdan özürsüz ve engelsizlerden kârlıdırlar. Çünkü bu dünyada özürsüz ve engelsiz olanların bir çoğu, ahret açısından özürlü ve engelliler kadar garantide değillerdir. Hele birde özürsüz ve engelsiz olanların eğer imanları, amelleri, şükürleri ve duaları yoksa, ahirette ebediyen cefa ve ceza çekeceklerdir. Sağlık ve servet öbür dünyada başlarına bela olacaktır. Burada sağlık ve servetleriyle işledikleri günahlar, ahirette ebedî acılar ve hastalıklar olarak onları kıvrandıracaktır.
Şimdi soralım: Bu birkaç günlük dünyada özürlü olduğu halde imanlı ve şükürlü olup ebedî hayatta cennetlik olmak mı, yoksa özürsüz olduğu halde imansız ve şükürsüz olup ebedî hayatta cehennemlik olmak mı daha iyidir? Özürlü olmanın işte böyle güzel bir yönü ve avantajı vardır.
Çocukların sakat olarak dünyaya gelmesini zulüm görüp Allah’ı suçlamak, en büyük zulümdür, haksızlıktır.
Hayrı da, şerri de yaratan Allah’tır. Allah’ın birliği bunu gerektirir. Fakat şerrin sorumlusu, ona sebep olan insandır.
 

uslub

Üye
Üye
Katılım
Ocak 2, 2012
Mesajlar
0
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
KÖTÜLÜĞÜ YARATMAK SUÇ DEĞİL
Şerri yaratmak, şer değildir; şerre sebep olmak şerdir. Ateş yakar, su boğar. Bunların yanında ateşin ve suyun sayısız faydası vardır. Bir insan, kendini ateşe atar ve yakarsa; denize atlar, kendini boğarsa niye bu ateşi ve suyu yarattın diyerek Yaradan’ı suçlayamaz. Suçlarsa akılsızlığını ortaya koymuş olur.
Çocukların özürlü ve engelli olmasına dış etkenler de sebep olabilir. Eğer bu etkenler içinde ana-baba varsa, eğer anne-babanın içtikleri sigara ve aldıkları alkol yüzünden çocuklar özürlü ve engelli olarak dünyaya gelirlerse, onların öyle yaratılmasına sebep olanlar, eğer tevbe etmez ve kendilerini affettirme çabası içine girmezlerse bunun cezasını çok ağır çekeceklerdir. Hem bu dünyada, hem de ahirette.
Bazen de anne-baba masum oldukları halde çocukları özürlü ve engelli olarak dünyaya gelebilir. Bu durum ana-babanın derecelerini yükseltmek, o aileyi, çocuklarıyla beraber toptan cennete yollamak için Allah’tan gönderilmiş bir vesile olabilir.
Ama özürlü ve engelli çocuklara gelince, bu hal, o çocuklar için ceza değil, onları cennete götüren bir araç ve cennet ehlinden daha üstün derecelere kavuşturan bir miraç ve asansör olarak değerlendirilmelidir.

ENGELLİLER VE BAKIMCILARI
Bu dünyada sakat olup sabır gösterenlere ve engellilerin sabırlı bakımcılarına Allah, cennette, dünyada iken sağlam olanlardan daha büyük mükâfat ve mülk verecektir. Bu dünyada sağlıklı yaşayanlar, dünyada iken özürlü ve engelli yaşamış olanlara, cennette verilen mükâfatları görünce, “keşke ben de dünyada iken engelli ve hasta olsaydım,” diyerek engellilere ve hastalara imreneceklerdir. Bu dünyadaki şükürsüz ve Allah’ın dinine hizmetten uzak zenginler, ahirette, dünyada iken fakirliğin kahrını çektikleri halde kadere küsmeyen ve bu halleriyle Allah’ın dinine hizmetten geri durmayan fakirlere gıpta edecekler, “keşke biz de dünyada iken dindar fakirler gibi olsaydık.” diyeceklerdir.
Bu sözlerimizden, hiç kimse, İslam’ın sağlıksız hayatı ve fakirliği teşvik ettiğini anlamasın. Bu sözlerimizle biz, sağlıklı ve zengin olup ta imtihanı kazanmanın zorluğuna ve kazananların azlığına dikkat çekmek istiyoruz. Zengin, sağlıklı, genç, güzel, yüksek makamda ve rütbeli olup ta şımarmadan ve hava atmadan yaşayan, malıyla-canıyla hizmetin içinde olan insan eli öpülesi insandır. Bunlar da ne kadar azdır? Zengin olup da dine hizmeti hayatın gayesi saymak, alçak gönüllülükle bir hizmet kahramanına kendini bağlamak, Allah’ın dinine kendini adamış insan olarak yaşamak kolay mı? Nice insanlar ellerindeki nimetler yüzünden imtihanı kaybetmektedirler.
“Kuvvetli mümin, zayıf müminden hayırlıdır.” “Temiz ve helal servet, imanlı ve dürüst adamlara ne kadar yakışır!” “Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever.” gibi rivayetler, Müslüman’ı kuvvet ve servet sahibi olmaya teşvik etmiş, ancak kuvvet ve servet sahiplerinin de kuvvet ve servetiyle beraber Allah yolunda olmalarını, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmelerini, hizmet kahramanı olmalarını istemiştir.

ALLAH’I YARGILAMAYA KİMSENİN HAKKI YOK
Mülkün sahibi Allah’tır. Dilediğini yapar, istediği gibi yaratır. Kimsenin Allah’a hesap sorma ve onu yargılama hakkı yoktur.
Allah’ın işi ve icraatı içinde bize merhametsizlik gibi görünen şeylerin biz hikmetini anlayamıyorsak, susmamız lazım. Çünkü bütün insanların şefkatini bir araya toplasanız, Allah’ın şefkatinin bir zerresi bile olmaz. O yarattıklarına bizden daha çok şefkatlidir. Böyle iken onun şefkatinden daha çok şefkat göstermeye yeltenmek sü-i edep olur. Bu durumlarda biz kullara düşen: “Allah’ın falanı sakat yaratmasında bir bildiği vardır veya bizim anlayamadığımız hikmetleri vardır” “Veya kim bilsin o halin altında nice lütuflar, rahmetler ve cennetler saklıdır.” deyip onun hikmetine ve rahmetine teslim olmaktır. Ki bu hikmet ve rahmet yönünün küçük bir kısmını biz, yukarda izah etmeye çalıştık.
Çoğu kere sağlık ve zenginlik, şükürsüzlük yüzünden insanı cehenneme götürür. Çoğu kere hastalık ve sakatlık da sabır ve şükür gösterildiğinde insanı cennete götürür. Bundan doayıdır ki Hz. Ali (r.a): “Bazı nimetler vardır ki, o nimetlere sahip olmamak en büyük nimettir.” demiştir. Bir sihhat, bir servet, bir gençlik, bir güzellik, bir ses güzelliği, bir makam, bir rütbe insanın cehennemi ve cehenneme düşme sebebi olursa, hakta ve Allah’ın dinine hizmette kullanılmaz, sahibini cennete götüremezse neye yarar o nimet, o devlet, o servet ve o şöhret?
Hem sağlıklı ve hem de şükürlü bir mümin olmak, hem zengin, hem de helal dairede kalan, parasını Allah’ın dinine hizmette harcayan adam olmak nur üstüne nurdur. Ama dünya nüfusuna göre bunların sayısı da ne kadar azdır. Allah bizi onlardan eylesin.
Sağlık ve zenginlik yüzünden niceleri imtihanı kaybetmekte ve cehennemi boylamaktadır. Üstad Hazretlerinin de dediği gibi: “Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki rahat edesin.” Hem bu dünyada ve hem de ahirette.
Öyleyse biz, Rabbimizden dünya ve ahrette iyilik, güzellik, af, afiyet ve hayırlı servet isteyelim. Verdiği sağlığı ve serveti rızası yolunda harcamaya bizi muvaffak eylemesini sonsuz rahmetinden niyaz edelim. Bunlar elimizde yoksa, sabr-ı cemil vermesini, imtihanı kazanmak için yardımını lutfetmesini istirham edelim.
“Allahım Senden ne gelecekse gelsin,
Sen ki kahrınla da lutfunla da güzelsin!”
diyelim.
Mevlana’nın şu sözü, bu dünyada imtihana maruz kalanlara ne güzel derstir:
"Üzülme. Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun, Tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, Kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır."

ERGEN OLMADAN ÖLEN ÇOCUKLARIN DURUMU
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Henüz ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğu ölen her Müslüman’ı Allah, çocuklara olan rahmet ve şefkati sebebiyle cennete koyar.”
Ebû Sâid el-Hudrî’nin (r.a) anlattığına göre:
Bir kadın Resûlullah’a (s.a.v) geldi ve:
- Ey Allah’ın Resûlü! Senin sözlerinden hep erkekler yararlanıyor. Biz kadınlara da bir gün ayır, o gün toplanalım, Allah’ın sana öğrettiklerinden bize de öğret!” dedi. Peygamber (s.a.v):
- “Peki şu gün şurada toplanınız!” buyurdu.
Kadınlar toplandılar. Peygamber (s.a.v) de gidip Allah’ın kendisine öğrettiklerinden onlara öğretti. Sonra onlara:
- “Sizden (henüz ergenlik çağına gelmemiş) üç çocuğunu âhirete gönderen her kadın için bu çocuklar cehenneme karşı mutlaka siper olur.” buyurdu
İçlerinden bir kadın:
- “Bu durum iki çocuk gönderenler için de geçerli midir?” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v):
- “Evet, iki çocuk gönderen için de durum aynıdır” cevabını verdi. Daha sonra bu kadın: “Keşke, bir çocuğu öleni de sorsaydım” diyerek hayıflanmıştır.
Bu soruyu soran anne ve diğer anneler üzülmesin. Çünkü başka bir rivayette Allah Rasûlü Efendimiz (s.a.v) bunun müjdesini de vermiş ve şöyle buyurmuştur:“Bir çocuğunu defneden kimse sabreder ve Cenâb-ı Hak’tan ecrini dilerse, o kimseye cennet nasip olur.”
Üstad Bediüzzaman’ın, manevî yaralara merhem “çocuk taziye namesi” bu meselenin, bir bakıma bu hadislerin en muhteşem izahıdır. Sevgili okuyucularımızı orijinaline havale ederek biz sadece bir özet vermekle yetineceğiz. Söz Sultanı diyor ki:
Kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiârıdır. (Olmazsa olmazlarındandır.) Bu rıza ve teslim sabır kahramanlarının işidir. Onların "Başlarına bir musibet geldiği zaman ´Biz Allah´ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz” “Hüküm Allah´ındır.” derler ve hükmüne razı olurlar.
Kur´ân-ı Hakîm’de, cennette “Ebediyen yaşlanmayacak çocuklar.” dan bahsedilir. Bunlar, Mü´minlerin erginlik çağına ermeden vefat eden çocuklarıdır. Üstad Bediüzzaman’ın yukarda ki ayetten çıkardığı izaha göre bu çocuklar:
1-Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, sürekli çocuk kalacaklar.
2-Cennete giden anne ve babalarının kucaklarında, onlara ebedî sevinç ve mutluluk kaynağı olacaklar ve onlara çocuk sevme zevkini sağlayacaklar.
Çocuklarının (özürlü-engelli haline ve) vefatına sabredenler, dünyada on senelik kısa bir zamanda acılarla karışık evlât sevme zevkine bedel, ahirette acısız, ebedî evlât sevme zevkini kazanmak, müminlerin en büyük saadet kaynağı olacaktır.
Bülüğ çağına ermeden veya genç genç çocuğu vefat eden ana-babalar şöyle düşünmelidirler:
Şu çocuk mâsumdur, günahsızdır. Onun Hâlıkı dahi Rahîm ve Kerîmdir. Benim noksan terbiye ve şefkatime bedel Allah, gayet mükemmel olan kendi şefkatli himayesine aldı. Dünyanın acı ve musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü´l-Firdevs’ine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi! Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaatim. Kendime de acımıyorum. Çünkü dünyada kalsaydı, on sene gibi kısa bir müddet, o da belki acılarla karışık bir evlât muhabbeti verecekti. Eğer salih olsa ve dünya işlerinde de güçlü olsaydı, belki bana yardımcı olurdu. Fakat vefatıyla, ebedî Cennette on milyon sene bana evlât muhabbetini taddıracak ve bir şefaatçı olacaktır. Elbette ve elbette, şüpheli, peşin bir menfaati kaybeden, sonra gelecek olup kesin olan bir menfaati kazanan, çok acı çektiğini göstermez, ümitsizce feryad edip ağlamaz.
Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve ayrılık ebedî olsaydı, derin acılar hissetmenin, ümitsizce kederlenmenin bir mânâsı olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitti ise, siz de, biz de oraya gideceğiz. Madem bu ölüm sadece ona değil, hepimizedir. Hem madem ayrılık da ebedî değil; ileride berzahta, ve Cennette görüşülecektir. Öyleyse “Hüküm Allah’ındır.” "O verdi, o aldı.” demeli, her hal için Allah’a hamd etmeli, sabırla şükretmelidir.
Ehl-i gaflet ve dalâlet, şu hakikatlerdeki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların ne kadar acınacak halde olduklarını şundan anlayabilirsiniz: Bir ihtiyar hanım, gayet sevdiği bir tek çocuğunu sekeratta görüyor. Bir taraftan kendisini dünyada ebedi kalacakmış gibi zannediyor; bir taraftan da gaflet ve dalaleti yüzünden ölümü yokluk ve ebedî ayrılık şeklinde düşünüyor. Bunlarla beraber bir de çocuğunun yumuşak döşeğine bedel, kabrin toprağını gözünün önüne getiriyor. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ın cennet rahmetini, firdevs nimetini düşünmüyor. Böylece ümitsizce bir keder ve acılar içinde kıvranıp duruyor. Fakat dünya ve ahiret mutluluk vesilesi olan İmân ve İslâmiyet, mü´mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı Rahîmi, (Merhameti sonsuz Yaradan’ı,ölümle) onu bu pis dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek. Hem sana şefaatçi, hem ebedî bir evlât yapacak. Ayrılık geçicidir, merak etme. "Biz Allah´ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz” “Hüküm Allah´ındır.” de, sabret. Baki olan yalnız Allah´tır.
Allah, vefat eden çocukların ana-babalarına sabr-ı cemil versin. Ahirette de o yavruları onlara, şefaatçi ve ahiret azığı eylesin.
Dr.Vehbi KARAKAŞ
 

RecreatoR

Üye
Üye
Katılım
Eyl 17, 2012
Mesajlar
16
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Çocukların özürlü ve engelli olmasına dış etkenler de sebep olabilir. Eğer bu etkenler içinde ana-baba varsa, eğer anne-babanın içtikleri sigara ve aldıkları alkol yüzünden çocuklar özürlü ve engelli olarak dünyaya gelirlerse, onların öyle yaratılmasına sebep olanlar, eğer tevbe etmez ve kendilerini affettirme çabası içine girmezlerse bunun cezasını çok ağır çekeceklerdir. Hem bu dünyada, hem de ahirette.

Bu tespitin bilimselliği varmıdır?

Dış etken ile, iç etkeni karıştırmış olmasın bu yazar..?

Dış etkenler farklıdır. Dış dünyada olan olaylardır.
Silahla yaralanmak, darp edilmek, arac la kaza, depremde usulsüz bina da sakat kalma, yanlış tedavi sonucu. v.b.....

Bunlar dış etkenlerdir.

Bu dış (suç) etkenlerden hesap sorulmamasınında, insanları isyana götürmesi de olasıdır.

Asıl 70-80 milyon un cehenneme gitme olasılığı daha çoktur.

Ayet gayet açıktır. ''Allah ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.'' Maide - 44
Yani kısacası müslümanın kitabında zararın bir diyeti(tazminatı) vardır.

Siz zarar verilen, yaşamını engelli olarak sürdürecek insanın tazminatını vermezseniz.
Suçluyu cezalandırmazsanız. O engelli nin kul hakkını, bin kere hac yapsanız ödeyemezsiniz.

Bir insanın isyanına sebeb olmaktan daha büyük günah yoktur.
''Kısasta hayat vardır.'' Bakara - 179

Bu bab da açıkça görülüyorki, Doğuştan olan engeller elbette imtihandır.
Direk Allah dan gelmiştir. Sorgu sual edilemez.

Lakin, dış etkenlerle birileri bize zarar vermiş ve bunun diyeti hukuku sorulmuyorsa..
Engellinin ızdırabını kat kat arttırır.
Müslümana yakışan zararı tazmin etmektir.

Ama görüldüğü üzre başımızdaki zatlar müslümanlar, ama kendilerine müslümanlar.

Uzvun tam diyeti, hayatın diyeti günümüz parası ile 3 milyon tl dir.

İslamı anlatıyorsunuz. Çok güzel, asıl bu yönlerini hukuksal boyutlarını anlatsanız daha güzel olucak!..

Siz, bunları gidip yetkililere anlatın ki, adaleti gören engelli/mağdur bireylerin gönülleri islama bağlansın.
Aksi taktirde şeytanın yaptığından daha çok zarar vermiş olursunuz. İnsanların buğz etmesine isyanına vesile olmuş olursunuz...?
 

SIDDIK

Üye
Üye
Katılım
Mar 24, 2013
Mesajlar
8
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Bazı Muslumanların Zengin - Fakir, Engelli - Sağlam Olarak Doğması ve Yaşaması Adalet mi?
 
Tekerlekli Sandalye
Üst