Bahar

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Alt komşumuzun kızıydı Bahar. İsmi gibi bahar kokan, etrafına bahar çiçekleri gibi tazelik yayan, gülüşüyle baharda gelen kuşlar gibi yüreklere neşe dolduran bir kızdı. Ailesinin tek evladıydı Bahar. Benim de en yakın arkadaşım. Okuldada da çok başarılıydı. Hem de çok yetenekli. Okuldan eve koşa-koşa gelir, annesinin yalnızlığına çare oluyor, renglerle harikalar yaratır, annesine yemek yapmaya yardım ediyor, beraber babasının yolunu beklerlerdi. Bazen bize gelirlerdi annesiyle, benim odama çekilib hayellerimizden konuşurduk. Annesi onun doktor olmasını, kendisi ressam olmak istiyordu. Hayellerinden vaz geçecekmisin deye sorunca da, yok vaz geçmem doktor olurum, ama ressam da olurum diyor, o güzel sesiyle kahkalar atıyordu. Etrafımda üzgün kimseyi görmek istemiyorum derdi hep, ben universite sınavlarını kayıp etdiyimde “canın sağ olsun, seni sıralarına almayan universiteler üzülsünler” demişdi. Arkadaşlarının doğum günlerini, sevdiklerinin özel günlerini hiç unutmazdı. Her zaman bir hediye alıp her keslerin gönlünü hoş tutmaya çalışıyordu. Lise son sınıfdayken aşık olmuşdu Bahar. Gelib sırrını benimle paylaşmışdı. O kadar saf temiz duygularla anlatıyordu ki, her şeyi. Dinledikce, aşkın Baharın diliyle bir başka kokduğunu hiss ediyordum ben... O liseyi bitirince tıp fakultesini kazandı, tabii buna en çok annesi sevindi. Ama Bahar da mutluydu, onu tebrik etmek için evlerine gitdiyimizde “karşında resim aşkıyla yanıb tutuşan bir doktor adayı duruyor. Artık ne yapalım, ben hastaları ameliyat ederken eldivenime bulanan kanla bile eserler yaratırım” - demşdi. Çok gülmüşdük.

Her şey çok güzel devam ederken babamın tayini çıkdı ve biz başka şehire taşınmak zorunda kaldık. Taşınmak konusu açıldığı an her zamankı gibi annemin yüzü asıldı. Sebebini soran babama “sana ne oluyor ki, şu kadar eşyayı toplamak, sonra da yeni evin kalıbına uydurmak kolaymı sanıyorsun? Nerdeyse, bu taşınmak üzerine uzman sayılırım” - diye sitem etmeye başladı. Babam annemi çok seviyordu bu sefer ona hak verdi ve sonuncu tayin yerinde eşyalı ev tutmak kararı aldı.

Evimizi bırakıb başka yere gitmek bir yana, beni en çok Bahardan ayrılacağım üzmüşdü. Yeni yaşantımızda Baharın eksikliyini çok hiss etdim, onun dostluğuna ihtiyacım oldu... Ama insanız ya, alışıyoruz her şeye. Uzun yıllar Bahardan hiç haber alamadım. Babam bir gün işden eve dönerken “sana çok sevindiriçi bir haberim var. Tayinim nihayet çıkdı. Tekrar Baharlara komşu olacağız”. Öyle sevindim ki, anlatamam. Bu sefer de burdaki arkadaşlarımdan ayrılıyordum, ama bu ayrılık ucunda Baharı görmek var diye, çok da buruk deyildi.

Biz babamın işi dolayısıyla Anadolunun çok ilini gezmişdik. Nerdeyse güneyinden kuzeyine, doğusundan batısına. Her yaşadığımız yerden ayrılarken orda kalbimizin bir parçasını burakıyorduk. Yine de öyle olacakdı, ama babamın söylediyine göre bu son ayrılık olacakdı. Biz de artık kendi evimize, çevremize dönecekdik. Bütün bunlar bir yana artık Bahara komşu olucakdık, en yakın arkadaşımın tatlı sohbetlerini dinleyecek, beraber ayaklarımız isyan edene kadar gezecektik...

Bir hafta sonra sabah olmadan evimizin olduğu binanın karşısındaydık. Ben arabadan iner inmez Bahara koşacakdım, annem kolumdan yakaladı: - “Dur acele etme, kaç yıl arkadaşından ayrı kaldın, bir-iki saat daha sabret. İnsanları telaşlandırırsın. Sabahın bu saatinde kapılarını çalırsan korkarlar” - dedi. Hak verdim anneme. Evimize çıkdık. Annem, babam, kardeşlerim yol yorgunluğundan hemen dinlenmeye çekildiler. Bense, pencerenin karşısında oturub güneşin doğmasını bekledim. Evimizi de çok özlemişdim. Annem evimizin bir anahtarını da aynı şehirde oturan kardeşine vermişdi. Teyzem çalışıyordu, ama zaman buldukca, gelib evimizin sağına soluna el gezdiriyordu. Ama yene de evin içinde yaşanılmadığı belli oluyordu, her tarafa toz oturmuşdu. Ama bir az temizlendimi evimiz yine bahar kokacakdı...

Orda güneşi beklerken uykuya dalmışım, annemin sesine uyandım. “Kızım, hasta olucaksın. Neden burda uyuyorsunki, git yatağında uyusana, ben kahvaltılık bir şeyler hazırlayım, teyzene söylemişdim, dolaba alıb bir şeyler koymuş olmalı. Bir az dinlenelim, kahvaltımızı edelim, sonra alış-veriş yaparız”.

Üzerini toz kaplayan saatin de pili bitmiş, öyle donuk-donuk bakıyordu. Hemen kalkdım ve “annecim, artık Baharı görmem lazım”. Annemin cevabını bile beklemeden merdivenleri ikişer ikişer inib Baharların kapısını çaldım. Bir az geçdikden sonra kapıda Baharın annesi göründü. “Buyurun” - dedi, sesi o kadar deyişmişdi ki, sanki Baharı doğuran o deyildi. Ben neşeli bir sesle - “Benim, Nermin teyze, tanımadınmı?” Beni tanır tanımaz Nermin teyze boynuma sarılıb ağlamaya başladı. “Kızım, nerelerdesin, Bahar seni çok arzuladı, neden hiç gelmedin?”. Gec geç içeriye. Sonra hıçkırıklı sesiyle “Bahar, kızım, bir bak seni görmeye kim gelmiş” - dedi. Kapı yavaşca aralandı ve ben döndüyümde gözlerime inanamadım. O bahar kız tekerlekli sandalyeye mahkum olmuşdu. “Ne oldu sana, diye ona koşunca, onun hep sevincle parlayan gözlerinde göz yaşlarını gördüm”. Kendimi kayıp etdim onu böyle görünce. O “yürümek zaman kaybı” deyen, her yere koşarak yetişen, “bacaklarımız ne içindir, koşmamız için” diyen arkadaşım artık yürüyemiyordu. Gördüklerim karşısında söyleyecek laf bulamaz olmuşdum. Zaten böyle bir durumda ne söylenilir ki? Göz yaşlarımı tutamıyordum, dönüb Nermin teyzeye “arkadaşıma ne olmuş, bir anlatın Allah aşkına.” Sen deme benim bahar kokan arkadaşım yüz binde bir görülen hastalığın ALS-nin pencesine düşmüş. Bu hastalık onun sinir sistemini felc etmiş, Bahar dalları gibi narin vicudunu esir almıs, o bahar şelaleleri gibi gur sesine sınır koymuşdu. Bahar artık yutgunamıyordu bile, sadece güzel gözleri yene aynı bakıyordu, ama hüzünle. Boğuluyordum sanki. Hiç yakışdırmıyordum ona bu hastalıgı. Eve geldiyimde annem beni görünce şaşırdı “ne oldu, ne çabuk geldin. Bu kadarmı? Ben yarına da dönmezsin, arkadaşının yanından diye düşünmüşdüm”. Sinirlerim alt-üst olmuşdu, hıçkırarak ağlamaya başladım. “Annecim Bahar çok hasta, sadece gözleri bakıyor. Yürüyemiyor bile”. Annem ve babam hemen Bahargile indiler. Az sonra da onlar da göz yaşlarıyla geri döndüler... Ben kendimi odama kapatmışdım, kimseyle konuşmak istemiyordum. Belki gördüklerim bir kabus uyanınca biter ve ben yine arkadaşımı sapasağlam karşımda görürüm diye hayel ediyordum...

Babam kapımı çalıb benimle konuşmak istediyini söyledi. Babama sarıldım “babacığım keşke, biz buraya hiç gelmeseydik. O zaman ben Baharın bu halde olduğunu bilmezdim” - dedim. Babam cevab vermeden odamdakı koltuğa oturdu. Bir az susdukdan sonra konuşmaya başladı. Aslında, arkadaşımın bu durumunda benim onun yanında olmam gerekdiyini ve desteğimle hastalığı ile baş etmesinin daha kolay olacağını, kendimi ondan ayrı koymakla bencillik etdiyimi ve artık büyümüş olduğumu ve hayatın zorluklarıyla baş etmeyi öğrenmem gerekdiyini söyledi. Babamın söylediklerinde koca bir gerçek vardı. Evet ben bu gerçekle başetmeliydim...

Arkadaşımın yanına gitmek istiyordum, ama ağlayarak onu daha da üzeceyimden çok korkuyordum. Ama onunla ilgilenmek istiyordum. Birkaç gün sonra bütün cesaretimi toplayıb, onlara gitdim. Annesi Baharı hazırlayıb hava alması için dışarı çıkaracakdı. “Nermin teyze, Baharı ben gezdire bilirmiyim” dedim. Nermin teyze de bir az tereddüt etdi, sonra - “tamam, kızım. Gezdir. Onu denizkenarına götür. Orda olmakdan çok mutlu oluyor dedi”. Onunla beraber dışarı çıkdığımda, bir az durdum, dizlerinin üzerindeki battaneyi düzeltdim. Onunla göz geze geldik. Öyle memnuniyetle bakıyordu ki, bakışlarıyla konuşuyordu. Altı yıl önce onunla bakışarak konuşma oynardık. “Bakış oynama oyunu”nu o icat etmişdi. Belki de başına gelecekleri biliyordu. Onu denizkenarına getirdim. Akıllı gözlerini mavi denize dikdi. Ben de onun karşısına çökdüm. Hereketsiz kalmış ellerini tutdum, gülümsedi bana. Barışmışdı durumuyla, hiç isyan yokdu o gülümseyen gözlerde. Sevgi vardı, hayat aşkı vardı, hatta hayel bile vardı. Doktor olacakdı, ressam olacakdı, kaç hastayı hayata dönderecekdi, o narin, zarif elleriyle nasıl güzel resimler yapacakdı. Dünya için nasıl iyilikler yapacakdı. Belki de kendi gibi bahar kokan bir kızın annesi olacak, ona anneannesinden farklı istediyi sanatı seçmesine izn verecekdi...

Ama o dünyanın koynuna nadir gelen bir insandı ve yüzbinde bir görülen hastalığın pencesine düşmüşdü. Onu iyileşdirmek için neleri vermezdim. Kimsenin hakkına girmeden, benim için değerli olan her şeyi vererdim. Tıp yetersizdi, o böyle yaşamaya, onu sevenler de onun gülen gözlerinden kaçınmaya mahkumlardı. Ama kendime söz vermişdim, bir zamanlar bana arkadaşlığın nasıl güzel bir şey olduğunu öğreten bu kıza borcumu ödüyecekdim. Onun konuşan dili, yürüyen ayakları, resim çizen elleri olucakdım. Onun bakışlarıyla bakacakdım dünyaya. Onun hayellerini onun için hayata geçirecekdim...

Eve dönelimmi diye sordum ona. Bakışlarıyla “evet” dedi. Yavaş-yavaş dönmeye başladık. Eve döndüyümüzde Nermin teyze de sanki, bir az rahatlamışdı. Demek o kızının yanında ağlamıyormuş, kızı üzülmesin diye. Onlar da bakışlarıyla konuşuyorlardı. Bir birlerine bir az bakdıkdan sonra Nermin teyze - “seninle dolaşmakdan çok mutlu olmuş Bahar” - dedi. Konuşduklarımızı duyuyordu Bahar, gülümsüyordu gözleri... Onun yanaklarından öpdüm ve evimize çıkdım. O gece uzun zamandan sonra çok iyi uyudum...

O biri gün aynı saatde onların kapısını çaldım. Bahar hazırlanmış beni bekliyordu. Onun elini sıvazladım ve yene denizkenarına gitdik. O kadar “konuşduk” ki, her şeyden, her kesden, altı yıl önce olduğu gibi...

Sabire Ülker

1979 yılında Azerbaycanda doğdum. Babam öğretmen, annem ev hanımıdır. 1996 yılında liseyi bitirdikden sonra “Günaydın” gazetesi bölge mühabirliyi yapdım. 2 yıl orda çalışdıkdan sonra “Kanun” dergisinde, daha sonra “Üç nokta” gazetesinde yazı işlerinden sorumlu editör yardımcısı olarak çalışdım. Bir iş toplantısı için Baküye gelen eşimle – Hilmi Ülkerle tanışdım ve 2005. yılın 19 ekiminde evlendim. Ankaraya yerleşdim ve burda yaşamakdayım. Bir oğlum var ve AÖF Türk dili ve edebiyyat bölümü 1. sınıf öğrencisiyim.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst