Ben Geldim Yaşamak

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Adımlar, adımlar, adımlar… İsteksiz ve hızlı nasıl olur yeni yeni anlıyorum. Mavi, boğuk, duvara bitişik koltukta ne kadar bekledim bilmiyorum ama önümden sanki milyonlarca insan geçti. Kimisi çektiği acıdan dolayı kıvranarak kimisi de ağrıyı dindirmeye yardımcı doktora koşarak gidiyordu. Hepsi gönüllüydü belki de derdini paylaşmaya ama zaten hal dilleri her şeyi anlatmaya yetiyordu. Neredeyse hepsinin başı ağır düşünceler yüzünden yere dönüktü.

Kaç gündür gördüğüm her şey siyahtı. Bir eksiklik vardı sanki. Okulda, evde, sokakta, markette daha doğrusu her yerde uymayan bir şey vardı, ben uymuyordum. İlkokulu bitirip kendi küçük dünyamın dışına çıkınca hiçbir şey beni mutlu etmeye yetmemişti. Ve şu an geldiğim nokta bu psikoloğun kapı önüydü. Çaresizce oradan oraya koşuştururken buraya takılmıştım belki de bir deva bulurum diye.

Kaç seanstır hiçbir ilerleme yoktu beynimin içinde. Bugünkü seans da bitti ve okula yollandım. Birkaç derse girip beynimi meşgul edecek daha önemli şeyler aradım. Belki de kendime bunu ben yapıyordum. Bunalımlı gibi dolanmak benim seçimimdi. Ve yemekhaneye giderken etrafla ilgilenmeye başladım.

Herkesin güzel diyebileceği bir gündü bugün. Güneş masmavi gökyüzündeki tek varlıktı. Tüm cömertliğiyle kucak açmıştı herkese ve kimin o ışığı, sıcaklığı hak ettiğini düşünmüyordu. Koku duyumu da kullanabildiğimi fark ettim, her yer çiçek kokuyordu; renklerini kokularıyla belli ediyorlardı sanırım.

Bereket versin çok sıra yoktu yemekhanede. Alıp yemeğimi bulduğum ilk boş masaya oturdum ki zaten aylardır oturduğum yerdi orası da. Yemeğe tuz eklerken başıma gelebilecek en güzel kokulu şey geldi, bir tas mercimek çorbası. Bununla beraber şu ana kadar bana sessiz gelen her şey bir anda canlandı. Bir anda sandalyeden fırlayınca çorbanın üzerime çorba dökülmesine sebep olan arkadaş tepsisinde kalan yemekleri de maalesef yere düşürdü. Düşüp kırılan tabaklardan sonra her yeri bir ölüm sessizliği kapladı. Vaziyetimi zihnimde canlandırınca kahkahalarım derin sessizlik duvarını deldi geçti. Neden sonra herkes olağan haline döndü. Gürültü tekrar başladı, dedikodulara kalınan yerden devam edildi, ben ne yapacağını bilemez halde utançla kıvranırken bir aşçı geldi, ‘Gel kızım üstünü temizle.’ diyerek götürdü beni içeri.

Oldukça şaşkın halde olan ben ne diyeceğimi bilemiyordum, beceriksizce mercimek kalıntılarını saçlarımın uçlarından, gömleğimin yakasından çıkarmaya çalışıyordum. Kendimi o an bir aynada görsem eminim ki kahkahalarım utancımı sollardı. İşimi bitirince saçlarımdan damlayan sulara aldırmadan masama döndüm.

Kendininkinin yanında benim yemeğimi de berbat eden arkadaş yeni bir tepsi almış, demin hiçbir şey olmamış gibi pişkin pişkin yemek yiyordu. Sinirlenmemek elde değildi doğrusu ama kızamadım da. Gerçekten hiçbir şeyden haberi yok gibiydi.

Berbat olan masamı bırakarak onun masasına oturmaya karar verdim, izin isteyerek tepsimi koydum. Alaycı bir edayla bir anda kalkıp yemeğini döktüğüm için özür diledim. ‘Önemli değil, görünmez kaza; olur böyle şeyler’ dediğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Yemeği bitene kadar da başka bir şey konuşmadık.

