Beyaz Melekler

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,524
Tepkime Puanı
196
Puanları
63
Yaş
50
Bir zamanlar Dünya adında bir gezegen yaratılmış. Bu gezegen,öyle muhteşem dizayn edilmiş ki, adına da hayat denmiş. Çok güzel çok ihtişamlıymış ama bir şeyler eksikmiş sanki. Öyle ya yaşanmadan nasıl bilinebilir ki, fark edilir ki bu güzellik? Bunun üzerine bu hayat denen cennete canlılar gönderilmiş. Bu canlılar içinde de, özel bir grup canlı gönderilmiş ki,adına insanoğlu denmiş.Onun dışında hayvanlar,bitkiler ve daha bir sürü canlı gönderilmiş.Yalnız insanoğluna denmiş ki; -Sizlere bu muhteşem hayatı sunuyoruz. Yine sizlere yararlanın diye diğer bütün canlıları sunuyoruz. Her şeyi sizler için ayağınıza seriyoruz. Çünkü siz gönderilenler arasında en değerli olanlarsınız. Fakat tüm gönderilen canlıların tek ortak ve eşit özelliği; hepinize pırıl pırıl sevgi dolu bir yürek verildi.Ve bu hayatta herkes eşit haklara,imkanlara sahip.Sakın burayı sahiplenmeyin.Sadece yiyin için,tadını çıkartın.Gün gelecek hepiniz teker teker buradan tekrar ayrılacaksınız.Ama o günü kimse bilmeyecek.Giderken yanınızda sadece size verilen pırıl pırıl ve sevgi dolu kalbi götüreceksiniz.O yüzden ona iyi bakın.Onu sakın ama sakın kirletmeyin.Şunu da hiç unutmayın;tüm canlılar bu hayat denen puzzleın bir parçası.Bir parçası eksik olursa siz de biliyorsunuz ki, bu puzzle bu düzen bozulur.Haydi şimdi doya doya yaşayın. Bütün canlılar başladılar bu muhteşem güzelliği yaşamaya. İnsanoğulları da çok mutluydu. Yiyorlar, içiyorlar bu hayatı tanımaya çalışıyorlardı. Misafirliğin tadını çıkartıyorlardı. İnsanoğullarının çoğu yavaş yavaş hayvanların bitkilerin kendilerinden farkını kavrıyorlardı. Kendilerine şöyle bir bakıyorlar ve diyorlardı ki; -Bizim iki ayağımız, iki kolumuz, konuşan bir dilimiz ve gören gözlerimiz var.Aklımız da çalışıyor.Demek insan olmanın standartı bu.Madem bu kadar da özeliz o zaman ,biz olduk. Gel zaman git zaman sıkılmış olmalılar ki, insanoğulları ev sahipliğine soyunmaya başladılar. Kendileri gibi olanlarla birleşiyor kaynaşıyorlardı. Kendi koydukları standartlara uymayanları her nedense aralarına almıyorlardı. Halbuki; bu hayata gönderilen ve diğer tüm canlılarla eşit haklara sahip olan beyaz melekler de vardı. Evet onlar eşit haklara sahiptiler ama bu meleklerin her birinin bir engeli vardı. Kiminin bacağı, kiminin kolu, kiminin gözü, kulağı yoktu. Kimi de diğer insanoğulları gibi düşünemiyordu.Ama onlar bunu önemsemiyorlardı.Çünkü onlar bu hayatta sahip oldukları tek değerli şeyin herkese verilen tertemiz yürek olduğunun farkındalardı. Diğer insanoğulları zaman zaman, bu beyaz meleklerle karşılaşır olmuşlardı. Ama ne garip ki, kimileri görmemezlikten geliyor, kimi de anlam veremiyorlardı bunların bu hayatta olmalarına. Öyle ya;madem insanoğlunun kendilerince çizdiği standartlara uymuyor neden bunlar hayattaydılar? Beyaz melekler ise gayet mutlu mesut yaşıyorlardı ama ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor ve diğer canlılara karşı kendilerini savunamıyorlardı. Özellikle de insanoğulları onları bir kenara sıkıştırmış, yaşam alanlarını daraltmışlardı. Bunun üzerine bu beyaz melekleri korumaları için onlara anne adında çok özel melekler gönderildi. Bu anne melekler çok ama çok özel meleklerdi. Çünkü, onlara çok daha özel olan beyaz melekler emanet edilecekti.Öyle ya;en özel armağanlar,en özel insanlara verilirdi.Tabii ki,bu kutsal emanete sahip çıkmaktan çekinip kabul etmeyen anne melekler de oldu.Bu anne melekler ise ileride kaçırdıkları büyük mükafatın,en değerli yaşam kaynağının farkında değildiler.Bir gün anne meleklere şöyle dendi: -Sizlere öyle özel melekler emanet ediyoruz ki; eğer bu emaneti canınız gibi sahip çıkar gözünüz gibi bakarsanız, yanında da cennetin anahtarını veriyoruz. Emanetimizi aldığınız gibi tertemiz pırıl pırıl bir şekilde, bu hayattan ayrılırken geri verirseniz, cennetin kapıları sonuna kadar size açık. Bu emaneti sahiplenen anneler başladılar, canlarıyla başlarıyla onlara sahip çıkmaya. Ama onlara bunu yaptıran cennetin anahtarı değil, kocaman yüreklerinde sahip oldukları sevgiydi. Tek korkuları, yanlış yapıp da cennette beyaz meleklerinin yanına varamamaktı. Amansız bir mücadeleye başladılar. Onları gözü gibi koruyorlardı ama bir yandan da,hayatı sadece kendilerine sunulmuş gibi davranan insanoğullarınla da mücadele ediyorlardı. Diğer yandan bu hayatı hiç bırakmayacaklarmış gibi sahiplenen insanoğullarının artık gözü doymaz olmuştu. Başladılar hayatı kendilerine göre dizayn etmeye, kendilerine göre standartlar koymaya. Artık o kadar doyumsuz hale gelmişlerdi ki, her şeye ama her şeye sahip çıkmak istiyorlardı. Bırakın beyaz meleklerin hakkını gasp etmelerini,hırsları aç gözlülükleri yüzünden diğer bütün canlılara da hayatı dar etmeye başladılar.Ama her zaman bir şeyleri eksikti.Mutlu değillerdi.Neye sahip olurlarsa olsunlar bir türlü mutlu olamıyorlardı.Bir gün bu insanoğullarından birkaçının yolları beyaz meleklerle çakıştı.Onlara çok ilginç gelen bir şeyler vardı bu beyaz meleklerde.Onlar tüm engellerine rağmen çok mutluydular,çok şeffaftılar. Akılları karışıyordu bu insanoğullarının. Öyle ya nasıl oluyordu da onlara sunulan bu kısıtlı imkanlarla nasıl mutlu oluyorlar nasıl gülüyorlardı. Bir gün dayanamayıp bu beyaz meleklerden birine sordu insanoğlu: -Sizler bu hayatı bu kadar yaşarken, hem de bu kadar zorluklara rağmen nasıl böyle mutlu olabiliyorsunuz? Biz her şeye sahipken nedense bir türlü mutlu olmayı başaramıyoruz. Beyaz Meleklerden biri şöyle cevap verdi; -Evet. Bizler bu hayata 1-0 mağlup başladık. Belki çok zorlanıyoruz yaşarken. Çok yoruluyoruz ve çok yoruyoruz. Bizler de sizin gibi olsaydık belki de sizler gibi bu hayatın hakimi olma hırsınla, bu hayatın güzelliklerinin farkına varamaz,sahip olduklarımızı farkına varmadan hızlı bir şekilde tüketip,yeni arayışlar içine girerdik.İşte biz de o zaman mutlu olmayı unuturduk.Oysa bizim mutlu olmamız için zaten hiç bitmeyen,hiçbir maddi güç istemeyen sevgi dolu bir yürekle gönderildik buraya.Öyle bereketli bir sermaye ki bu, ne kadar harcarsak o kadar artıyor.Sonra bizler öyle kollara emanet edildik ki,biliyoruz ki bu hayattan ayrılana kadar bizi koruyan melek annelere sahibiz.Bizim tek istediğimiz sevgi,takdir görmek,yapmak istediklerimizi rahatça engellenmeden yapabilmek.Bize engelli diyenler var.Evet biz engelliyiz ama sürekli başkaları tarafından engelliyiz.Madem herkese verilen bir yürek bize de verilmiş,madem bu Dünya herkese eşit sunulmuş.O halde neden biz ,hakkımız olan yaşama hakkımızı alırken bu kadar zorlanıyoruz,yoruluyoruz. Biz yalanı hayatımıza sokmayız. Karşımızdakine göre konuşmaz hareket etmeyiz. İçimizden nasıl geliyorsa öyle davranıyoruz. İşte, bu yüzden de bize sunulan yüreğimiz hala bembeyaz, tertemiz.Belki de şeffaf olmanın hafifliğini yaşıyoruz.Ama biliyor musunuz?bunun için bile yadırganıyoruz.İnsanoğullarının her an rutin yaptıklarının milyonda birini yaptığımız zaman mutlulukların en büyüğünü yaşıyoruz.Anne meleklerle düğün dernek yapıyoruz.Ama insanoğlu bunun farkında bile değil.Çünkü,onlar koşabiliyor,konuşabiliyor,duyabiliyorlar ve daha bunun gibi bize zafer gibi gelen bir sürü şey yapabiliyorlar.Ama maalesef ki;bu farkın farkında değiller.Onları ancak kaybettikleri zaman kıymetini biliyorlar.İşte bizim mutlu olmamızı sağlayan sebepler sadece bu.Bizim kimsenin acımasına ihtiyacımız yok.Bize sadece saygı duysunlar,bizim yaşam alanımızı şartlarımızı kısıtlamasınlar yeter.Hakkımız olan haklarımızı almaya uğraştırarak yormasınlar. Daha sonra, işitme engelli meleğe yanaştı insanoğlu.’’Siz bu hayatta hiçbir şeyin sesini duymuyorsunuz ama yine de duyarmışcasına dinliyorsunuz ‘’dedi. İşitme engelli melek işaretleriyle şöyle cevap verdi: -Evet. Biz kainatın çıkardığı hiçbir sesi duyamıyoruz ama siz de bizim duyduğumuz yüreklerden çıkan en sessiz titreşimleri duymuyorsunuz. Bizim duymamıza anlamamıza, yürekten çıkan tek bir titreşim yeter. Aslında sizler de isteseniz duyabilirsiniz. Ama nedense insanoğullarının çoğu, yüreğinin duyduklarınla değil de, kulaklarının duyduklarıyla hareket ediyorlar. ‘’Ya sen ‘’dedi insanoğlu diğer bir engelli meleğe: -Sen de görmüyorsun ama görürmüşçesine bakıyor kavrıyorsun hayatı. Görme engelli melek şöyle cevap verdi: Evet benim de gözlerim görmüyor ama gönül gözüm öylesine keskin görüyor ki, görmediğim tek bir şey mümkün olsun. Hemen arkasından diğer bedensel engelli melek cevap verdi daha insanoğlu sormadan. -Ben de senin gibi değilim. Senin her an yapabildiğin hareketlerinin hiçbirini yapamıyorum. Ama benim ellerim ayaklarım da, o hani hepimiz de olan kocaman yüreğimde, taşıdığım hayallerim umutlarım. İnsanoğlu aldığı bu cevaplardan çok etkilenmiş ve kendi kendinin muhasebesini yapmaya başlamıştı. Diğer yandan anne melekler maalesef sahip oldukları beyaz meleklerin yaşam standartlarını yükseltmek için, onların aslında çok basit ama insanoğullarının sayesinde yapamadıkları, gerçekleştiremedikleri hayallerini yerine getirmek için çırpınıp duruyorlardı. Çok ama çok yoruluyorlardı. Yaşadıklarının çizdiği yüzündeki çizgilerden,saçlara düşen aklardan ve ağır sorumluluğun eğrilttiği bedenlerinde hiç ama hiç şikayet etmiyorlardı.Çünkü onlar meleklerini çok seviyorlardı.Beden yorgunluğu onları hiç yormuyordu ama meleklerine gelen her söz,her bakış onların yüreğini paramparça ediyordu. Artık Dünya da yorulmuş yavaş yavaş dengesi bozulmuştu. Çünkü, gözü doymaz insanoğulları, bu Dünya’yı oluşturan puzzle parçalarının çoğunu yok saymış,yok etmişti.Bütünlük bozulmuş,her şeyin nesli tükenmeye başlamıştı.Çünkü,kaybolan puzzlelar kadar sevgi de kaybolup gidiyordu.Mutsuzluk salgın bir hastalık gibi bütün Dünya’yı sarmıştı. Artık insanoğullarının harekete geçmesi, uyanması lazımdı bir şekilde. İşte o sırada beyaz meleklerle konuşan insanoğlu, yavaş yavaş bazı şeylerin farkına varmıştı.Anlamıştı ki,ne eksiğimiz varsa onun yerini dolduracak tek bir yürek yetiyordu engelleri aşmaya. Bunu diğer insanoğullarına da fark ettirmek için kolları sıvamıştı. Artık herkese onlardan bahsediyordu. Onlara bu hayatın birçok yerinde sessiz sessiz çığlıklar atan beyaz meleklerin varlığından bahsediyordu. Artık bir misyon yüklenmiş ve onların sesini herkese duyurmaya karar vermişti. Gönüllü olmuştu. Zamanla bu gönüllülük akımı hızla büyümeye,çoğu insanoğlu uyanmaya başlamıştı. Bu durumdan da en çok beyaz melekler ve anneleri mutlu olmuştu. Tamamen olmasa bile kısmen gün yüzüne çıkmaya, adları daha çok zikredilmeye başlamıştı. Ama melekler umutluydu daha rahat hayatlarını sürdürebilecekleri günler çok yakındı. Çoğu insanoğlu onlara destek vermek adına yola çıksa da fark ediyorlardı ki; tam tersi kendi ruhu arınıyor, sanki gün ve gün kirlenen yüreği biraz da osun hafifliyordu. Adeta bulaşıcı hastalık gibi beyaz melekler insanoğluna sevgi bulaştırıyorlardı. Artık Dünya’nın da dengesi, yavaş yavaş düzeliyordu. Ne de olsa kaybolan parçalar artık gün yüzüne çıkmaya başlamış ve hayat puzzlenin parçaları tamamlanmaya başlamıştı. İnsanoğullarının çoğu anlamışlardı ki, engel görünüşte değil beyinde oluşuyordu. Madem ki, insan olmanın tek şartı kocaman ve tertemiz bir yüreğe sahip olmaktı. Ve madem ki, bu yürek herkese verilmişti. O zaman bütün insanlar eşitti. Artık beyaz melekler özgürlüklerine kavuşuyordu. Çünkü, onlar sürekli gözle görülmeyen demir parmaklıkların arkasına hapsedilmiş gibi hissediyorlardı. Artık diğer insanoğullarının, onların bir birey ve bu hayatı oluşturan en değerli parçalarından biri olduklarının farkına varmalarının zevkini yaşıyorlardı. Hayatta sahip oldukları tek şey olan kocaman yürekleriyle bu Hayatın ve onları yok sayan insanoğullarının karşısında dimdik duruşlarının, verdikleri mücadelenin zaferini yaşıyorlardı.Ve karar vermişlerdi,bu hayat bitene kadar da bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceklerdi.Hiçbir engeli olmayan insanoğullarına da,hayatın güzelliklerini keşfetmede mutlu olmada da örnek olacaklardı.Çünkü onlar kocaman yürekli,hayatın mutluluğun kaşifi beyaz meleklerdi.



YAZAR: Didem Banu ABDULLAHOĞLU
17.11.1971 tarihinde İstanbul’da doğdum.Evliyim ve üç çocuğum var.Büyük oğlum zihinsel engelli olduğu için bu konuyla yakından ilgilendim.Yazdığım kısa hikaye ile amacım ise yeni yetişen çocuklara engelli insanları anlatabilmek.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst