Ayna: Öykü

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Her zaman doğruyu söyler mi aynalar?

Güneşin batmasına yarım saat kadar var. Küçük mahallemizin dolambaçlı yollarından geçerek eve doğru giderken dar sokaklarda oynayan çocukların yanından geçiyorum. Küçücük bedenlerinde taşıdıkları umut dolu yüzlerinde büyük gülümsemeler büyük heyecanlar var. Günün sıkıntısıyla kendini ne kadar yorgun hissetse de, ne kadar çok derdi olsa da; sevinç içindeki çocukları görünce mutlu oluyor insan. Biraz ilerde bu mahalledeki her yaşıtım gibi benim de çocukluğumu etrafında geçirdiğim asırlık çınar… Batmaya yüz tutmuş güneşin yansımasıyla yere düşen gölgesini görünce çocuk aklımla bu gölgeden korktuğumu hatırlıyor ve gülümsüyorum. Bir sevinç var bugün içimde. Annemin tatlı yapmak için bakkaldan almamı istediği un ve kardeşimin istemenin ötesinde almam için yalvardığı küçük yıldızlı top elimde. Yıldızlı top demişken bütün çocukların gündüz komşu çocuğu Hasan’da görüp akşam ailelerine anlata anlata bitiremedikleri, mahalle bakkalına yeni geleninden… ‘Küçük bir kardeşe sahip olmak güzel bir şey’ diye geçiriyorum içimden ama sadece onun isteklerini yerine getirip yüzündeki kocaman gülümsemeyi görebildiğin zaman. Yine öyle bir gülümsemeyle karşılaşacağımı bilmenin hissi bile içimin bir huzurla kaplanmasına yetiyor. Yoldan geçenlere başımla selam veriyorum. Etrafıma neşe saçıyor, gülücükler dağıtıyorum. Dedim ya mutluyum bugün.

Ve birden o çıkıyor karşıma. Hemen yanımda bulunan ufak sokak girişine kendimi atmak istiyorum ama nafile. Her zamanki gibi, onu ilk gördüğümde ve o günden sonra her gördüğümde olduğu gibi olduğum yerde kalakalıyorum. Sanki bir çivi gibi mıhlanmışım oracıkta. Rüzgar esiyor farkediyorum. Yüzüme birden çöken o müthiş yanma hissinden kıpkırmızı kesildiğimi anlayabiliyorum. Öyle ki ılık ılık esen rüzgar o yanma hissinden bir kısmını alıp götürüyor. Birden cesaret edip kafamı kaldırıyorum ve gözlerim gözleriyle buluşuyor. Hayallerimi süsleyen o bir çift göz… Tıpkı ilk günkü gibi etkileniyorum. Bu esnada o yolun yan tarafından fazla da umursamadan geçip gidiyor. Ben mi ? Hani mutluyum demiştim ya bugün. Buraya kadarmış işte. Çocukların gülümsemesi, insanların sıcak bakışları havanın o güzel ışıltısı, kısaca güzel olan her şey bir anda yok oluveriyor. ‘Tam da unutmaya başlamışken nerden çıktı karşıma?’ diyorum kendi kendime. Onu her andığımda her hatırladığımda olduğu gibi o ilk gün, o ilk bakış, o ilk haz, o ilk his geliyor aklıma. Ağlıyorum…

Küçük bir mahalle burası. Herkes birbirini tanır ve tanımaktan öte herkes birbiriyle acısını tatlısını her şeyini paylaşır. Köyden kente gelmenin ve bu kentte bir başına olduğunu bilmenin verdiği korkuyla yirmi yıl önce buraya yerleşen babam ve annem bütün çekincelerinin yok olduğunu görünce kendilerini oldukça şanslı hissetmişlerdi. ‘Eş yok dost yok akraba yok ne yaparız yaban ellerde bir başımıza’ düşüncesi ‘Biz kocaman bir aileyiz’ hissiyatına bırakmıştı zamanla yerini. Evet. Bu mahalle gerçekten kocaman bir aileydi. Her ev sakini de bu koca ailenin birer ferdi... İşte bu büyük ailenin çocuklarından biri artık yeni bir hayat adım atıyordu o gece. Şimdinin yirmili yaşlı gençlerinin hepsinin çocuklukları birlikte geçmiştir burada. Hepsi birbiriyle kardeş gibidir. İşte o kardeşlerden biri… Bakkal Hüseyin amcanın kızı Fatma için o gece baba evinden ayrılma gecesiydi.

Küçükken mahallenin tam ortasında bulunan büyük caminin arka bahçesindeki çınar ağacının altında oturur hayata dair beklentileri üzerine konuşurdu bütün kızlar. Bense hep dinlerdim onları. Ne konuştuklarını ise tahmin ederdim. Aile hayatları, okulları, işleri ve en önemlisi evlilik hayalleri… Bu yaşlardaki kız çocukları başka ne konuşuyor olabilirlerdi ki? Ne çok isterdim onların muhabbetlerine ortak olup kendi kafamdakileri anlatabilmeyi…

İşte o gece düğünde görmüştüm onu. Yalnızca bir bakış… Uzaktan uzağa o gözden bu göze doğru atılmış bir ok sanki. Sadece gözüme ilişmekle kalmamış kalbimin ta derinlerine kadar işlemişti. O gece belki de defalarca çarpışmıştı bakışlarımız. Defalarca gönüller arasında köprüler kurulmuştu. Sanki bu dünyadan değil de başka bir alemden gelen bir ışıltıydı bu. İçimi bir huzur kaplamıştı. Rüya gibiydi o gece. Fatma’nın düğünü benim için anlamını yitirmiş, aklımdaki her şey silinip gitmişti. Yerine ise bir çift göz oturmuştu. Hiç uyanmak istemediğim bu rüya da her güzel rüya gibi bitip de eve dönme vakti geldiğinde onu bir daha görememenin korkusu kapladı içimi. Zar zor kendimi attığım yatağımda o ana kadar hiç yaşamadığım kadar karmaşık duygular yaşadım bütün gece. O bir çift gözün ruhumdaki tesirini hissettikçe ruhumu kaplayan huzur ve hemen ardından onu bir daha göremeyecek olmanın eşsiz korkusu… Bu ikilemde geçirdiğim o gecenin ardından her gecem her gündüzüm aynı his ve aynı duygularla perişan olmaya başladı. Ta ki yukarı mahallenin küçük çocuklarından biri bir gün elime ufak bir not sıkıştırana kadar.

Ondan tekrar haber almanın ve onun da benim gibi hisler içerisinde olduğunu bilmenin coşkusu içimi öylesine kaplamıştı ki ailem dahi son zamanlardaki mutluluğumun farkına varıp sevinmişlerdi. Evet mutluydum artık. Artık kalbim iki kişilik atıyordu ve benim için atan bir kalp daha vardı. Bunu bilmenin hissi bile insana ayrı bir güç ayrı bir heyecan veriyordu. Aynı anda aynı yerden geçmek için sözleşmeler yapıp o bir iki saniye içerisinde özlem gidermeye çalışmak, uzun mektuplarla sevgimizden ve ilerki hayatımızdan bahsetmek en önemli mutluluğumuzdu. Hiçbir şeye değişmeyeceğim bir mutluluk…

Ama her güzel rüya biter ya sonunda, insan hayal kırıklığıyla uyanır ya hep… Ben yaşayarak öğrendim bunu.
Ben her şeyin artık eskisinden daha iyi olacağına kendimi tam inandırmışken bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başlamıştım. Gönderdiğim mektuplar cevapsız kalmaya, notlar karşılık bulmamaya başlamıştı. Hayır yine her zamanki gibi sonu hüsran olan bir mutluluk olmamalıydı bu. O bana bunu yapmazdı. Yapamazdı. Yapmamalıydı. Onlarca çağrıma cevap alamayınca artık konuyu Fatma’ya anlatmaya karar verdim. Fatma gözlerini kaçırıyordu. Belli ki gerçekten ters giden bir şeyler vardı. Ne olduğunu kendi lisanı halimle defalarca sorduktan sonra Fatma’nın düğümlenen boğazından birkaç kelime dökülüverdi, sonra farkına varıp benim anlayacağım şekilde ifade etti: “O öğrenmiş… Seni… Yani şey olduğunu… “Fatma artık gözyaşlarını saklamıyordu. Bense sanki bu sonucu bekliyormuş gibi hiçbir şey olmamış gibi öylece duruyordum. Orda öylece kalakalmıştım. İşte bir rüyadan daha o an uyanmıştım.

Bütün bunlar gözlerimin önünden ve zihnimden geçerken o çoktan uzaklaşıp gitmişti. Bense şaşkın bir halde hala aynı yerde duruyordum. Kendimi toplamam gerektiğini düşünerek etrafıma bakındığımda yolun karşısındaki bankı gördüm. Biraz oturmak iyi gelecekti. Adımımı attığımda galiba yeni bir rüya daha başlıyordu.
Gözlerimi açtığımda annemi başucumda ağlarken buldum. Babamsa yanındaki adamla hararetli bir şekilde tartışıyordu. Sahi kimdi o adam? Nerede olduğumu anlamak için etrafıma baktığımda beyaz önlüklü bir hemşire gördüm. Kendisine baktığımı görünce gülümsedi ve bana doğru yaklaştı. Gözlerimi açtığımın farkına varan annemse birden üzerime doğru atıldı ve sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yavaş yavaş durumu çözmeye başlıyordum. Babamın tartıştığı şu adam… Bana çarpan arabanın şöförü olmalıydı. Ne dediğini bilmiyorum tabiki ama kafamda şöyle canlandırdım:

“Ağabey vallaha benim bir suçum yok. Son anda gördüm defalarca kornaya bastım, etraftaki herkes bağırdı ama kızınız yoldan çekilmedi”
Babam vereceği belki de veremeyeceği kelimelerin boğazında düğümleneceği cevap ise şu olmalıydı
“Çünkü o duyamıyor.”

Hastaneden çıkacağım gün gelmişti. Annemin babamın ve kardeşimin yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Zaten yıllarca onların mutluluğunun tek referansı benim iyi olmam kendimi iyi hissetmem olmuştu. Ben de kendimi artık daha iyi hissediyordum. Annemle kapıya doğru yönelirken hastanenin büyük aynasının önünden geçiyorduk. Annem ve ben. Aynaya baktığımda ikimiz de aynı şeylere sahip aynı nitelikte iki insandık. Hiç fark yoktu aramızda. Ama gerçek öyle değildi. Gerçek öyle olmadığını her fırsatta hem de hiç acımadan, düşünmeden hatırlatıyordu bana. Aynaya yaklaştıkça zihnimde canlanan soru bütün bedenimi kuşatıyordu:

Gerçekten de her zaman doğru söyler miydi aynalar?

M. Emre BALCI


26 Ağustos 1990 Rize doğumluyum. İlköğretimimi ve lise öğrenimimi Ankara’da tamamladım. Gazi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nü bitirdim. Uzun zamandır edebiyatla ilgileniyorum. Hikaye, şiir, makale, tiyatro gibi dallarda çeşitli çalışmalar yaptım.Daha önce düzenlenen çeşitli edebiyat yarışmalarında ödüller aldım.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst