Anksiyete bozuklukları, Şizofreni, Diğer Psikozlar hakkında bilgiler...

İskender Durgun

Üye
Üye
Katılım
Eyl 4, 2010
Mesajlar
599
Tepkime Puanı
0
Puanları
16
Yaş
57
Panik Bozukluk ve Agorafobi

Giriş

Anksiyete psikiyatrik bozukluklarda çok yaygın olan bir belirtidir. Bulaşıcı hastalıklarda (intaniye) ateş ne kadar temel bir belirti ise psikiyatrik hastalıklarda da anksiyete o denli temel bir belirtidir. Türkçe'de tam olarak bir karşılığı yoksa da "bunaltı, kaygı, korku, endişe, sıkıntı" kelimeleri bu ruh halini kısmen de olsa tanımlayan ifadeler olarak kabul edilebilir.

Anksiyete halinin iki önemli bileşeni vardır: psişik ve fizyolojik. Psişik bileşen kişinin benliğini kaplayan "sıkıntı, korku, endişe, kaygı ve bunaltı" hissidir. Pek çok kişi anksiyetenin psişik yönünü "sanki kötü bir şey olacakmış gibi bir his" olarak tanımlar. Bu durumdaki kişiler kapı çalındığında, telefon sesi duyduklarında "kötü bir haber alacakları endişesi" yaşadıklarından söz ederler. Fizyolojik alanda ise şiddeti kişiden kişiye ve durumdan duruma değişen "çarpıntı, terleme, titreme, ağız kuruluğu, sık idrara çıkma hissi, ürperme, üşüme, uyuşma, karıncalanma vb öznel duyumlar" gerçekleşir. Çoğu zaman kişinin her iki alanda yaşadıkları birbirini tetikler ve bir kısır döngü oluşur. Kaygı yaşayan kişilerde yukarda sözü edilen fizyolojik tepkiler gelişir. Bu tepkileri yaşayan kişinin kaygısı daha da artar ve kısır döngü böylece sürer gider.



Anksiyete bazen sınav, iş görüşmesi, ilgi duyulan birine yapılan çıkma teklifi, uçak seyahati vb. (kişi tarafından tehlikeli, riskli veya tehdit edici bir unsur olarak algılanan) durumlar öncesinde olurken, bazen görünür hiç bir neden olmaksızın da (patolojik anksiyete) olabilir.
Anksiyeteyi açıklayan yaklaşımlar

Anksiyetenin psikolojik ve biyolojik alanda ortaya çıkan belirtileri olduğundan, nedenlerini de bu iki zeminde açıklamaya yönelik görüşler vardır. Psikolojik yönden başlıca üç kuram anksiyeteyi açıklamaya çalışmıştır. Psikoanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud anksiyeteyi önceleri ruhsal enerjinin artışına, sonradan da bilinçdışında bir tehlikenin varlığının algılanmasına bağlamıştır. Freud'a göre anksiyete kişide içsel bir çatışmanın sonucudur. Bu çatışmanın bir ayağını bilinçdışındaki cinsellik ya da saldırganlık dürtüleri diğer ayağını ise kişinin süperegosu oluşturur. Bu görüşe göre anksiyete bir anlamda kişinin süperegosunun, bilinçdışındaki kabul edilemez dürtülere karşı verdiği savaşımın bir sonucudur. Bilişsel davranışcı kuram anksiyeteyi öğrenme modeli ile açıklar. Buna göre anksiyete özgül çevresel uyaranlara karşı "genelleşmiş koşullu bir cevap" olarak ortaya çıkar. Örneğin metroda fenalaşan bir kişi tekrar fenalaşacağı korkusu ile metroyu kullanmak istemez. Giderek korkusu otobüs, uçak vb. taşıt araçlarına karşı da genellenir. Hatta market sinama vb. kalabalık yerleri de kendisi için tehlikeli bulabilir ve bu tür yerlerde de fenalaşacağı korkusu yaşar. Anksiyete çocukluktan itibaren ebeveynin olaylar ve durumlar karşısında verdiği tepkilerin gözlenmesi ve öğrenilmesi ile de gelişebilir (sosyal öğrenme). Bilişsel davranışcı kuram özetle anksiyeteyi kişinin gerçeği hatalı ya da çarpık algılaması ve değerlendirmesi sonucunda edindiği yanlış izlenimlere bağlı olarak ortaya çıkan abartılı ve gereksiz bir "tehdit ve tehlike beklentisi" olarak açıklama eğilimindedir. Varoluşcu kurama göre ise anksiyete kişinin yaşamı anlamsız bulması ve bunun sonucunda içine düştüğü "hiçlik" duygusuna bağlıdır.



Anksiyeteyi biyolojik yönden açıklayan kurama göre anksiyetenin biyolojik nedenleri vardır. Başta noradrenalin, serotonin ve GABA olmak üzere bazı nörotransmitterlerin anksiyete oluşumunda önemli rolleri vardır. Gerek hayvan deneylerinde, gerek insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda bu kimyasallarla anksiyete arasındaki ilişki ortaya konmuştur. Örneğin panik bozukluklu hastalarda noradrenalin aktivitesini artıran kimyasallar belirtileri alevlendirirken, noradrenalin aktivitesinin azaltılması belirtileri yatıştırmaktadır. Benzer şekilde serotonin ve GABA sistemleri üzerinden etkinlik gösteren pek çok ilaç anksiyete bozukluklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Gelişmiş beyin görüntüleme teknikleri ile yapılan çalışmalarda beynin bazı bölgelerinin anksiyete ile ilişkili olduğuna dair veriler elde edilmektedir.

Şizofreni:

Şizofreni süregen karakterli, ağır bir beyin bozukluğudur. Cinsiyet, ırk, kültür, coğrafi bölge, sosyal ve ekonomik farklılık göstermeksizin dünyanın her tarafında, nüfusun yaklaşık %1 kadarını etkiler. Bu oranı dikkate aldığımızda Türkiye'de yaklaşık 750 bin şizofreni hastası olduğu düşünülebilir. Genellikle geç ergenlik ve erken erişkinlik döneminde (15-25 yaş arası) başlar ve kişiyi yaşamı boyunca etkiler. Otuzlu hele de kırklı yaşlardan sonra başlaması son derecede nadirdir. Tipik olarak "remisyon ve relaps " dönemleri ile karakterize bir seyir gösterir. Bu özelliği ile yüksek tansiyon, şeker, astım, ülser, romatizma vb. diğer dahili hastalıklardan farklı değildir. Alevlenme dönemlerinin süresi genellikle birkaç hafta ile birkaç ay arasında değişir. Yirmili ve otuzlu yaşlardaki alevlenmeler oldukça ağır seyreder. Alevlenme dönemleri, (hasta tedavi edilsin ya da edilmesin) yatışma ile sonlanır. Ancak yatışma gerçekleştiğinde hasta alevlenme öncesi işlevsellik düzeyinin biraz daha altında bir işlevsellik düzeyine geriler. İşlev kaybının olabildiğince az olması için atakların iyi tedavi edilmesi ve yeni atak gelişiminin önlenmesi çok önemlidir. Bu nedenle alevlenmeler sırasında ve sonrasında yapılacak medikal ve psikolojik tedavilerle işlev kaybı minimalize edilmeye çalışılır. Hastalık ellili yaşlardan sonra her iki cinste de ılıman bir seyir göstermeye başlar. Alevlenmeler giderek daha seyrek ve daha hafif olur. Şizofreni, erkek hastalarda, kadınlara göre hem daha erken başlar hem de daha ağır seyreder.

Anksiyete bozuklukları, Şizofreni, Diğer Psikozlar hakkında genel bilgiler aşağıdaki linkten incelenebilir...

Prof. Dr. Ali Kemal Göğüş
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Anksiyete(Kaygı) Bozuklukları

Kaygı, bunaltı ya da sıkıntı olarak da adlandırabileceğimiz anksiyete, herkes tarafından zaman zaman yaşanan korkuya benzer bir duygudur.
..

Anksiyetenin Türkçede karşılığı, kaygı, sıkıntı olarak karşılık bulmaktadır. Bu nedenle, DSM IV TR’ de Anksiyete Bozuklukları başlığını "kaygı bozuklukları" olarak kendi dilimizde isimlendirebiliriz. Ancak bu isimlendirme anksiyete kelimesinin içerdiği anlam açısından tam bir karşılık olarak yeterli değildir. Burada, ansiyetenin bir kavram olduğunu kabul etmek gereklidir. Anksiyetenin tam olarak anlaşılabilmesi için, endişe, evham, iç daralması, bunaltı hissi, ve stres ait kavramların da bu tanımlamaya eklenmesi yararlı olacaktır. Bu nedenle anksiyete ifadesinin kullanılması kolaylık sağlayıcı bir durum olarak algılanmaktadır



Anksiyete, kişinin yaşadığı duygu-durum olarak değerlendirilir. Anksiyete yaşayan kişiler yoğun bir korku duygusu, kötü bir şey olacak endişeyi veya, kontrol edilemeyen kuşatılmışlık duygusu tarif ederler. Bu duruma eşlik eden bir tedirginlik duygusu, huzursuzluk, gerginlik duygusu da bu tanımlara eklenir



Anksiyete Bozukluklarının Sınıflanması;



Anksiyete bozuklukları sınıflanmasında, genel sıralama aşağıdaki gibi yapılabilir;



Panik Bozukluklar,



Özgül veya Sosyal Fobiler,



Obsesif, kompulsif bozukluk (Saplantı zorlantı bozukluğu),



Post-travmatik stres bozukluğu,



Bu sıralanan bozuklukları kısaca açarsak;



Panik Bozukluklar;



Panik Bozukluklarda temel özellik, tekrarlanan ve beklenmeyen zamanlarda ortaya çıkan panik atakların yaşanmasıdır. Panik atak yaşayan kişiler, bazı belli davranış özellikleri sergilerler; bu davranış özellikleri;



Kişi, tekrar tekrar panik atak geçireceği endişesi taşır,



Kişi yaşayacağı yeni atakların içerikleri veya sonuçlarına dair endişe taşır,



Kişi bu ataklara ait belirgin kabul edilebilecek davranış değişiklikleri gösterirler,



Panik atak, çeşitli bedensel(somatik) ve bilişsel(kognitif) belirtilerle yaşanır. Burada atak yaşayan kişinin duygulanımı, yaklaşan bir tehliken varlığı olarak ifade edilebilir. Sürekli olmayan ancak zaman zaman yinelenen yoğun korku yaşantısı ile karakterize olur. Panik atak, çok ani olarak ortaya çıkar ve hızla tepe noktasına tırmanır.



Panik atak esnasında ortaya çıkan Yaygın belirtiler, kalpte çarpıntı, nabız artışı, terleme, titreme, nefes alamama duygusu, baş dönmesi, bayılma duygusu, kontrolünü kaybetme duygusu, ölüm korkusu, olarak tanımlanabilir.



Yukarıda tanımlana panik atak konusunda da tanı koyma amacına yönelik ayırım yapılır, çünkü bu ataklar, ansiyete bozukluğu başlığı altında tanımlanan farklı rahatsızlıkların ayırımının yapılabilmesi için gereklidir. Burada ayırım yapmada en önemli unsur, panik atağın ne kadar ani başladığı ve ne kadar beklenmedik olduğunun belirlenmesidir.



Özgül ve Sosyal Fobiler



Özgül Fobiler



Anksiyete Bozukluklarının alt grubunda yer alan Özgül Fobiler, belirli obje veya durumlara yönelik, yoğun ve rasyonel olmayan korku duyulması ile bundan kaynaklı kaçınma davranışlarının görülmesidir. Buna bağlı olarak, korku duyulan objeye maruz kalma halinde, panik atak formuna yakın bir anksiyete tepkisi ortaya çıkabilir.



En Yaygın özgül fobileri, yükseklik, kapalı yer, açık alan, kan görme, ölüm, hayvanlar, olarak sınıflamak mümkündür. Bu atakları yaşayan kişiler, tekrar atak yaşayabileceklerini düşündükleri ortamlardan özenli bir şekilde uzak durmaya çaba sarf ederler.



Özgül fobiler yaşayan kişiler, oldukça yoğun korkular yaşarlar, bu yaşadıkları korku yaşamlarının kalitesini olumsuz yönde etkiler. Özellikle tanı koymada, bu korkulara bağlı yaşamın değiştirilmesi belirleyici bir unsur olarak değerlendirilir. Özgül fobi yaşayan kişiler, oldukça tipik olarak değerlendirilebilecek şekilde, panik ataktan çok, onları panik atağa sürükleyen durumların özelliklerinden duydukları korkuyu yaşarlar.



Sosyal Fobiler



Sosyal fobilerden bahsederken, kişinin diğer bireylerle birlikteliğinin kaçınılmaz olduğu yada kendilerinin bir performans gösterme gerekliliğinin bulunduğu durumlardan duydukları aşırı veya rasyonel olmayan korkularını, sosyal fobilerin temel özelliği olarak değerlendirebiliriz. Sosyal fobiklerde, tipik bir şekilde anksiyete, gerçekleşmek üzere olan bir sosyal durumdan önce ortaya çıkar. Eğer kaygı duyulan bir durum ortaya çıkarsa, bu defa, ani bir anksiyete tepkisi gelişir. Gelişen anksiyete tepkisinin de, panik atak formunda olması yüksek bir olasılıktır.



Sosyal fobi yaşayan kişiler, kendilerinin diğer insanlar tarafından, zayıf, sıkıntılı, aptal, başarısız vb. görülebilecekleri korkusunu yaşarlar. Diğer insanların kendilerini aşağılayacakları, utandıracakları, veya bir başka olumsuz nitelikle değerlendirecekleri endişesini taşırlar.



Obsesif, kompulsif bozukluk (Saplantı zorlantı bozukluğu)



Obsesyonlar(saplantılı düşünceler), kişinin istem dışı olarak sürdürdüğü inatçı düşünceler veya dürtülerdir. Obsesif kişiler başlangıçta bu düşünceleri görmezden gelmeye, bastırmaya veya farklı davranışlarla etkisiz hale getirmeye çalışırlar.



Kompulsiyonlardan(zorlantılı davranışlar) bahsedildiğinde ise, kişinin obsesif düşünlerinden kaynaklı olarak, yapmasının gerektiğini hissettiği davranışlardan söz edilmektedir. Kompulsiyonların kişi için anlamı, kendisine rahatsız veren bazı düşüncelerden kurtulmak veya bunların önüne geçmektir. Bu durumda kişi kompulsif davranışları gerçekleştiremediğinde, giderek artan bir anksiyete ve iğrenme duygusu yaşamaya başlar. Burada kişinin yaşadığı endişeler, tipik olarak, yaşam gerçeklerine uygun ancak abartılmış duygulanımlardır. Kişi bunların gerçek olduğu duygusunu taşır.



Post-travmatik stres bozukluğu



Post-travmatik stres bozukluğu, kişinin beklenmeyen, ani şekilde gelişen yaşantı sonrasında oluşan yada ortaya çıkan rahatsızlıktır. Burada söz konusu olan kişinin bu travmatik yaşantıya tepki olarak geliştirdiği bir sağlıklı olmayan bir durumdur. Bu bir stres tepkisidir aslında ve korku, çaresizlik, veya dehşet olabilir. Burada sağlıksız olan bu bu stres tepkilerinin yineleyici olarak açığa çıkması ve kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkilemesidir. Post-travmatik stres bozukluğu tanısı konulabilmesi için bu belirtilerin en az dört haftadır sürmesi şartı aranır.



Anksiyete Bozukluklarında Tanı Koyulması



Anksiyete Bozukluklarında tanısal değerlendirmede en önemli unsur, bu sorunu yaşayan kişinin, problemleri nedeniyle düşen yaşam kalitesiyle yaşaması yerine, farklı ve işlevsel çözüm yollarını kullanarak yaşamını yeniden düzenleme tercihini kullanmasına yardımcı olunacak gerçekçi bir terapi programının planlanmasıdır.



Anksiyete bozukluğu tanısı koyabilmek için danışanın geniş kapsamlı bir görüşme ile değerlendirilmesine gereksinim vardır. Bu geniş kapsamlı değerlendirme, yarı yapılandırılmış veya tam yapılandırılmış bir görüşme ile gerçekleştirilebilir.



Anksiyete bozukluklarının sağlıklı tanı bir tanı konulabilmesinde, bu alan için yapılandırılmış psikolojik ölçeklerden yararlanılmasının da faydalı olabileceği düşünülmektedir.



Anksiyete Bozukluklarında Tedavi



Anksiyete bozukluklarının çok uzun süredir devam etmesi veya ağır yaşanması durumunda ilaç tedavisi ile başlanması yararlı olacaktır. Sonrasında



Kişinin durumuna özel terapötik yardımın planlanması sorunun çözümünü mümkün kılacaktır.



Terapötik yardımın başlangıcında, özellikle kişinin Anksiyete bozukluklarına neden olabilecek tıbbi olarak organik bir problemin bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır.



Tanısal görüşme ve tıbbi araştırma sonrasında, danışanın sorun yaşadığı alanların her biri üzerinde problem analizi yapılarak, terapi planlaması yapılmalıdır.


Psikolog Deniz Tunçer
 
Tekerlekli Sandalye
Üst