Bank

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
BANK

O gün yine her sabah olduğu gibi denizin yakınlarındaki parka doğru ağır adımlarla yürümeye başladım. Düşüncelerim yine beni esir almıştı. Zaten onlardan başka neyim vardı ki?

Belki de beni görenler şaşırıyordu her sabah aynı saatte hiç sıkılmadan aynı bankta tek başıma oturmama. Belki de alışmışlardı. Bu yüzden bankın her önünden geçen oraya oturmayı kendine yasak etmişti. Ya da benden bıkmışlardı; umarsızca beni kendi halime bırakıyorlardı. Ama ben onlar gibi bıkmıyorum. Her sabah umudumu yanımda taşıyorum. Onu görme umudumu… Aslında onu tanımıyorum; adını bile bilmiyorum. Bu can sıkıcı görünse de, bazen hoşuma bile gidiyor. Kendi aklımda bir hikâye uyduruyorum, bir isim buluyorum ona. Bu böyle uzayıp gidiyor. Zaten ben hep bunu yaparım. Genelde başka şansım olmaz çünkü. Ama bu sefer her zamanki gibi değil. Farklı bir şeyler hissediyorum ve bu yüzden peşine düştüm. Peşine düşme sırasının bende olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu zamana kadar hep o benim peşimdeydi.

Onu ilk görüşüm birkaç ay önceydi. Sabah uyanıp pencereleri açtığımda karşımdaydı. Komşumun balkonunda öylece oturuyordu. Önce gözleri dikkatimi çekti. Hem çok şey anlatıyor hem de hiçbir şey anlatmıyordu. Gözleri kapkara derin bir kuyu gibi önce insanı içine hapsediyor sonra birden aydınlığı gösterip oradan kurtarıyordu. Aslında kadınların önce gözleri etkilemezdi beni ama bu sefer öyle olmadı. Sebebini anlayamadım. Birkaç gün sonra yine gördüm onu. Manavın önünde dikilmiş birini bekliyordu sanki ve gözlerinde yine o ifade vardı. Bakıyordu ama bakmıyordu gibi. Bu karşılaşmalar gittikçe çoğaldı. Durakta, bilet kuyruğunda, kütüphanede, her yerde ve en son bu parkta… Gün ışığı beline kadar uzanan saçlarında bir kızıl bir kahve tonlar yaratıyordu. İşte onu en son görüşüm buydu. Onu özlüyorum; sabırsızlanıyorum ama yine de sıkılmadan her sabah bekliyorum. Şimdi buradayım. Her zamanki bankımda oturuyorum. Gözlerimi etrafta dolaştırırken bir anda şaşırıp kalıyorum. Çünkü o diğer bankta oturmuş her zaman ki bakışıyla oradaydı. Beni bekliyordu sanki. Ama artık toplamalıydım, bu sefer onun kaçıp gitmesine izin veremezdim. Şimdi ona her şeyi anlatmaya gidiyorum. Yavaş yavaş yürüyorum. Ellerim terliyor, başım dönüyor fakat yine de yılmıyorum. Ve işte o an:

-Merhaba, yanınız boş gibi görünüyor.
-Evet, sanırım bana da öyle görünüyor.
-Hep böyle boş kalmasını mı istersiniz yoksa dolduracak birini mi bekliyorsunuz?
-Beklememe gerek var mı?
-Yok gibi görünüyor.
-Yine bana da öyle görünüyor.


Evet, başarmıştım artık onun yanındaydım. Onunla her şeyi konuşmak istiyordum, içimdekilerin hepsini haykırmak… Ve o an deli cesaretiyle hepsini haykırdım:
-yanınız gibi kalbinizin de boş olduğunu umuyorum ve uzun zamandır orayı doldurmayı hayal ediyorum. Sizce bunu hak ediyor muyum? Sizin kalbinizde de bu banktaki gibi yer bulabilecek miyim? Bunu ister miydiniz?

Bunları nasıl söylediğime ve kalbimin sıkıca yerinden fırlamadan durabilmesine gerçekten şaşırıyorum ve merakla onun dudaklarından çıkacak cevabı bekliyorum. Bekliyorum, bekliyorum… Ama yok, hiçbir şey duyamıyorum. Her şey zihnimde bulanıklaşıyor, sanki kendimden geçiyorum. Önce cümleler siliniyor sonra kelimeler… Boğuk boğuk sesler… Ve tamamen sessizlik… Gözlerimi bir kere kırpmam bana yetiyor. Gerçek dünyaya döndüğümü ve tüm bu olanların yine boş hayallerimden biri olduğunu anlıyorum. Ama onun hala orada diğer bankta olduğunu görünce o umudum yine canlanıveriyor. Ve dudaklarımı kıpırdatmaya başlıyorum ve tekrar tekrar kıpırdatıyorum. Fakat işe yaramıyor. İşe yaramadığını bile anlayamıyorum, tüm kelimelerim sessizlikte boğuluyor. Sözcükleri yine fırlatamıyorum zihnimden. Belki fırlatıyorumdur da benim haberim olmuyor. Ama bu kadar üzülmek anlamsız benim için. Zaten her zaman böyleyim. Alışkınım tüm bunlara. Zihnimde sıkışıp kalmış bütün söyleyemediklerim. Orada arsız umudumla birlikte anlatılmayı bekliyorlar. Beklemenin boşuna olduğunu, dilimin kilidini kıramayacaklarını, kırsalar bile bana duyuramayacaklarını bilmiyorlar.

Düşüncelerimle savaşmaktan sıkılıp başımı ona doğru çeviriyorum. Yine o ifade, o gözler ve bana bakıyorlar. Yüzünde ilk defa o sıcak tebessümü görüyorum. Daha sonra ayağa kalkıyor ve caddeye doğru yürümeye başlıyor ama alelade bir yürüyüşü var. Nereye gittiğini bilmiyor sanki. Yanındaki küçük çöp kutusunu deviriyor. Elektrik direğine çarpıyor, canının acısını hissetmiyor bile. Birden telaşlanıp ayağa fırlıyorum ve etrafa baktığımda benden başka telaşlanan kimseyi göremiyorum. Herkes rutin işleriyle uğraşıyor. Kimisi heyecanlı, okula yetişmeye çalışıyor. Kimisi sinirli sorumsuz asistanını azarlıyor. Kimisi mutlu, yeni aldığı arabayı dünyadaki en değerli şey sanıyor. Kimisi sakar elindeki poşetleri yerlere saçıp hayıflanıyor. Hepsi farklı duygular içinde, ama tek bir noktada birleşiyorlar: umursamazlık!

Dikkatimi tekrar ona çevirdiğimde benden uzaklaştığını görüp başka ayrıntılara takıldığım için kendime kızıyorum. O yürürken bir o yana bir bu yana sallanıyor. İlk önce bunlara anlam veremiyorum. Fakat sonra o ifadenin sebebini anlıyorum. Karanlık, dipsiz bir kuyu gibi olan gözlerini ve onun da gözlerinde duyumsadığı karanlığı hissediyorum. Aslında o bakmıyormuş gibi görünmüyordu, istese de bakamıyordu, göremiyordu.

Artık caddenin ortasına gelmek üzereydi ve bana çok uzaktı. Ama karşıdan gelen otomobil, ne yazık ki ona çok yakındı. İşte o zaman ilk defa konuşabilmeyi, hayattaki her şeyden çok istedim. Bağırmayı, haykırmayı, ona sesimi duyurabilmeyi istedim. Dudaklarım bir daha birleşmek istemiyor gibi birbirinden ayrıldılar ve ağzım sonuna kadar açıldı. Fakat nafile yine dilimin esiri oldular. Ve olan oldu. Yere yığılmış hareketsizce kanlar içinde orada yatıyordu. Olay sanki saniyeler hatta saliseler içinde gerçekleşmişti. Ona koşarak yetişemezdim. Elimdeki tek çare ona bağırabilmekti. Lakin ben bunun için en yanlış kişiydim. Ben de tıpkı onun gibi yere yığılıp hareketsizce kalakaldım. Tamam, ben ona seslenemezdim, bağıramazdım, imkânsızdı belki. Ama etrafımız bu işi yapabilecek insanlarla doluydu. Sadece ben yoktum orada, hayatta çok değer verdikleri meşguliyetleriyle uğraşan birçok insan vardı. Peki ya neden bakmadılar, duymadılar, haykırmadılar? Hem de onlar bizim gibi değilken, bu eylemleri rahatça yapabiliyorken neden umursamadılar? Belki de birbirimizin halinden, dilinden yine biz anlıyoruzdur. Diğerleri bilmiyordur bizi o yüzden umursamıyorlardır.

Onunla bir şansımız olsaydı eğer hiç konuşmadan anlaşırdık belki de, sözleri susarak aşardık, belki de kimsenin bir insanda asla fark edemeyeceği nitelikleri, konuşarak, görerek değil de hissederek bilecektik.

O an bu keşkelerle boğuşurken, gözlerim hala ona kilitliydi. Galiba yüzümde donuk bir ifade vardı. Hatta ifadesizdi. Dudaklarım bir işe yaramayacaklarını bildikleri için birbirlerine küsmüş gibi bir türlü birleşmiyorlardı. Kalbimse hiç bilmediğim bir duyguyla ilk defa bu kadar acımıştı ve şu anda, hatta bundan sonra da diğerlerinin yanında bile vücudumdaki en aciz organımdı.


AYŞENUR ERDEM

24 Ocak 1995, Bursa Karacabey doğumluyum. Öğrenimimin ilk 4 yılını 14 eylül ilköğretim okulunda görüp, Cumhuriyet ilköğretim okulundan 2009 yılında mezun oldum. Şu anda Karacabey Anadolu Lisesi 4. Sınıf sayısal öğrencisiyim. Fakat isteklerim doğrultusunda tercihimi sözel bölümünden yapacağım.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst