Beyin hakkında bilmediğimiz her şey

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
- 5 ile 10 dakika arasında beyne oksijen gitmemesi geçici beyin hasarına neden olabilir.

– Beyniniz sanılanın aksine gelişimini 20’li yaşlarda tamamlamıyor, 40’lı yaşların sonuna kadar sürdürüyor.

– Beyniniz vücudumuzdaki oksijen ve kanın yüzde 20’sini kullanıyor.

– Yaşadığınız her yeni anı ile beyniniz yeni bağlantılar yaratıyor.

– İnsanlara azıcık bile “güç” verildiğinde empati yeteneklerinin azaldığı bilimsel olarak kanıtlanmış.

– Uyanıkken, insan beyni küçük bir ampülü çalıştıracak kadar elektrik üretebiliyor.

– Evdeki şiddet, çocukların beyninde savaşın askerlerde yarattığı etkiyi yaratabiliyor.

– Ağzınızın dışında mideniz, bağırsaklarınız, pankreasınız, akciğer, anüs, testis ve beyninizde de tat alma reseptörleri bulunuyor.

– Einstein’in otopsisini gerçekleştiren patolojist ünlü bilim adamının beynini çalıp, 20 yıl boyunca bir kavanozda sakladı.

- Beynimizin % 60 ı yağdan oluşuyor.

– İnsan beyninin kıvamı tofu peyniriyle aynı yoğunlukta.

– Çikolata kokusu rahatlamayı sağlayan Teta beyin dalgalarını artırıyor.

– Orgazm sırasında beyin o kadar yüksek seviyede dopamin hormonu üretir ki bu uyuşturucu kullanımına benzer bir etki yaratabilir.

– Unutmak beyin için sağlıklıdır.

– Gereksiz bilgileri hafızaya yüklememek sinir sisteminin esnekliğini korumasına yardımcı olur.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Beynin yarısıyla yaşayabilir miyiz?

Beyninin bir kısmı olmadığı halde normal yaşamını sürdüren uç örnekler var. Tom Stafford bunun nasıl mümkün olabildiğini açıklıyor.

Beynimizin ne kadarına gerçekten ihtiyaç duyuyoruz? Beyninin bir kısmı olmayan ya da hasara uğramış olan insanlarla ilgili haberler son zamanlarda medyada birkaç kez yer aldı. Bu vakalar beynin nasıl çalıştığını tam olarak anlamadığımız gibi onu yanlış ele alıyor olabileceğimizi de gösteriyor.

Birkaç ay önce, bir kadının beyninin arka kısmındaki beyincik bölgesinin olmadığına dair bir haber çıktı. Yani bu kısım hasar görmüş değildi, hiç yoktu. Bazı tahminlere göre toplam beyin hücrelerimizin yarısı beyincikte bulunuyor. Ama 24 yaşındaki bu kadın normal bir yaşam sürüyordu. Eğitimini tamamlamış, evlenmiş ve normal bir hamileliğin ardından bir çocuk sahibi olmuştu.

Ama bu durumun kadın üzerinde tümüyle etkisi yok denemezdi. Ömrü boyunca tereddütlü, hantal hareket etmişti. Ama asıl şaşırtıcı olanı, beyninin bir kısmı olmayıp da hareket edebilmesiydi. Beyincik beynin öylesine temel bir bölgesidir ki ilk omurgalı canlılarda ortaya çıkmıştır. Dinozorların hayatta olduğu dönemde bile köpekbalıklarının beyincikleri gelişmiş durumdaydı.


Bu olay beyin konusunda bilimin içinde bulunduğu acıklı durumu gösteriyor. Beyincik gibi bazı önemli bölgelerin işlevi konusunda bile fikir ayrılıkları var hala. Bu tür vakalar ortaya çıktığında beyin hakkındaki cehaletimiz de gün yüzüne çıkıyor. Hastanelerdeki beyin taramaları, beyin yapısının kişiden kişiye farklılık gösterebildiğini ortaya koyuyor. Bu farklılıkların, yakından gözlendiğinde davranışlarımız üzerinde etkili olduğunu görmek de mümkün olabilir.

Beyinciği olmayan kadın vakası, beyinle ilgili basit bir şemanın bulunmadığını gösteriyor. Beyni, görme bölgesi, açlık ya da sevgi hissi bölgesi gibi bölümlere ayırarak basitleştirmek cazip gelse de aslında beyinde böyle bölgeler yoktur. Çünkü o, her işlevden sadece bir bölgenin sorumlu olduğu teknolojik bir aygıt değildir.

BEYNİNDE ŞERİTLE YAŞAMAK

Bir başka vaka ise bir süredir beyninde şerit paraziti ile yaşayan bir adamla ilgili. Dört yıldan beri beyne yuvalanmış olan bu şerit, epilepsi krizlerine benzer nöbetlere, hafıza sorunlarına ve ilginç koku duyumlarına yol açmış. Aslında beyinde canlı bir varlığa rağmen az denebilecek yan etkiler bunlar.

Beyin gelişmiş bir teknolojik aygıt olsaydı işlemeye devam etmesi mümkün olmazdı. Beynin dayanıklılığının nedenlerinden biri onun ‘esnek’ olması, bulunduğu ortama uyum sağlama özelliği. Bir başka neden ise Nobel Ödülü sahibi nörolog Gerald Edelman tarafından geliştirilen bir konseptle ilgili olabilir. Edelman biyolojik fonksiyonların çok sayıda yapı tarafından desteklendiğini fark etmişti; örneğin bir tek fiziksel özelliğin birçok genin kodlaması sonucu olması gibi. Böylece bir tek genin ortadan kalkması o özelliğin ortaya çıkmasını engelleyemiyor. Bir tek fonksiyonun çok sayıda farklı yapılar tarafından desteklenmesi özelliğini Edelman ‘soysuzlaşma’ olarak adlandırdı.

BİR FONKSİYON, BİRÇOK BÖLGE

Aynı şey beyin için de geçerli. Beynimizin tek tek fonksiyonları belli bölgelerde toplanmış olmayıp birçok bölgenin desteğiyle gerçekleşiyor; bunların işleyişi benzer olsa da küçük farklılıklar da içeriyor. Bir tarafta meydana gelen aksaklık diğer bölgeler tarafından telafi ediliyor.

Beynin işleyişini inceleyen bilişsel nörologların beyindeki farklı bölgelerin ne iş yaptığını tespit etmeye çalışırken karşılaştığı sorun da bu işte. Bir bölgeye sadece bir fonksiyonu atfederseniz yanlış sonuçlara varırsınız.

Beyincik tek tek özel hareketleri kontrol eden bölge olarak biliniyor. Fakat bazal gangliya ve motor korteksi adı verilen bölümler de vücut hareketlerimizle yakından ilgilidir. Hepsi de aynı şeye katkıda bulunduğunda her bir bölgenin tam olarak işlevini belirlemeye çalışmak yanlış bir yaklaşım olur.

