Asıl His

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
“Ben de yürümek istiyorum; ayaklarımın yere basışını, özgürlüğümü hissetmek istiyorum. Saçlarımı taramak istiyorum; dağınıklıktan karışmış bu koyu kahve telleri, ellerimde hissetmek istiyorum. Arkadaşlarımla oynamak istiyorum, onları uzaktan izleyip farklı olduğumu hissetmek değil. Artık beni ve diğer bazı yeteneklere sahip olmayan arkadaşlarımı dışlamasınlar, hepimizin ortak oynayabileceği oyunlar öğrenelim. Kimse tek kalmayı hak etmemeli.”
Kimsesiz çocukların olduğu bir yurtta yaşıyordum. Annemi çok küçük yaşımda kaybetmişim. Onu hiç hatırlamıyorum, ancak fotoğrafı hep koynumdaydı. Çoğu gecemi, fotoğrafındaki bakışlarından yola çıkarak onu tanımaya çalışmakla geçiriyordum. Onu okuduğum kitaplardaki anne rollerine girdiriyor, “Bu durumda benim annem olsa ne yapardı?” düşünceleriyle, hikayeler uyduruyordum.
Babam beni, küçük yaşlarda, bir de havale geçirip kollarımın ve bacaklarımın felçli hale gelmesi üzerine, buraya bıraktı. Özürlü olduğumu, bu bulunduğumuz imkansızlıklar altında büyüyemeyeceğimi söyledi. Birçok çocuğa göre daha çok bakıma ihtiyacım olduğunu biliyordum; bana yardımcı olacak kişiler olmalı, hiçbir şeyden mahrum kalmamam için özel olarak birçok eşya tasarlanmalı, daha fazla bana motivasyon sağlayacak etkinliklere katılmam sağlanmalıydı. Bunlardan dolayı babamın diğer birçok çocuğun babalarına göre, bana bakma gücü yeterli olamayacaktı. Sahip olamadığım şeyler artıyordu ve buna bir de babamın sevgisini yaşayamamak eklenmişti.
Yurtta arkadaşlarımla olanaksızlıklar yüzünden pek fazla zaman geçiremiyordum ama bu yalnız kaldığım zamanları, bilim dergileri okuyarak ve düşünerek geçiriyordum. Bunu, yurtta bize gönüllü olarak haftada bir gün gelen öğretmenim sağladı. Öğretmenimiz bizimle konuşur, bizlere olayları farklı açılardan görebilme yeteneğini kazandırırdı. Her konuşmamızın sonunda “Ben bu yönden nasıl daha önce düşünemedim?” dediğim olurdu. Öğretmenime yine bir gün yapmak isteyip engellerimden dolayı yapamadıklarımı sıralıyordum. Uzun uzun anlatırken bir ara öğretmenimin yüzüne bakma ihtiyacı duyup başımı kaldırınca, öğretmenimin şefkatli ve sabırlı bakışlarını üzerime diktiğini gördüm. Bu bakışlar beni susturdu ve bende onu dinlemem gerektiği hissini uyandırdı. Ve öğretmenim bana sahip olduğum çok önemli bir şeyi hatırlattı. Beynimi. Bana protez diye bir şey olduğunu söyledi. İnanamadım. İnanamadım. Ben niçin bunu bilmiyordum? Yüzünde o tatlı gülümsemesi, gözlerinde yeni bir düşüncenin verdiği parlaklık ve heyecanla bana bunları söyledi: “Belki sen de ünlü bir bilim insanı olur ve robot el, ayak icat edersin. Düşünsene senin düşüncelerine göre hareket edebilen parmaklar… Neden olmasın değil mi tatlım? Engellerin, düşünce yeteneğinin önünde set olmasın.”
Uzun süre boyunca günlerimi, öğretmenimin her hafta unutmadan getirdiği dergileri, yurttaki annelerimden rica ederek edindiğim gazetelerdeki yeni icatları okuyarak geçirdim. İçimde büyük bir istek vardı, daha çok araştırmalı daha çok düşünmeliydim. Benim sahip olmayı istediğim şey bacaklar ve kollar değil mi? Protez bunu sağlayamaz mı? Peki hala neyi düşünüyordum?
Birkaç yaş daha büyüdüğüm, artık daha bilinçli ve bilgili olduğum bir yaz günü yurdun bahçesinde otururken, yurdun karşısındaki pastanenin çalışanları, içinde her çeşit dondurmanın bulunduğu büyük kutuları bahçemize getirdi. Onlarla birlikte de birbiriyle ikiz olan iki abla, biz çocukların yanına geldi. Otuz yaşlarında idiler. Yanlarında benim yaşlarımda iki çocuk vardı. Arkadaşlarım ikizlerin bu denli benzerliğini çok şaşırtıcı buldular. Benimse bilgilerimden dolayı onlara sorduğum ilk soru, tek mi yoksa çift yumurta ikizi mi olduklarıydı. Buraya gelme amaçları, birkaç yıl önce bugün kaybettikleri yakın tanıdıklarının, böyle iyi bir yardımla hatırlanmasıymış. Kaybettiğimiz sevdiklerimizi anmanın belki de en güzel yolu gerçekten buydu. Onların ruhları, biz masum birilerini mutlu edince daha da mutlu olmaz mı? Sonra da çocukça düşündüğümü düşünüp kendime güldüm. Ama ablalar da öyle düşünmüştü işte.
Çilekli, fıstıklı, karadutlu dondurmalarımızdan külah külah yedik. Biz çocuklar dondurmaya bayılıyoruz! Yüzümüze bir mutluluk, hareketlerimize bir canlılık geldi. Ablalar çok cana yakındı, gelmişken bizlerle oyunlar oynadılar, sohbet ettiler. Sevgiye aç biz çocuklar için böyle misafirler gerçekten çok etkili oluyordu. Hepimiz, benimle daha çok ilgilensin düşüncesiyle birbirimizle bir yarışa giriyorduk. Benim şaşırdığım şey, ben ikiz ablaları ayıracak ses tonu gibi, davranış, gülüş, görünüş gibi hiçbir farklılık bulamazken kendi çocuklarının onları hiç karıştırmamasıydı. Sanırım bu da bir anneye sahip olma hissiydi. Anne çocuk arasındaki o görünmez bağ dedikleri, işte bu olsa gerekti. Ben ikiz ablaları çok sevdim. Ama bir tanesini daha çok… O kadar samimi ki. Gözlerinin içi gülerek beni gerçekten severek bakan biri… Yanımdan hiç ayrılsın istemedim. Bana deneyimlerini, bazı geçirdiği komik olayları anlattı. Uzun zamandır böyle içten gülmemiştim. Dişlerimin inci gibi olduğunu, gülüşümü çok beğendiğini söyledi. Birbirimize yanımızda olamayan sevdiklerimizden bahsettik. Gözlerimin dolmasıyla onları, ondan kaçırdığımı anlamış olacak, bana ağlamanın da gülmek kadar doğal bir şey olduğunu düşündüğünü söyledi. “Mutlu olunca gülersin, üzgün olunca ağlarsın. Hatta bazen mutlu olunca bile ağlarsın, değil mi inci dişlim?” dedi, gülümsemesiyle kısılıp, çizgi halini almış gözleriyle. Sonra birden beni gıdıklamaya başladı. Ben de ne çok gıdıklanırmışım. Onu sevdiğimden olacak bu çok hoşuma gitti, yorulmadan dakikalarca güldüm. O da dakikalarca gıdıkladı. Yanaklarımın ağrımasıyla, gülmekten karnıma krampların girmesiyle artık gıdıklama sırasının bana geldiğini düşünüyorken yüzümdeki koca gülümseme yerini, anlam dolu gözlerime, engel sahibi olduğumu hatırlayan bir küçük tebessüme bıraktı. O sırada aklıma gelen mükemmel fikirle tebessümümü biraz daha büyüterek, yanımdaki işitme ve konuşma engelli arkadaşıma döndüm ve işaret dilimizle şunu istedim: “Benim yerime, ablayı gıdıklar mısın?”
Evet, ben bunu düşünüyordum. “Ben ayaklarımı yere basınca altındaki taşları hissetmek istiyorum, bileğimde bilekliğimin sallanışını. Ben parmak uçlarımla güldürmek istiyorum birini. Sevdiğim birinin teninde hissetmek, etlerinin üstünde hızlı hızlı dolaşan parmaklarımla o güldüren hissi ona ben yaşatmak istiyorum. Ben gıdıklamak istiyorum.”
Küçükken iç organların, dokuların nakillerinin olabilmesi bende, neden kol ve bacak gibi organlarımızın nakillerinin olamayacağı sorusunu uyandırdı. Bir bilim insanı oldum. Meslek hayatım boyunca bunun için çalıştım. Ve böyle nakillerin olabileceğini tüm belgelerimle tüm dünyaya duyurdum. Bugün doktorlarımız dünyanın ilk el nakli ameliyatını gerçekleştirdi. Benim gibi engele sahip olanların hislerini hissederek çalıştım. İsteklerini bilerek yıllarca araştırdım. Protez kol ve bacaklarımla hiç söylenmeden, dinlenmeden… Şimdi engelli arkadaşlarımın isteklerini gerçekleştirebildiğim için çok mutluyum. “Asıl hissetmemiz gereken hissin, bu dünya için yararlı bir şeyler yapmış olma hissi olduğunu öğrendim.”
Gıdıklamasını rica ettiğim arkadaşım ünlü bir tasarımcı oldu. Konuşarak anlatamadıklarını çizimleriyle anlatıyor. Çalışma masası, koltuk, sokak ihtiyaçları vb. tasarımlarıyla her engele en uygun çözümü buluyor.
“Bizler farklıyız. Farkımızla fark yarattık. Bu düşüncemin artık çocukça olduğunu düşünmüyorum. Masum birilerini mutlu ediyorum, ruhun daha mutlu mu anneciğim?”


Ad – Soyad : Bükre KOÇAK

Kısa Özgeçmiş : 1994 yılında İstanbul’da doğdum. 2008 yılında İzmir Adnan Mazıcı İlköğretim Okulu’ndan, 2012 yılında İzmir Konak Anadolu Lisesi’nden mezun oldum. Şu an tam burslu olarak Okan Üniversitesi’nde İngilizce hazırlık okumaktayım. Seneye 4 yıllık Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünde lisans eğitimimi almaya başlayacağım. Ayrıca bir Almanca dil kursuna devam etmekteyim. Hobilerim arasında kitap ve şiir okumak, tenis oynamak, dans etmek ve yüzmek bulunuyor.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst