Başyapıt bir hayat...

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Bir insan nasıl yaş alır ama ‘ihtiyarlamaz’, acılaşmaz, yaşamla, gençlikle barışık kalır, onlara derya gibi birikimini cömertçe sunarken nasıl büyüklenmez, hepsinin örneğiydi Tuncel Kurtiz...



Bu dünyada gerçekten hakettiği kadar dolu dolu yaşamış ve hatta yaşayacak daha çok fazla şeyi olan insanların yaşam öyküsü her zaman ilgimi çeker bence bir başyapıt sayılacak türden gerçek yaşam öyküsüyle karşılaştığım zaman işte derim gerçekten kişisel gelişim adına siteye bir şeyler paylaşmak istiyorsan bunu yazmalısın belki bir okuyan olur yada merak eden, ilgisini çeker ve okumaya başlar. Herkesin kişisel gelişimine bakış açısı farklıdır elbette kimi bir roman okumayı tercih eder kimi belgesel izlemeyi kimi tiyatroya gitmeyi kimi müzikale hatta operaya benim için sanatın her dalı güzel ve özeldir hele edebiyata aşık olan biri varsa işte o zaman onun hayatından esinlenmemek ne mümkün ve bir de şiirleri bu kadar güzel okuyan bir seslendirmen olunca benim bu sanatçıyı ne kadar çok sevdiğimi mutlaka anlamışsınızdır. Edebiyat, sinema ve tiyatro sanatın 7 dalından bana göre en harika ilk üçlüsü aslında muhteşem üçlü demek daha doğru olur...

Muhteşem üç sanatı da dolu dolu yaşamış ve hala yaşayacak hayalleri varken aniden aramızdan ayrılan bu büyük ustanın hayatıyla ilgili bir röportajı buraya taşımak istedim çünkü gelişimin gerçeği bir de gerçek yaşam öyküsüyse işte o zaman benim için bir başka anlamlıdır.


***************************************************************

muhtesem-yuz-020730D5.jpg




“Ustalığı kabul etmem, yapmayın. Çalışan bir adam, usta ne? Bizim meslekte ustalık yok. Usta olmayacaksın, hep arayacaksın, genç olacaksın!”


Geçen yıl “Mutlu Aile Defteri” filmi gösterime girmeden önce buluşmuştuk Tuncel Kurtiz’le. Etrafında İlker Aksum, Binnur Kaya, Büşra Pekin, Bülent Emrah Parlak... Hepimiz Tuncel ‘Baba’nın ağzının içine bakıyoruz, çünkü ne söylese güzel söylüyor... Filmde onunla birlikte çalışan genç oyuncular ‘usta’ya hayranlıklarını bildirirken onunla yaşıtlarıymış gibi şakalaşmaktan geri kalmıyorlar. Çünkü öyle davranıyor... 77 yaşında ama çocuk bakışlarına sahip. Meraklı, muzip, neşeli... Kendi babasından söz ederken de hala o “Bütün aile akşam yemeğinde sofrada olacak” dendiği için tası tarağı toplayıp 19’unda evi terk eden isyankar delikanlı.

Hayırlı evlat olmadım!

Babası Vala Kurtiz, Selanik göçmeni bir bürokrat... İyi eğitimli, Hukuk Fakültesi’ni ve Mülkiye’yi bitirmiş, kaymakam olmuş... İstiyor ki oğlu da kendi izinden gitsin. Gelgelelim Tuncel Kurtiz, kendi deyişiyle hiçbir zaman hayırlı bir evlat olamıyor!
1 Şubat 1936’da İzmit Bahçecik’te geliyor dünyaya. Babası dürüst bir bürokrat, sürgünde geçiyor ömürleri. İlkokulu bitirene kadar Kırıkkale, Reşadiye, Kandıra, Posof, Ayvalık, Ann Arbor, Michigan ve Detroit’te yaşıyorlar ‘hatırlayabildiği kadarıyla’. Ortaokula Silifke’de başlıyor. Sonra Tarsus, Edremit... Öyküler yazıyor, dağlara çıkıyor... O yaşlarda vurulup sonradan kendisine bir hayat kuracağı Kaz Dağları’na...

Sonra yol görünüyor gene, önce Gediz’e, arkadan da yatılı okuyacağı Haydarpaşa Lisesi’ne... Ama okuldan kaçıp içki içmeler, ders çalışmaktansa top koşturmalar derken, kalıyor sınıfta, liseyi Anadolu Lisesi’nde bitiriyor ve babası onu elinden tutup hukuk fakültesine yazdırıyor. Ama hukukla ilişkisi sadece 15 gün sürüyor. O da kantinde... Edebiyat matineleri düzenliyor, kendi hikâyelerini okuyor... İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Tiyatrosu’ndan teklif alıyor, O’Neill’in “Büyük Allah Braun” oyununda Dion rolü.

‘Umut’un tohumları
Ve yuhalanıyorlar. “Ama gene de, Beyoğlu’nda, yanılmıyorsam Bekar sokağın oralarda Şitat Hamburg diye bir lokantada, şarap, menekşe, aşk içinde mağlubiyetimizi galibiyete çevirdik” diye anlatıyor “Bölük Pörçük” adlı kitabında o geceyi.
Derken Gençlik Tiyatrosu... Hukuk’u bırakıp İngiliz Filolojisi’ne kaydoluş, babaya başkaldırıp evden ayrılış... “Nevizade’de bir tek meyhane vardı o zaman. İzzet Günay’la alt üst oturduk 24 numarada. Yetiyordu 500 lira para, köftecide yemeğimi yiyordum, 225 lira kira veriyordum” diye anlatıyor hayatının o dönemini.
1958’de Dormen Tiyatrosu’nda “Zafer Madalyası” ile profesyonel oluyor. Çalıştığı tiyatroları saymak bile zor... Oda Tiyatrosu, Şehir Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Münir Özkul Tiyatrosu, Kent Oyuncuları, Gen-Ar Tiyatrosu, bunlardan bazıları... Bir ara aynı anda hem Gülriz Sururi- Engin Cezzar Tiyatrosu’nda, hem Dormen’de oynayıp haftada 17 kez sahneye çıktığı bile oluyor.

1964 yılında, “Şeytanın Uşakları” ile sinemaya adım atıyor. Ama bu ilk adımın nasıl gönlüne göre olmadığını Ebru Çapa’ya şöyle anlatıyor:

“Benim kafamda başka bir şey var sinema deyince. Elhamra Sineması’nda Moby Dick’i, Atlas Sineması’nda La Strada’yı, İtalyan Kültür Merkezi’nde Bisiklet Hırsızları’nı seyretmişim, Rocco Kardeşler’i görmüşüm, başka bir şey benim sinemam, başka bir dünya; Yeşilçam değil.”

Yine de 1965, 1966, 1967 yıllarında, üniversite yıllarında tanıştığı Yılmaz Güney’in de ısrarıyla 30 kadar filmde oynuyor. Bir yandan hep tiyatro... 65’te, Erol Günaydın, Cahit Irgat, Suna Keskin ve Vala Önengüt’le birlikte Nazım Hikmet’in “Yolcu”sunu sahneliyorlar ama kim bilir kaçıncı kez ‘batıyorlar’. Ve durduğu yerde duramayan Tuncel Kurtiz yine tek tabanca uzanıyor başka maceralara...

Yılmaz Güney’le Muş’ta birlikte askerlik yaparken, “Umut” filminin tohumları atılıyor. Filmin Cannes’da gösterilmek üzere yurtdışına kaçırılışı, bobinlerin Arif Keskiner’in bavulunda karmakarışık oluşu, hep Tuncel Kurtiz’e yakışır hikâyeler...
“Ben gitmeseydim film gösterilemeyecekti” diye yazıyor kitabında:

“Filmi bilen tek insan benim orada. Doğru sıralamayı yapana kadar canımız çıktı ama yetiştirdik filmi”.

‘İki film var hayatımda’

Yılmaz Güney filmi kaçırmaktan yargılanıp 12 Mart da gelip çatınca Berlin’de kalıyor Tuncel Kurtiz.
Göteborg Şehir Tiyatrosu’nda Yaşar Kemal’in “Teneke”sini çevirip sahneliyor, Tunç Okan’ın “Otobüs” filminde oynuyor. Bu konuda şunları söylüyor sonradan:

“İki film vardır hayatımda. Bir tanesi ‘Otobüs’. Bu filmde, sadece emeğim çalındı. Zamanında bütün paramı yatırdığım ‘Bereketli Topraklar Üzerine’de ise, hem emeğim hem param çalındı. Ne yapalım, arkadaşlarımıza güvendik. Mukavele bile yapmadan harcadık paralarımızı. Canları sağ olsun!”

74’te Ecevit hükümetiyle yeniden yurda dönebilir oluyor ya, iş yok, para yok bu sefer, İsveç’te kalıyor... Yılmaz Güney onu hapishaneye çağırıp “Sürü”nün senaryosunu verene kadar... Yıl 1978, “Sürü” ve unutulmaz Hamo Ağa... Peter Brook’la tanışmasına vesile oluyor film. “Sürü”yü Kurtiz’in arkadaşı Miriam Goldschmidt ile birlikte izleyen Brook, “Bu adam oyuncu olamaz, kesin köylüdür” diyor, Miriam’dan aktör olduğunu öğrenince de derhal görüşmek istiyor. Birlikte yaptıkları dokuz saatlik tiyatro eseri “Mahabharata” efsane oluyor.

Bunu yine bir başka efsane, borç harç bitirdiği “Şeyh Bedreddin” izliyor. Oyunu sahnelemeye Türkiye’ye gelişi de hayatında yeni bir dönüm hoktası... Menend Kurtiz’le tanışıyor, aşık oluyor ve kalıyor.

ERKEN BİR VEDA

Geliyor “İnat Hikâyeleri”, “Usta Beni Öldürsene”ler, “Akrebin Yolculuğu”, “Tabutta Rövaşata”, “Yaşamın Kıyısında”... Daha birçokları... Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda ödül... Bir yanda da karısıyla Kaz Dağları’nda açtığı Zeytinbağı denen cennette sakin ve huzurlu bir hayat...

Biz yine de “Ezel” dizisine minnettarız, çünkü bu unutulmaz işlerle dolu hikâyenin bir başka mihenk taşı oldu. Daha önce duymamış kulaklar onun sesinden Shakespeare’ler, Oscar Wilde’lar duydu. Ekranlar aktör gördü. “Muhteşem Yüzyıl”daki Ebusuud da ne yazık ki vedası oldu... “Mutlu Aile Defteri” konuşmamızda dönüp dolaşıp tiyatroya getirmişti sözü. Belli ki özlemişti çok...

“Berkun Oya bana bir rol teklif etti, nasıl içim cız ediyor oynamak için ama ben by-pass’lı, kalp krizi geçirmiş bir adam olarak dağda ev yapmışım kendime. 77 yaşındayım, 87, 97 olmak istiyorum. Evim oldu şimdi ilk defa. Bahçem oldu, köpeğim var, orasını yaşamak istiyorum. Kusura bakmasınlar” demişti kocaman kahkahasıyla. Canı gönülden inanmıştık.
Bir insan nasıl yaş alır ama ‘ihtiyarlamaz’, acılaşmaz, yaşamla, gençlikle barışık kalır, onlara derya gibi birikimini cömertçe sunarken nasıl büyüklenmez, hepsinin örneğiydi Tuncel Kurtiz... O yüzden çok erkendi gidişi, on yıl sonra da çok erken olacaktı...

ASU MARO
 
Tekerlekli Sandalye
Üst