Hafıza da çok sayıda beyin sistemlerinin kontrolünde olan temel bir biyolojik fonksiyon. Daha önce bir kez gördüğünüz birine rastladığınızda o kişinin iyi biri olduğunu ya da yaptıkları iyi bir şeyi hatırlıyor olabilir, ya da sizde iyi duygular uyandırdığını düşünebilirsiniz. Bunların tümü o kişiye güvenebileceğinizi farklı şekillerde size hatırlatan hafıza biçimleridir.

Edelman ‘soysuzlaşma’ özelliğini doğal seleksiyonun kaçınılmaz bir ürünü olarak görüyor. Bu olgu beyne ilişkin olağandışı durumların neden felaketle sonuçlanmadığını açıklıyor aslında. Bir de bilim insanlarının neden beynin işlevlerini anlamakta zorluk çektiğini.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Vücut olmadan beyin çalışabilir!

Hayatı hakkında hazırlanan bir film öncesinde konuşan dünyaca ünlü bilim adamı Stephen Hawking, çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Sorulan bir soru üzerine, beyni bir bilgisayar programına benzeten Hawking, teorik olarak, vücut olmadan da beynin işlevine devam edebileceğine inandığını ifade etti.

Şu anki teknolojinin buna imkân sağlamaktan oldukça uzak olduğunu belirten Hawking, ölüm sonrası yaşamı ise ‘karanlıktan korkan insanlar için bir peri masalı’ olarak değerlendirdi.

Hawking’in hayatının anlatıldığı filmde, bilim adamının 21 yaşındayken motor nöron hastalığı teşhisi konulması ve 3 yıllık ömrünün kaldığının açıklanmasından sonra dünyanın en büyük bilim adamı olma yolunda yaşadıkları anlatılıyor.


stephen-hawking-in-cennetin-olmad%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%C4%B1-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1_626436.jpg
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
İnternet beynimizi nasıl değiştiriyor?

Google’a bağımlılığımız üstel olarak arttıkça, bizler de artan biçimde hissetmiyor muyuz beynimizde bir şeylerin değiştiğini?

2008 yılında, The Atlantic dergisinde, Nicholas Carr’ın, ‘Google bizi aptallaştırıyor mu?’ (ref.1) başlıklı önemli bir yazısı yayınlandı ve çok ses getirdi. 2013 sonunda ise Scientific American, son bilimsel araştırmalara dayalı ‘Google bizi daha mı akıllı yapıyor’ (ref.2) başlıklı bir yazıya yer verdi. Bunlardan acaba hangisi doğru?

beynimiz-150x150.jpg


Stanley Kubrick’in başyapıtlarından ‘2001 a space oddysey’ filminin en etkileyici sahnesinde, astronot Dave Bowman, HAL süper bilgisayarını devre dışı bırakmak için hafıza kartlarını bir bir çıkartırken, HAL, ‘Yapma Dave, zihnim yok oluyor, hissediyorum, hissediyorum bunu!’ der. Internet ve özellikle Google’a bağımlılığımız üstel olarak arttıkça, bizler de artan biçimde hissetmiyor muyuz beynimizde bir şeylerin değiştiğini?

BEYNİMİZ NASIL ÇALIŞIYOR?

Beynimizin çalışmasındaki değişikler, en başta, her türlü bilgiye çok daha kolay ve hızlı ulaşabilmemizden kaynaklanıyor. Aklımız, artık, daldan dala atlamaya, bir konuyu çabucak gözden geçirip bir diğerine geçmeye alışıyor. Bunun da en olumsuz etkilerinden biri, kitap okuma, daha doğrusu okuyamama (!) üzerine oluyor. Eskiden bir kitabı saatlerce keyifle okurken, artık birkaç sayfa okuduktan sonra dikkatimiz dağılıyor, başka bir şeye geçme ihtiyacı duyuyoruz. Bu, benim de, kendimde ve çevremde gözlediğim gerçekten endişe verici bir değişim.

Günümüzde, bir çoğumuzun, gözleri ve kulakları aracılığı ile algıladıklarının artan bir bölümü gerçek dünya yerine İnternet üzerinden geliyor. Haber, mektup, gazete, dergi, kitap, ansiklopedi, müzik, resim, film, oyun .. hepsi orada. Üstelik de pek çoğu, her yerden, ücretsiz ve anında ulaşılır durumdalar! Basılı kitapların dipnotlarından çok farklı olarak, İnternetteki bağlantılar bizi, bir tıkta, yeni bilgilere uçuruyor. Bütün bunlar, duygu ve düşüncelerimiz için malzeme hatta birer nimet olurken; düşünüş biçimimizi, düşünce süreçlerimizi ve davranışlarımızı değiştiriyorlar. Bir benzetme yapmak gerekirse, eskiden bilgi denizinde yavaş yavaş yüzen bir dalgıç iken, şimdi dalgaların üzerine zıplayan bir jetski sürücüsüne döndük!

OTOMATİK ÖZETLEME

Araştırmalar, her meslekten insanın, örneğin yazarların, araştırıcıların, doktorların, benzer sorunları yaşadığını doğruluyor. Kitapları, hatta uzunca makaleleri okumak giderek zorlaşıyor ve terk ediliyor. Değil ‘Harp ve Sulh’ ya da ‘Sefiller’i okumak, bir blog’daki üç dört paragrafı hazmetmek bile olanaksızlaşıyor. Beyinlerimiz artık neredeyse müzikteki ‘staccato’ ritmiyle, yani kesik, kesik çalışıyor. Web’deki dokümanların başlıkları, ‘içindekiler’ bölümü, ya da özeti yeterli görülüyor.

University College London’un ülkenin kütüphanelerinde yaptığı bir araştırma, bu ‘kaymağını alma’ diyebileceğimiz arama ve okuma türününün genelleşmekte olduğunu gösteriyor. Bu nedenle otomatik özetleme algoritmaları ve yazılımları günümüzde önemli bir araştırma alanı oluşturuyor (ref.3)!

İşin ilginç yanı, 20-30 yıl öncesine göre daha çok okuyoruz! Ama, şimdiki başka tür bir okuma. O kadar başka ki, bizlerin de başka tür bir düşünme biçimine, hatta başka bir benlik sahibi olmamıza yol açıyor. İnternet türü okumanın, yani hız (hatta ‘anındalık- immediacy’) ve verimliliğin öncelikli olduğu günümüzde, yazılı basın döneminin ‘derin okuma’sı diyebileceğimiz, düşünerek ve içe sindirerek okumanın yerini, ‘enformasyon seçici, ayıklayıcı’ bir okuma alıyor. Bu da, beynimizin, sakin ve kesintisiz bir derin okuma sırasında aktifleşen, anlam çıkarma ve bağlantılar kurma becerilerinin giderek devre dışı kalmalarına yol açıyor.

Okuma, insanların içgüdüsel bir özelliği değil, sonradan öğrendikleri bir yetidir. Okuma, beynin birçok değişik bölgesini seferber eder ve bu bölgeler dile ve alfabeye göre ciddi değişiklikler gösterir. Bu nedenle okuma (ve yazma) yöntem ve stili aklımızın çalışma biçimini de doğrudan etkiler.

Buna verilen en ilginç örnek, büyük filozof Friedrich Nietzche’nin 1880 li yıllarda görüşünün bozulması ve kalemle yazmakta zorlanması üzerine ellerine bakmak zorunda kalmamak için daktiloda on parmak yazmayı öğrenmesidir. Birçok otoriteye göre, daktiloda yazmaya başlaması ile birlikte Nietzche’nin yazı stili de değişmiş, filozofun belagatı (güzel konuşma sanatı) daha çok kelime oyunlarına ve ‘telgraf’ stiline dönüşmüştür.

MEKANİK SAAT VE BİZ

Fiziksel değil de zihinsel yeteneklerimizi arttıran teknolojilerin yarattığı derin değişikliklere bir diğer ilginç örnek de, 14 üncü yüzyılda (o zamana kadar kullanılagelen güneş, kum vb türü saatlerden farklı olarak) sürekli ve hassas olarak çalışabilen mekanik saat’in icadıdır. İnsanlara her an doğru zamanı gösteren bu aygıtın olağanüstü etkileri olmuştur.

Saatin icadı ile birlikte, zaman, insanların faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası olmaktan çıkmış, kendi başına varolan ve ölçülebilen bir büyüklük haline gelmiştir. Bu paradigma değişikliği de, insanların ne zaman uyuyacakları, çalışacakları ve yiyeceklerine, duyularını dinlemek yerine saate bakarak karar vermelerine, yani bir anlamda dünya algılarının fakirleşmesine yol açmıştır. Ama aynı değişiklik, saatin tik taklarının çağrıştırdığı gibi, sürelerin ve diğer büyüklüklerin hassas matematiksel ölçümüne ve onunla birlikte bilimsel düşünce devriminin başlamasına öncülük etmiştir.

Bilişsel süreçlerimizdeki bu önemli değişiklikler kendimizi niteleyiş biçimimizi de değiştirmektedir. Saat bulunduktan sonra (yakın zamanlara kadar) zeki biri için ‘kafası saat gibi çalışıyor’ derken artık ‘bilgisayar gibi’ demek durumundayız! Öte yandan, sinirbilimin kanıtladığı gibi, insan beyninin her yaşta yeni bağlantılar yapabilmesi (yani plastikliği-plasticity özelliği) bu değişikliklerin benzetmelerle sınırlı kalmadığını bizleri biyolojik olarak da değiştirdiğini göstermektedir.

İnternetin kavrama (biliş – cognition) yeteneklerimiz üzerinde geniş kapsamlı etkileri olacağına kuşku yok. Büyük İngiliz matematikçisi Alan Turing’in 1936’daki eşsiz makalesinde kanıtladığı gibi, (o tarihte sadece teorik olarak bilinen!) sayısal bir bilgisayar, bilgi işleyen her türlü aygıtın işlevlerini yerine getirebilecek biçimde programlanabilir.

Günümüzde gördüğümüz de tam olarak budur. Neredeyse sınırsız bir güç ve kapasiteye sahip olan İnternet, tüm diğer entelektüel (zihinsel yetenek arttırıcı) teknolojileri kapsamı altına almaktadır.

Saatimiz, haritamız, telefonumuz, radyomuz, televizyonumuz, yazı ve baskı makinamız ve daha pek çok aracımız bir arada, cebimizdeki bir aygıttan her an, her yerde ulaşılır durumda…
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Beynimizle İlgili Bazı İlginç Bilgiler


1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Hayatınızla ilgili önemli kararlar alırken açık havada veya doğada vakit deneyebilirsiniz.

2 – Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.

4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.

5 – Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.

6 – Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin.

7 – Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.

8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.

9 – Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.

10 – Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.

11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.

12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.

13 – Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

14 – Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.

15 – Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir. Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.

16 – Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

17 – Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.

18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.

19 – Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.

20 – Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz“Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın.


10931253_624655607663540_4400008501152095669_n.jpg
 
Son düzenleme:

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Beyin ve Din Arasında Nasıl Bir İlişki Var?

Nasıl oluyor da bir dine inanıyoruz? Beynimizin inançla bir ilişkisi var mı? Dünyanın en saygın bilim dergisi “tanrı inancı”nın insan beynindeki araştırmasını yaptı. Muhteşem sır açığa çıktı.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden Yale Üniversitesi tarafından yapılan ve dünyanın en saygın bilim dergisi New Scientist´ta yayınlanan bir araştırmaya göre insan beyni “tanrı´ya inanmak için programlanmış“…

HER ŞEYİN BİR NEDENİ VAR

Bebekler ve çocuklar arasında yapılan araştırmaya göre, insan beyninin doğasında tanrıya ya da bir yaratıcıya inanmak var.

Beyin “neden ve sonuçla” çalışıyor.

Beyin, “beyin ile ruhun” birbirinden ayrı olduğunu düşünmek için programlı. Bu da “hayali arkadaşlar” edinmeye veya “tanrıya ve dinlere inanmamıza” neden oluyor…

Araştırmaya göre, hiçbir din eğitimi almamış 6-7 yaşında çocuklar bile dünyadaki herşeyin bir nedeni olduğuna inanıyor. Taşların, nehirlerin veya kuşların yaratılmasının bir nedeni olduğunu düşünüyor.

Darwinci uzmanlara göre bunun nedeni de yine “doğal seleksiyonda” saklı. İnsanlar tarih boyunca belirli bir tanrı inancına sahip oldu. Bu inanca sahip olan atalarımız da, kendi inançlarına inanan insanlarla bir araya gelerek grup kuruyordu. Böylece avlanmak, beslenmek ve korunmak daha kolay oluyordu. Yani inanmak hayatta kalma olasılığını artırıyordu.

Böylece “inanmaya ihtiyaç duymak veya inanmak” genlerimize işlemiş ya da içgüdüsel olabiliyor.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Neden Dejavu hissine kapılıyoruz?

Araştırmalara göre insanların üçte ikisi hayatında en az bir olayı, daha önceden yaşadığı hissine kapılıyor. Peki dejavu neden yaşanıyor?

Bilim insanları, 23 yaşındaki İngiliz bir erkeğin yaşadıklarının dejavunun neden olduğuyla ilgili açıklamalara yardımcı olabileceğini düşünüyor.

İngiliz genç, “Her şeyi daha önceden gördüğü için” televizyon seyretmekten, radyo dinlemekten ve gazete okumaktan bile kaçınacak hale geldi. Bu durumu inceleyen Fransız, İngiliz ve Kanadalı bilim insanları ilk kez dejavunun nedenleri arasında anksiyeteye işaret ettiler.

Araştırmayı yapan uzmanlardan Bourgogne Üniversitesi’nde Bilişsel Nöropsikolog Dr. Chris Moulin, hastanın geçmişte depresyon ve aşırı stres yaşadığını ve bir kez de uyuşturucu madde olan LSD’yi kullandığını bildirdi. Şu an için sağlık durumunda herhangi bir anormallik olmadığını ekledi.

Dr. Moulin’in açıklaması şöyle: “Çok çarpıcı bir vaka. Genç adam dejavu dışında olanların farkında. Ama aklının sürekli olarak kendisine oyun oynadığı duygusu yüzünden travma yaşıyor. Hasta artık dejavunun dejavusunu görmeye başladı. Bu vaka tek başına anksiyete ile dejavu arasında bağ olduğunu kanıtlamaya yetmese de, gelecekteki araştırmalar için ilginç bir kapı aralayacak”

DEJAVU İLE İLGİLİ DİĞER GÖRÜŞLER

Dejavu Fransızca’da ‘daha önce görüldü’ anlamını taşıyor. İlk kez 1876’de Fransız Fizikçi Emile Boiraç tarafından kullanıldı.

Dejavunun nedeni tam olarak bilinmiyor. Diğer hafıza sorunlarının aksine, gençlerde daha fazla görülüyor.

20.yy boyunca psikiyatrlar, dejavuyu Freud’çu açıklamalarla bastırılmış duyguların geri çağrılmaya çalışılması olarak anlamlandırdılar.

Bugüne kadar ortaya atılan teoriler arasında, tıpkı göz seğirmesi gibi istem dışı olarak beynin hafızaya aşinalık sinyali göndermesi olabileceği de var. St Andrews Üniversitesi’nden Dr Akira O’Connor, bu görüşün epilepsi ve demans hastalarının daha sık dejavu hissini yaşamasını da açıklayabileceğini düşünüyor.

Colorado State Üniversitesi’nden Profesör Anne Cleary ise, dejavunun, bir odanın şekli gibi gerçekten aşina olan bir şeyin, hafızayı yanıltması olabileceği görüşünde.

BBC
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
İnsan Beyninin Gizemli Özellikleri

İnsan beyni evrenin en bilinmeyen, en karmaşık ve en mucizevi ögesidir. Bu yapıyı araştıran nöropsikoloji, psikoloji ve biyoloji olmak üzere üç bilim vardır.

thgvqE1.jpg


Kısa dönem hafızamız yalnızca yedi ögeyi tutabilir. İnsanlarda üç farklı hafıza vardır: Uzun dönem hafıza, kısa dönem hafıza ve duygusal hafıza. Uzun dönem hafızayı bilgisayarınızın sabit diski olarak düşünürsek, kısa dönem de küçük bir USB bellek olurdu. Bu kısa hafıza sayıları 5-9 arasında değişen objeleri anlık olarak tutar. Ortalama bir insan için bu sayı 7’dir. Ama bu sayı dokuzu bile aşabilir. Bunun için nesneleri gruplandırmada iyi olmanız gerekir ve bunu pratik yaparak gerçekleştirebilirsiniz. Hiç fark ettiniz mi telefon numaraları 7 hanelidir. 111-11-11

Açık yeşil en kolay seçilen renktir. Sarı-yeşil ve açık yeşil, görebildiğimiz renk aralığının ortasındaki renklerdir. Gözlerinizin mavi,yeşil ve kırmızı renkleri için algılayıcıları vardır. Ama beyin renkler hakkında bilgi almaz. Renkler arasındaki ton farkına ya da daha mı açık yoksa daha mı koyu olduğuna bakar. Sonuç olarak beyin bu üç rengin ortasındaki renk olan açık yeşilden, gördüğü renk koyu mu değil mi onu algılar. Ayrıca bu renk; sakinleştirici ve yatıştırıcı etkisinden dolayı ressamlar, psikologlar ve psikiyatristler tarafından da kullanılır.

Bilinçaltınız sizden daha akıllıdır. Ya da en azından daha güçlü. Bir çalışmada insanlara karmaşık bir resim gösterildi. Bir gruptan düşünmeden resimle ilgili izlenimlerini söylemeleri istendi. Katılımcılar resimdeki sorunu kolaylıkla bulabildiler. Diğer gruptan ise düşünerek yanıtlamaları istendi. Sonuç; sıfır. Resimdeki hatalı kısmı saatler geçmesine rağmen bulamadılar.

Zihinsel işler beyini yormaz. Araştırmalara göre bu zihinsel işler ne kadar zor olursa olsun ya da ne kadar uzun sürerse sürsün beyni besleyen damarlardaki kan akışının sabit kaldığı ölçüldü. Buna karşın tüm gün çalışan bir insandan alınan kanda yüksek oranda yorgunluk toksini bulundu. Böylece bilim insanları beyninin yorulduğu kanısının insanın ruhsal durumundan kaynaklandığı bulundu.

Dua etmenin olumlu etkileri keşfedildi. Dua ederken ya da meditasyon yaparken, ilk altı aylık bebeklerde görülen alfa dalgasının beyinde yayıldığı keşfedildi. Belki de bu ibadet eden insanların daha az hastalanmasının ve çabuk iyileşmelerinin nedenidir.

Düzenli beyin egzersizleri beyni hastalıklardan korur. Araştırmalar Alzaymır gibi çeşitli hastalıkların beyin egzersizleriyle önlenebildiğini ortaya çıkardı. Bu zihinsel aktivetelerin yeni dokular oluşturarak hastalığı kısıtlı bir doku üzerinde kalmasını sağlıyor ve hastalık gelişemiyor. Yani yeni birşeyler öğrenmek ya da çılgınca bir şeyler yapmak beyninizin gelişmesine yardımcı olur. Ayrıca sizden daha zeki olan ya da daha bilgiliinsanlarla konuşmak beyniniz üzerinde olumlu etki bırakır.

İnsan beyni gölgeleri fiziksel varlıklar olarak algılar. İnsan beyni, hareketleri ve çevreyle etkileşimi çeşitli yerlerden ip uçları alarak anlar; gölgeler gibi. Gölgeler hareket hakkında çok fazla ip ucu verir ve beyin gölgeleri vücudun bir parçası olarak düşünür.

Beyin vücuttan daha sonra uyanır. İnsan uyandığında beyni tam uyanmamış olur. Amiyane tabirle sabahları kafanız pek basmaz. Yani sabah kalktığınızda beyin egzersizleri yapmak çok yararlı olur. Yani televizyonu açmak yerine bir şeyler okumalısınız.

Tam bir beyin egzersizi için yeteri kadar sıvı almış olmanız gerekir. Beynin yüzde 75’i sudan oluşur. Dolayısıyla beyninin sağlıklı tutmak için su içmeniz gerekir. Kilo kaybetmek için tablet kullananlar ya da çay içenler bilmelilerdir ki bu sıvı kaybına da neden olur beynin performansını etkiler. Bu yüzden doğru olanı yapmalılar- yani doktor kontrolünde olmalı ve reçetelere dikkat etmelilerdir.

Beyin erkeklerin konuşmasını, kadınların konuşmasından daha iyi anlar. Erkek ve kadın sesleri beynin farklı yerlerinde işlenir. Kadınların sesleri daha müzikal, yüksek ve geniş bir frekanstadır. İnsanın beyni bir kadının ne dediğini anlamak için ek kaynaklar kullanarak sesi “çözmek” zorundadır. Bu yüzden halüsinasyon duyan insanlar genelde erkek sesi duyarlar.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Şehirdeki İnsan İle Köydeki İnsanın Beyni Aynı Mı?

Şehirde yaşayanlar ile köyde yaşayanların beyin gelişimleri arasında bir fark var mıdır? Bazı görüşler köydekiler zeki derken bazı görüşler şehir insanı daha zeki diyor. Yeni bir araştırma, şehirde yaşayan insanların beyninin kırsal alanlarda yaşayanlardan daha farklı olduğunu gösterdi.

Şehirde stres altında yaşayan insanların beyninin kırsal alanlarda yaşayanlardan daha farklı olduğu ortaya çıktı.

Almanya’daki Heidelberg üniversitesinde görev yapan Profesör Andreas Meyer-Lindenberg tarafından gerçekleştirilen ve Nature Dergisi’nde yayınlanan araştırmaya göre, şehirde yaşayan insanların beyinleri kırsal alanda yaşayan insanların beyinlerinden farklı olduğu belirlendi.

The Guardian tarafından yansıtılan araştırmada, stres altında olan şehirli insanların beyninde duygu ve kaygıyı düzenleyen bölgenin çok hareketli olduğu ve kentsel bölgelerde ruh sağlığı problemlerini oranının yüksek olmasının bu farkla açıklanabileceği belirtiliyor.

Haberde, önceki araştırmaların, şehirlerde yaşayan insanlarda kaygı bozukluğu riskinin yüzde 21, duygu durum bozukluğu riskinin ise yüzde 39 oranında arttığını gösterdiğine dikkat çekiliyor.

50’den fazla kentsel bölgelerde yaşayan gönüllünün beyin taramasının yapıldığı yeni araştırmanın ise, katılımcıların performansları konusunda kaygılanmaları üzerine tasarlandığı belirtiliyor.

Ayrıca, Profesör Andreas Meyer-Lindenberg’in, kentli insanların beyinlerinde duygu ve kaygıyı düzenleyen bölgenin çok hareketli olmasının ruh sağlığı problemlerinin kökenini olabileceğini söylediğine dikkat çekiliyor.

2050’DE İNSANLARIN YÜZDE 70’İ ŞEHİRLERDE YAŞAYACAK

Gazete ayrıca, 2050 yılına gelindiğinde insanların yaklaşık yüzde 70’inin kentlerde yaşıyor olabileceği yönündeki tahminlere işaret ederek, Nature Dergisi araştırmacılarının ortalama olarak, şehirde yaşayanların daha zengin olduğunu, daha iyi beslendiğini, sağlık hizmetlerinin ve doğum kontrol olanaklarının daha iyi olduğunu yazdığını belirtiyor.

Ancak araştırmacılar, kentlerde yaşayanlarda kronik hastalık riskinin daha fazla olduğunu belirterek, şehirlerdeki stresli sosyal ortama ve insanlar arasında sosyal farklılıkların daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Neden bazı insanlar diğerlerinden daha başarılı oluyor? Nasıl oluyor da diğerleri başarısız oluyor? Bu sadece eğitimle, ailedeki yetişme alışkanlıklarıyla açıklanabilir mi? Yoksa yanıt daha derinlerde, daha içerilerde mi gizli. Beyinde ve genlerde başarının izini sürmek mümkün mü?

Niçin bazı insanlar hayatta daha başarılı oluyor?


Niçin bazı insanlar başarma arzusu ile doğarken, bazıları dışarıdan destek görmediği zaman olduğu yerde sayıyor? Niçin bazılarının tutku fitili hiçbir zaman ateşlenmiyor? Bir ailenin bazı üyeleri çok başarılı bir çizgi tuttururken, niçin aynı ailenin başka üyeleri başarı merdiveninin en alt basamaklarında debelenip duruyor?

Bilim adamları başarma isteği veya hırs olarak nitelendirilen dürtünün kaynağını araştırıyor. Time dergisinin 13 Şubat 2006 tarihli sayısında yayımlanan bu ilginç yazının geniş bir özetini sunuyoruz. İnsanlığın davranış portföyündeki dürtülerin içinde hırs Ğortak pastadan, başkaları kapmadan en büyük dilimi kapma isteği- insanlara en demokratik şekilde dağıtılmış olmalıdır.

Doğa, aslında toplamı sıfır olan bir oyundur. Aileniz için avladığınız her hayvan, başkalarının bir hayvan eksik yemesi anlamına gelir. İşgal ettiğiniz her toprak, diğerlerinin daha az toprakla yetinmesini gerektirir. Olaya bu şekilde bakınca, başarma ihtiyacının herkese eşit olarak dağıtılmış olduğu sonucu çıkıyor.

Ancak bu sonuç gerçeği yansıtmıyor. Başarma arzusu herkeste aynı olmadığı için başarıya ulaşmak için elindeki tüm olanakları kullanan her insana, elindekiyle yetinen başka bir insan düşüyor. Ayrıca başarma hırsı kadın ve erkekte de farklı bir yol izler. Aynı şekilde Amerikalılar ile Avrupalılar, zenginler ile fakirler, savaş sonrası jenerasyon ile zamanımızın gençliği de bu açıdan farklıdır. Hırslı kişiler de tutkularını farklı şekillerde yaşarlar. Başarılı Olacak Çocuk Beynindeki İzlerden Belli Olur.


Ba%C5%9Far%C4%B1l%C4%B1-Olacak-%C3%87ocuk-Beynindeki-%C4%B0zlerden-Belli-Olur.jpg


Hırsın tarifi

“Hırs evrimin bir yan ürünüdür” diye konuşan Soka University of America’dan antropolog Edward Lowe, “Sosyal statünün nasıl tanımlandığına bakmaksızın, her toplumda bazı insanlar, sosyal statü için diğer insanlardan daha agresif bir yol izlerler” diyor.

Davis’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden psikolog Dean Simonton, başarının karmaşık bir olgu olduğuna dikkat çekiyor:

“Hırs enerji ve kararlılık gerektirir. Ancak bu noktada bir hedefin de olması gerekir. Hedefi olup da enerjisi olmayan insanlar, bir kanapeye uzanıp ’bir gün daha iyi bir fare kapanı yapacağım’ diye hayal kuranlardır. Enerjisi olup, hedefi olmayan insanlar ise bir projeden diğerine atlarken, dağılıp giderler.”

Enerjinizin, hedefinizin ve yeteneğinizin varolduğunu farz edelim. Bu durumda hırs eşit midir? Olağanüstü bir kulağı olan başarılı bir müzisyen, her notada ter döken başarısız bir müzisyenden daha mı hırslıdır? Mozart’ı dinleyebiliriz, fakat Salieri’yi de alkışlamamız gerekmez mi?

Hırs konusunun en büyük açmazı, hırsın aşırıya vardırıldığı durumlardır. Ahlaki kaygılar taşımayan büyük hedefler, diktatörleri doğurur Ğveya Enron ve Parmalat’ı. Günde 16 saatlik çalışma temposu, çalışma masasında yenilen hızlı yemeklerle birleşince kalp krizi ve tükenmişlik sendromlarına davetiye çıkartır. Hatta çocuklar arasında bile hırs, hızla zarar vermeye başlar.

Hırsın açmazı

Ohio State University’den antropolog Peter Demerath, normal müfredatlarının dışında çok sayıda ders alan, derslerden sonra sportif faaliyetlere katılan ve bunlarla yetinmeyip boş zamanlarında çalışan 600 lise öğrencisi üzerinde bir araştırma yürüttü.

Bunların yüzde 70’i arada sırada veya devamlı stres içinde olduklarını itiraf ettiler. Demerath karşılaştığı ilginç vakalardan birini şöyle anlatıyor:

“Çocuklardan birine, ailesinin bu çalışma temposunu nasıl karşıladıklarını sordum. Çocuk evde geçirdiği zamanın çok kısa olduğunu ve bu nedenle ailesiyle konuşmaya fırsat bulamadığını söyledi.”
Antropologlar, psikologlar ve diğer uzmanlar bu konuya daha yakından eğilerek, hırsın köklerini ailede, kültürde, cinsiyet farkında ve diğer faktörlerde arıyor. Lowe, “Prestij peşinde koşmak son derece insani bir tutumdur. Yalnızca karnını doyurmak ve barınmak yeterli gelmez. İnsanlar daha fazlasını ister” diyor.

Hırs insanların dışında hayvanlar aleminde de yaygındır. Pek çok hayvan, doğdukları andan itibaren hırs belirtileri göstermeye başlar.


brain_connections.jpg


Tek hırslı tür insan değil

Kurt yavruları daha sütten kesilmeden önce, bazılarının “alfa” bazılarının da “beta” oldukları anlaşılır. Alfalar daha hızlı, daha meraklı ve süt, anne ve yatacak yer açısından daha açgözlüdür. Ayrıca yaşamları boyunca da alfa olarak kalırlar. Alfa kurtları yuvarından daha fazla uzaklaşır, her yıl yavrularlar ve 10-11 yaşına kadar yaşarlar.

Betalar bu avantajların hiçbirinden yararlanmazlar; yuvalarından çok uzaklaşmazlar; nadiren yavrularlar ve genellikle 4 yaşından önce ölürler. İnsanlar da buna benzer doğal bir kararlılık sergiler. Çocukluğunda ele avuca gelmez çocukların, büyüyünce ne kadar başarılı bir iş adamı olduğu öyküleri yaygındır. Bu özellik genlerle geçiyorsa, başarı yolunda farklı kulvarlarda ilerleyen tek yumurta ikizlerinin durumu nasıl açıklanabilir? Şu anda doğduktan sonra birbirlerinden ayrılan tek yumurta ikizleri üzerinde devam etmekte olan çalışmalarda, başarı dürtüsünün şiddeti ölçülüyor. Çalışmalarda ikizlerin profillerinin yüzde 30-50 oranlarında örtüştüğü görülüyor.

Hırsın beyindeki izleri

Bu sonuç, genetik açıdan, kalıtsallığın çok önemli bir etmen olduğunu gösterir. Ancak yine de çocukluk deneyimleri, ailenin etkisi gibi çevresel etmenlerin de rolünün küçümsenmeyecek kadar önemli olduğu da anlaşılıyor.

Bu değişkenleri araştırmanın bir yolu da beyni incelemektir. Missouri, St.Louis’teki Washington Üniversitesi’ndeki bilim adamları, sebat olarak bilinen bir özelliği incelemek için beyin görüntülerinden yararlandılar.

Sebat, bir işe tamamlanıncaya kadar odaklanma yeteneğidir. Bilim adamlarının sebat üzerinde durmalarının bir nedeni de sebatı, hırsı harekete geçiren bir motor olarak düşünmeleridir.

Bilim adamları bu bağlamda öğrencilere bazı sorular sorarak sebat düzeylerini ölçtüler. Daha sonra öğrencilere basit bir görev vererek, görevi yaparken beyinlerinin magnetik rezonans ile görüntüsünü aldılar. Sonuçta sebat ölçümleri en yüksek olan öğrencilerin beyinlerindeki limbik bölgede çok büyük bir hareketlilik olduğunu tespit ettiler. Limbik bölge, beynin duygular ve alışkanlıklar ile ilgili olan bölgesidir. “Korelasyon 0.8 (veya yüzde 80) idi” diye açıklamada bulunan araştırma sorumlusu profesör Robert Cloninger, “Bu, sebatın işin tamamlanmasında ne kadar önemli bir etmen olduğunu gösteriyor” diyor. Bu arada beyindeki doğuştan gelen farklılıkların hırsları tetiklediğini veya öğrenilen davranışların limbik bölgeyi faaliyete geçirdiğini söylemek mümkün değil.

Fakat bazı bilim adamları hırsı olmayan insanları, doğru yerde doğru yöntemle tetiklendiği takdirde hırslı hale getirmenin mümkün olduğuna inanıyor.

“Enerji düzeyi genetik olabilir” diye konuşan psikolog Simonton, “Ancak enerji düzeyi doğru zamanda doğru hedefi bulmakta insanlara yol gösterir” diyor. Simonton ve meslektaşları Franklin D. Roosvelt’in çocuk felci hastalığının kendisine öğrettiği sabır ve mücadele ruhu sayesinde bu kadar başarılı bir başkan olduğunu ileri sürüyor.

Kadın ve erkekte hırsın sergileniş farkı

Kadın ve erkekte yarışma ruhunun farklı olduğuna inanan antropologlar, bunun köklerinin çiftleşme stratejilerinde yattığını ileri sürüyor.

Erkekler rekabetçi bir üreme stratejisi benimserken, kadınlar kısa vadeli çıkarlar üzerine değil, uzun sürecek bir ilişkiyi hayal ettikleri için daha gerçekçi bir tutum benimserler.

Babunlar ve eski dünya maymunlarında annelerinin sosyal sınıfları genç dişilere miras kalır. Anneler dolayısıyla kendi düzeylerini artırırken, kız evlatlarının da düzeylerini düşünmek zorunda kalırlar. Bu tür bir geleneğin insanlarda da hüküm sürdüğü görülüyor.

Bu tür yaklaşımları 21.Yüzyıl’ın çalışma koşullarına uygularsak, çocuklarına bakmak için çalışmayı bırakan annelerin kısa vadeli hedeflerini bir kenara bırakarak, uzun vadeli çıkarlar peşinde olduğunu anlarız.


brain_shaking.jpg



Aile ve kültürün rolü

Hırsın derecesini belirleyen iki önemli etmenden biri sizi üreten aile, diğeri de ailenizi yaratan kültürdür. Pek çok psikolog, çocukları için iddialı fakat gerçekçi hedefler koyan ailelerin, başarıları alkışlayarak, hataları hoş görerek kendine güvenen çocuklar yetiştireceğine inanıyor. Ailelerin kontrol edemediği, ancak çocukların yetiştirilmesinde çok önemli bir rol oynayan bir diğer faktör de çocukların içinde doğdukları koşullardır.

Zenginliğin ve yoksulluğun insanlarda hedefe ulaşma arzusu üzerinde nasıl bir etki yaratacağını tahmin etmek zordur. Genel olarak bu konuda yapılan çalışmalar, hırslı insan oranın en yüksek olduğu kesimin orta sınıfın üst tabakası olduğunu gösteriyor. Bunun, bu sınıftaki insanlarda endişe düzeyinin çok yüksek olmasından kaynaklandığı düşünülüyor.

Hırs ve 4 kategoride

Antropologlar hırsı ölçerken aileleri 4 kategoriye bölerler:

-Yoksullar
-Mücadeleyi bırakmayıp, ayakta kalmayı başaranlar
-Üst orta sınıf
-Zenginler

İlk iki sınıfa dahil olanlar için hırs lükstür. Zenginler için ise hırsa gerek yoktur. Üst orta sınıf ekonomik olarak güvende olmakla birlikte bu güvenceyi yitirme korkusuyla kendilerini sağlama almak isterler. Dolayısıyla ellerindeki olanakları artırma çabasına girerler. “Buna statü endişesi diyoruz” diye konuşan antropolog Lowe, “Bu sınıfta doğanların pek çoğunda bu hırs ilk başlarda olmasa bile sonradan olur” diyor.

Endişeli toplumlar

Ancak bazı toplumlar insanları daha endişeli yapar. Örneğin ABD her zaman “önce ben” toplumudur. Bu özellik paylaşılan kaynakların azalmaya yüz tuttuğu şu günlerde bile devam ediyor. Diğer ülkelerde bu konuda farklı bir yol izleniyor. Bu yol kültürel DNA’nın ne kadar derinlere kazındığına bağlı olarak değişiyor.

Amerikan modeli zenginlik yaratırken, karşılığında yüksek bir bedel ödeme gerekliliğini de getiriyor. Örneğin hırs silahı bazen hırslı kişiye yönelebiliyor. Ohio State University’de öğrencilerdeki stres düzeyini ölçmek için düzenlediği deneylerde, Demerath, başka bulgulara daha ulaştı.

Başarma arzusunun yüksek düzeylerde seyrettiği öğrencilerde kandırma, aldatma gibi ahlaki çöküş izlerine rastlandı.

“Çocuklar böyle bir ortamda kendi ahlak kurallarını kendileri yaratıyorlar” diye konuşan Demerath, “Rekabetçilik o kadar içlerine işlemiş ki, kişilikleri rekabet temeli üzerine oturmuş” diyor.

Hava atmak yararsız

Demerath bu deneyi farklı bir kültürde uyguladığında son derece farklı sonuçlarla karşılaştı. 1990’lı yıllarda Papua Yeni Gine’de bir yıl kalarak küçük çocukların öğrenme süreçlerini izledi. Bu ülkede okullarda bireysel rekabete yer verilmediğini, toplu başarının her şeyden önemli olduğunu gördü.

Başkalarının yenilgisi üzerine kurulan başarı, Papua Yeni Gine’de gösteriş ve “abesle iştigal” olarak algılanıyordu.

Bu akıllıca bir taktikti. Çünkü çiftçilikle veya balıkçılıkla geçinilen bir ülkede, hasta olduğunuz zaman sizin yerinize tarlanızla ilgilenen veya sizin için balık avlayan birinin bulunması düzenin devamı için gereklidir. Oysa sınıfta “hava atma”nın böyle bir yararı yoktur.

Koşullar değiştikçe hırslanan insanlar

Kolektif başarıya prim verenlerin bu tutumları ne yazık ki her koşulda devam etmiyor. ABD’de İspanyol kökenli göçmenlerin okuldaki başarılarını ölçen bilim adamları göçmen çocukların Amerikalı çocuklardan daha başarılı olduğunu tespit etmiş. Ayrıca ilk göç eden ailelerin sonradan gelenlere oranla daha iyi durumda olduğu görülüyor. New York Üniversitesi’nden eğitim profesörü Marcelo Suarez-Orozco, “100 yıl önce insanların orta sınıf standartlarını yakalamaları için iki veya üç nesil geçmesi gerekirdi. Bugün bu standardı bir nesilde ele geçiriyorlar” diyor.

İnsanlık tarihi aşırı hırsın yol açtığı felaket öyküleri ile doludur. Başarma dürtüsü çok yüksek olan insanlar genellikle bu özelliklerini gizli tutmaya gayret ederken, bazen bu dürtü aniden şaşırtıcı bir biçimde ortaya çıkabilir.

Aşırı hırsın doğurduğu tehlikeler

Atlanta’daki Yerkez Primat Merkezi’nden primatolog Frans de Waal, primatlar üzerindeki gözlemlerini şöyle açıklıyor: “Grubun içinde en kenarda köşede kalmış erkek şempanze, bir gün fırsatını yakaladığında lider şempanzeyi yerinden edip, tamamen farklı bir erkek haline gelir. İnsanların yüzde 90’ınında böyle olduğunu düşünüyorum.Üç kişinin bulunduğu bir adada içlerinden biri küçük bir diktatör olabilir.” Ancak üstün olma kaygısı beraberinde bir dizi olumsuzluk da getirir. Kalp krizi, ülser ve strese dayalı diğer hastalıklar başarılı insanlarda daha yaygındır. Alfa kurtlarının kanlarında kortizol düzeyi daha yüksektir. Kortizol, endişeli insanların kanlarında da bulunan bir stres hormonudur. Alfa şempanzelerde kalp krizi ve ülser oldukça yaygındır.

Bu nedenlerle, alfa olma dürtüsü taşıyan insanlar ve hayvanların ellerindekilerle yetinmeyi öğrenmeleri daha akıllıca bir yaşam stratejisidir. “Yüksek pozisyonlarda olma arzusu evrenseldir” diye konuşan Waal, “Ancak bu özellik diğer bir özellikle birlikte evrilmiştir. O da alt pozisyonları yaşanılır hale getirme dürtüsüdür” diyor.

“B oyuncusu” olmanın yararları

İnsanlar beta pozisyonlarda huzur içinde yaşamayı öğrenmenin yanı sıra bu pozisyonlarda para kazanmayı da öğrenmişlerdir. Şirketlerin içinde, en avantajlı çalışma grubu “B oyuncuları”ndan oluşur. B oyuncuları, üst yöneticilerin altında çalışan profesyonellerdir.

Bunların çok büyük güçleri yoktur, ancak şirketin ayakta kalmasını sağlayan ve beceri isteyen tüm işleri bunlar yürütür. Lowe bu konuda şöyle konuşuyor. “Herkes yükselmek ister. Bu nedenle toplumlar yükselmek isteyenlere çeşitli alternatifler sunmak zorundadır.”

Son olarak bu esneklik olası ödüllerin çeşitliliği- tüm sıkıntılarına karşın büyük hedeflerin peşinde koşma dürtüsüne haklılık kazandırır. Hırs çok pahalı bir dürtüdür, çünkü çok büyük miktarda duygusal yatırım gerektirir. Burada önemli olan önünüze çıkan fırsatları zamanında değerlendirmektir.

Brain-power-ILLUS_opt.jpeg
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
** İnsan beyninin ağırlığı ortalama 1.3 kilogram civarındadır.

** Beyniniz ölmeye başlamadan önce en fazla 4 ile 6 dakika arasında oksijensiz kalabilir.

** Beyninizde tam 100 milyar sinir hücresi bulunuyor.

** "İnsan, beyninin yüzde 10´unu kullanıyor" deyimi yanlıştır. Beynin her bölgesinin bir işlevi vardır.

** Her insan doğduğunda aynı sayıda beyin hücresine sahiptir. Bu sayı altı yaşında maksimum seviyeye ulaşır.

** Yeni doğan bir bebeğin beyni doğduktan sonraki ilk yılda tam üç kat büyür.

** Dokunma duyusu ilk oluşan duyudur. Anne karnında oluşur.

** Beyninizi sürekli çalıştırın çünkü beyinsel aktiviteler beyninizde yeni sinir hücrelerinin oluşmasını sağlar.

** Her zaman pozitif düşünün. Araştırmalar doktorlara başvuranların yüzde 60´ının psikolojik nedenlerle doktora başvurduğunu ortaya koyuyor.

** Beslenmenin beyne oldukça yararlı etkisi vardır. New York´ta yapılan bir araştırmada öğle yemeğinde yapay soslar ve takviyeler kullanmayanların IQ seviyelerinin diğerlerine göre yüzde 14 daha yüksek olduğunu ortaya koydu.

** Beyin vücuduzdaki en yağlı organdır.

** Bir şeyler hatırladığınız ve yeni düşünceler yarattığınız her an beyninizde yeni bağlantılar kuruyorsunuz.

** Koku yoluyla edindiğiniz bir hatıranız, beyninizde kurulan en duygusal bağlantıdır.

** Uykunuzu düzenleyin. Beyninizin en dinlendiği an, uykuda olduğunuz anlardır.

** Başınız ağrıdığında beyniniz hiçbir acı hissetmez. Olay tamamen acı reseptörleriyle bağlantılıdır.

** Uyuduğunuz süre içinde beyniniz yarı paralize oluyor. Bu sürede beyniniz bir hormon salgılıyor. Bu hormon rüyalarınız sırasında tepki vermenizi engelliyor.

** İnsanların ortalama yüzde 12´si rüyasını siyah beyaz görüyor.


Beyin-Ile-Ilgili-Sozler-4.jpg
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54

Kitap Okumak, Beyinde Biyolojik Değişikliğe Yol Açıyor!


Nörologlar, Kitap okumanın beyinde biyolojik değişikliklere yol açabildiğini gösterdi.


kitap-okumak-beyinde-biyolojik-degisiklige-yol-aciyor-5937732.Jpeg


Nörologlar, kitapseverlerin düşüncelerini haklı çıkardı: kitaplar gerçekten de hayatınızı değiştirebilir. Brain Connectivity’de yayımlanan makaleye göre, kurgusal bir hikâyeye dalmak, beyin fonksiyonlarının işleyişinde beş güne kadar değişiklik yaratabiliyor.

Emory Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, katılımcılardan, milattan sonra 79 yılında geçen ve sevdiği kadını Vezüv Yanardağı’nın patlamasından kurtarmaya çalışan bir adamı anlatan tarihsel gerilim kitabı Pompei’yi okumalarını istedi.

Katılımcıların temel aktiviteleri, kitabın okunmasından önceki beş gün boyunca kaydedildi ve sonrasında da her bir katılımcı, romanı bölümler halinde dokuz gün içerisinde okudu. fMRI taramaları sonucunda her günün sonunda, beynin dil temelli sol temporal lobunda aktivitenin arttığı gözlemlendi. Buna ek olarak katılımcıların duyusal becerilerinde de artış olduğu görüldü.

Nörolog Gregory Berns, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Fiziksel his ve hareket sistemlerinde gözlemlediğimiz nörolojik değişiklikler, roman okumanın, sizi, bir anlamda başkarakterin bedenine aktarabileceğini gösterdi. İyi hikâyelerin okuyucuları mecazi anlamda bir başkasının yerine koyabildiğini zaten biliyorduk. Şimdiyse bunun yanında biyolojik değişikliklerin de gerçekleştiğini söyleyebiliriz.”

Yapılan araştırma yirmi bir kişiyle sınırlı kalsa ve bağımsız bir kontrol grubu olmasa da, MR sonuçları, beyinde gerçekleşen değişikliklerin, kitabın bitirilmesinden beş gün sonra bile belirgin halde olduğunu gösterdi.
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Teşekkürler Gazoz Ağacı,
Tüm başlığı okudum, bilgilendim.
Son sayfadaki kitap okumanın faydasının vurgusuna katkım olsun diyerekten:
PAMUK'un Yeni Hayatı ''Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti'' diye başlar.
Hala okumayanlara tavsiye edilir. :)
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
FB_IMG_1452949857692.jpgd86adaf524f007d83409.jpg
 
Tekerlekli Sandalye
Üst