Keşke hiç yemek bitmeseydi de o masadan kalkmasaydık. Kalkarken bana asasını sorduğunda fark edebildim göremediğini. Ne düşündüğümü bilmeden yardımcı oldum asasını bulmasında ve tepsisini de alıp yavaşça uzaklaştı. Hemen kalktım peşinden, uzaktan uzağa izlemeye koyuldum onu. Görüyor gibi hareket ediyordu çoğunlukla. Neyin nerde olduğunu ezberlemişti sanki. Yemekhaneden ayrıldığında tereddüt etmeden doğruca merdivenlere yöneldi. Adım adım tırmandı merdivenleri, ben de peşinden…

Nasıl yaptığını merak ettim. Bir uzvu eksikken nasıl bu kadar yaşayabildiği hayret vericiydi. Dikkatle yürümeye çalışırken düşüncesizin tekiyle çarpıştılar. Tatsız bir sürtüşme yaşandı bu yüzden. Eminim, göremediği için aynı gün içinde milyonlarca hadise yaşıyordu.

Sana, bana, ona çocuk oyuncağı olan, günlük hayatta sık sık yapmak durumunda olduğumuz şeyler... Karşıdan karşıya geçmek mesela. Onun için hiç de kolay olmasa gerek.

O gün otobüse binene kadar onu izledim. Normal bir gününe az çok tanık oldum. Okul tamam da peki ya daha sonrası? Bindiği otobüsler, inmesi gereken yerler, otobüste boş bir yer bulup oturmak… yolda yürürken karşısına çıkabilecek taşlar, birinin yürüdüğünü görmeyip de yolun ortasında dikilen insanlar.., Daha başka boyuttan bakacak olursak belki de doğuştan görme yetisi yoktu ve kendi yüzünü bile bilmiyor. Kırmızıyı mesela nasıl bilebilir ki doğuştan böyleyse? Gökyüzü dediğim zaman o uçsuz bucaksız boşluğu, her gün değişen tonunu mavinin hayal dahi edemez. Ya da ne bileyim belki rüya da görmüyordur belki de.

Tüm bunların yanında onun hayatını kolaylaştıracak pek fazla şey yok gibi. Sadece trafik lambalarının yanındaki ses butonları, yoldaki nokta tümsekli sarı şeritler aklıma geliyor

Ertesi gün onu aradı gözlerim yemekhanede. Onun masasına oturdum ve beklemeye başladım. Nihayet geldi. Yemek bitene kadar konuşmadım ve o kalkarken yardım etmek istediğimi söyledim. Nazikçe geri çevirmesine hiç şaşırmadım, zaten yemekhaneyi benim bildiğimden iyi biliyordur.

Bugün de peşini bırakmayacaktım aynı yollardan geçtik, halbuki daha güzel, kuş seslerinin daha çok olduğu bir sürü yol vardı onu gideceği yere götüren ama o sadece birini biliyordu. Gerçi ben de o yolları bilsem bile hiç yararlanmadım ki. Ya da kırmızıyı ben renk olarak biliyorum ama anlatamam ki. Uzun bir süreden beri gökyüzüyle de ilgilenmiyorum. O elinde olmadan kullanamıyor gözlerini ama bense… Benimki sadece bir seçimden ibaretti, onları kullanmamayı seçmiştim sebepsiz yere.

Bir hafta kadar onu izledim. Her türlü zorluğa rağmen hala savaşıyordu, her gün azmi biraz daha artıyor gibiydi. Benim seneler önce bıraktığım yaşama hadisesini o hiç de bırakmaya niyetli değildi.

Bu bir haftanın sonunda şu ana kadar pek çok şeyi hak etmemiş olduğumu gördüm. Ben oflaya puflaya eğitim hayatımı sürdürürken o vazgeçmemiş devam etmişti. İşte farkımız ortadaydı. Pek çoklarının düşündüğünün aksine esas engelli olanlar bizlerdik, kesinlikle o değildi. Bir elinde tuttuğu gözlerine, asasına; birde elimde tuttuğum randevu bilgilendirmesine baktım ve bulduğumu sandığım tedaviden, psikologdan artık vazgeçme zamanımın geldiğini anladım. Her ne zaman içim daralsa onu hatırlamanın bana yaşama gücü vereceğini fark ettim. Madem görme yetisi onda değil de bendeydi hakkını vererek kullanmalıydım. Ve bugünden sonra kalbimi de kullanabilecek yaşamaya başlayabilecektim.

Hayatta yolunda gitmeyen şeyler mutlaka olacaktı ama bu onları aşamayacağım anlamına gelmeyecekti. En azından yolunda gitmeyenlere kader derdim, hayatım insanlar tarafından zorlaştırılmış olmayacaktı onunki gibi ve biz, kendini engelsiz görenler, iç gözlüğünün camını temizleyemeyecektik bile.

Yazarın Özgeçmişi: Ben Perihan Kılınçarslan. 1994 Aydın\Nazilli doğumluyum. Liseyi Niğde Bor Toki AÖL’de bitirdim. Şu an Boğaziçi Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünde okuyorum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst