Bir Dağı Yerinden Oynatmak Daha Kolay Çaresizlikten

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Soğuk bir kış günüydü. Dışarda yağan lapa lapa kar, her tarafı bembeyaz bir örtü gibi kaplamıştı. Çatılardan sarkan buzlar ise sert soğuktan haber veriyordu. Hava soğuktu soğuk olmasına, ama o gece içimdeki mutlulukla bütün dünyayı ısıtabileceğimi düşünmüştüm. Çocuk aklı işte.

Bu tarifsiz mutluluğumun ve heyecanımın sebebi ise ikiz kardeşlerimin doğmuş olmasıydı. Biri kız biri erkek, tatlı mı tatlı iki bebek. O zamana kadar ikizlerin hep birbirine benzediğini sanırdım. En azından bebekken öyle olmalıydı ama bizimkiler tamamen birbirinden farklıydı. Ben bunları düşünürken evdeyse büyük bir mutluluk havası vardı. Sonuçta doğan çocuklardan birisi erkekti. Yani o, Van’da doğmuş bir erkek evlattı. O duygunun nasıl olduğunu bilmiyorum, annem ve babamda da herhangi bir farklılık göremedim ancak; babaannemin, anneannemin mutluluğunda gizlenmiş bir gurur da vardı. Bunu hissedebiliyordum. Erkek kardeşime ve kız kardeşime yapılan farklı muamele her şeyi ortaya koyuyordu aslında.

Gerçek şuydu ki benim bir erkek kardeşim, anneminse bir oğlu olmuştu ve bu oğul annemin üzerine bir kuma gelme ihtimalini tamamen ortadan kaldırmıştı. Aslında hiç erkek kardeşim olmasaydı bile babam asla başka bir kadınla evlenmezdi, buna eminim. Gerçi annem de emindi bundan. Onun güvenemediği belki de geleneklerdi. Yüzyıllardır bu topraklarda hüküm süren gelenekler. Pek de haksız sayılmazdı annem aslında. Sonuçta dört annesi, altı kız kardeşi vardı. Hiç erkek kardeşi yoktu öz annesinden olan. Onun annesi de kuma gelmişti ve annesinin bir erkek çocuğu olmadı diye iki kuma da onun üzerine gelmişti. Bunlar bizim coğrafyamızda olağan şeyler. Annem korkularında kesinlikle haklıydı ve erkek kardeşim annemin içindeki bu korkuları ortadan kaldırmıştı.

Bizim isimlerimizin bir hikâyesi vardır. Her birini bizzat babam koymuştur. Ben Hilal. Evin en nazlısı, ilk göz ağrısı. Bir küçüğüm Zülal. En asimiz. Tabiri caizse erkek gibi kız. ‘Dediğim dedik’ olan ve haksızlığa asla tahammül edemeyen kardeşim. İkizlerse; Celal ile Seval. Bizim el üstünde tuttuğumuz ikizlerimiz. Babam annemle nişanlıyken Hilal ve Celal isimlerini rüyasında görmüş. Zülal’i benim ismimle uyumlu olsun diye koymuş. Tabi sadece uyumlu olsun diye değil anlam olarak da güzeldir Zülal. Ama Seval ismini verirken çok düşünmüş. Seval, Celal’in ikizi. Hani Celal el üstünde tutulurken, göz ucuyla bakılan Seval. Babam da samimiyeti sevdiğinden midir bilinmez sev-al koymuştur kızının adını. Yani sevmeyen almasın.

Evimizde bir buçuk yıl kadar bayram havası hakimdi. Annem ikizlerini hep aynı giydirirdi. Elinde sürekli fotoğraf makinası, o anları ölümsüzleştirmek isterdi. Belkide o sınırsız mutluluğunu objektiflere sığdırmaya çalışırdı ya da o anları bir daha yaşayamayacağını hissettiği için ölümsüzleştirmeye karar verdi.
Geçen bu zaman içinde kız kardeşim yürümeye ve konuşmaya başladı ama erkek kardeşimde herhangi bir ilerleme yoktu.
Annemin içini korku sarmıştı fakat çevreden ‘sen hiç erkek çocuk büyütmedin bilmezsin, e senin bir erkek kardeşin olmadı ki erkek çocuk nasıl büyür bilesin’ gibi cümleler duyuyordu. O zaman bile, bana saçma geliyordu bu tepkiler ama; annem tepki gösteremiyordu.

Aradan bir yıl geçtikten sonra annem artık dayanamadı hastaneye gitme kararı aldı. Önce Erzurum Atatürk Araştırma Hastanesi sonra da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. Orta dereceli mental bozukluğu tanısı konuldu hastane macerası sonunda.

Annemin anlattığına göre testlerin sonuçları bir pazartesi günü açıklanacakmış. O gün annem uyandığında saat sabahın altısıymış. Annem ‘bir rüyada mıyım?’ diye düşünmüş; gözünü açtığı anda her şeyin biteceğini sanıyormuş. Yıllar sonra itiraf etti aslında 6 yıl boyunca bunu kabullenemediğini. İşte tam on dört yıldır annem her sabah saat altıda uyanır, bir sigara yakar. Sigarayı dudaklarına götürür; gözleri uzaklarda bir yerlere dalar gider. Ne düşündüğünü, neler hayal ettiğini asla söylemez.

Annem sürekli bir şeyler araştırmaya başladı. Ne yapabileceğini öğrenmeye çalıştı. Rehabilitasyon merkezlerini duydu. O zamanları çok net hatırlıyorum. En yakın rehabilitasyon merkezi yüz km uzaklıktaydı. Annem aylarca bıkmadan usanmadan, kardeşimi sabahları götürüp akşamları geri getirdi. Eve geldiğinde kolunu kaldıracak hali kalmıyordu. Aslında Erciş’te de bir rehabilitasyon merkezi olmalıydı çünkü; tek engelli çocuk benim kardeşim değildi. Sonra annem ilçemizdeki diğer engelli çocuğu olan ailelere de ulaştı. Onlardan birkaçını da yanına aldıktan sonra kaymakamın yanına gittiler. Annem hikayesini gözyaşlarıyla resmetmişti kaymakama. Ve kaymakam da ona söz vermişti: ‘Senin gözyaşların için rehabilitasyon merkezini burada açmadan gitmeyeceğim.’ Sonra rehabilitasyon merkezi açıldı, bir ay sonra da kaymakamın tayini çıktı ve buralardan gitti. Rehabilitasyon merkezinin ilk senesini doldurduğu yılın engelliler gününde rehabilitasyon merkezinin müdürü anneme konuşma yapması için teklifte bulundu. Annemin cevabı ise yürek burkan cinstendi. Annem müdüre ‘ben kazanamadım’ demişti. Aslında bu cümle annemin bütün hayal kırıklıklarını açığa vurmuştu. Annem, ‘ben oğlumun ilerleyeceğini ummuştum, bir şeylerin yoluna gireceğini hayal etmiştim ama olmadı hayallerim yıkıldı’ diyememişti de ‘ben kazanamadım’ demişti. O konuşmayı yapmadı. Kardeşim geçen bir yıldan sonra hiç ilerlememişti. Şu anda kardeşim hala aynı rehabilitasyon merkezinde eğitim alıyor.

Annem, rehabilitasyon merkeziyle yetinmedi tabii ki. İlkokulun anasınıfına da yazdırdık kardeşimi. Gerçekten ailecek çok heyecanlıydık. Kardeşim anasınıfına gidecekti. Annemin anlattığına göre, o zamanlar kardeşimi okula her götürüşünde farklı bir çocukla geleceğini düşünürmüş. İşte bu yüzden her eve geliş, annem için bir hayal kırıklığı, her yeni gün ise tamamen umutlarla dolu bir günmüş.

Annem her sabah kardeşimin çantasını hazırlardı; defter, kalem koyardı ve bunları hep büyük bir mutlulukla yapardı. O yıl, anneler gününde kardeşimin öğretmeni el işi kağıtlarıyla bir hediye hazırlamış. Tabi kardeşim bunu vermeyi unutmuş. Annem kardeşimin çantasını düzenlerken buldu o hediyeyi. Annemin o hediyeyi getirip bize gösterdiği zamanki mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

İlk karne heyecanı… Annem o günü çok büyük bir heyecanla beklemişti. Kardeşim elinde karneyle gelince hepimiz çok mutlu olmuştuk. O karneyi annem aldı ve sakladı. Şimdi odamızda Celal’in okul fotoğraflarıyla birlikte duruyor.

Ve 1. sınıfa geçti kardeşim. Bir ilköğretim okuluna zihinsel engelli bir öğrenciyi yazdırmak hiç de kolay değildi. Müdür önce almak istemedi. Sonra annem ona verilen yasal haklardan ve yapabileceklerinden söz edince kayıt tamamlandı. Kardeşim ilk zamanlar uyum sağlayamadı sınıfa. Öğretmeni gerçekten üstün çaba gösterdi. Çok ilgilendi. O da elinden gelenin fazlasını yapmak istiyordu fakat diğer veliler ve öğrenciler aynı düşüncede değildi. Ders aralarında kardeşimi korkutmaya çalıştıklarına defalarca rast geldim. Ama o çocuklara hiç kızmadım. Ailelerine de. Sadece konuşmaya çalıştım. Ama olmadı. Onlar da kabullenemediler. Belki de haklıydılar. Annem de haklı olduklarını düşünmüştü sanırım ki kardeşimi okuldan o yıl aldık. Ne annem bir şey söyledi ne de ben. Sadece ağladı annem. Bense içime akıtmayı tercih ettim gözyaşlarımı. İçime akıttım ki diğer bütün insanlara karşı içimde yanmaya başlayan ateş sönsün. İçime akıttım ki başkalarında nefret etmeyeyim. İyi ki içime akıtmışım diyorum şimdi. Saçıma düşen birkaç ak dışında bir kaybım yok çünkü. Hala insanları sevebiliyorum.

Bir ateşin etrafında dolaşmakla ateşin içinde yanmak bambaşkadır. Ben de o ateşin içinde yananlardandım ama sanırım annem o ateşin tam ortasında. Annemin ne hissettiğini nasıl dayandığını gerçekten bilmiyorum. Annemin tabiriyle ‘bir dağı yerinden oynatmak daha kolaymış çaresizlikten.’ Keşke diyordu annem, ‘bir yolu olsaydı oğlumu iyileştirmenin. Neyim varsa feda ederdim.’ Ama yoktu işte baş etmeye çalışmaktan başka bir yol. Kardeşimi okula yazdırma denemeleri birkaç yıl sürdü ama her seferinde başarısızlık yaşayınca annem bu çabalarından vazgeçti. Çünkü bütün çabalar, verilen bütün emek boşa gidiyordu. Aylarca her akşam kardeşime kalem tutmayı öğretmeye çalıştık, sonuç hep olumsuzdu. Kardeşim hiç ilerleme kaydetmiyordu. Yaşıtları sürekli gelişirken, okuma yazma öğrenirken kardeşim daha bir kalemi bile tutamamıştı.

Sonra annem okuldan da vazgeçince tek seçenek kaldı: rehabilitasyon merkezi. Kardeşimi buraya götürüyor ve elinden ne geliyorsa yapıyordu.

Kardeşim yaşındaki çocukları görmek her zaman annemin canını yakıyor. Belki de bu yüzdendi annemin kendini dış dünyadan soyutlaması, sosyal hayatının olmaması, düğünlere dahi gidememesi. Babamın ne hissettiğini asla öğrenemedim. Üzülüyordu elbette ama hiç yansıtmadı bize. Bir kere bile ağladığını ya da ‘Neden ben!’ dediğini duymadım. Belki de babam sağlam durmak zorunda hissediyordu kendini. Annemin yanında olabilmek için, başka insanlarla baş edebilmek için hep sağlam durdu. Ama sanırım en zorunu babam yaptı. Sırf bir başka erkek çocuğa daha sevgini paylaştırmamak için bir çocuk daha istemedi. Çevreden hep aynı cümleleri duydum. ‘Biri engelli oldu diye diğer çocuk da öyle olacak değil ya.’ Ama babam hep duymazdan geldi bu cümleleri. Kardeşime kıyamadı hiç ve bir çocuk daha istemedi.

Bizde eve ne zaman misafir gelse bayanlar ve erkekler ayrı sofralarda otururdu ve babam her zaman oğlunu yanına alırdı. Ondan hiç utanmadı. Hiç Allah’a isyan etmedi. Hep şükretti ve bekledi. Kardeşim güzel bir davranışta bulunduğu zaman veya yeni şeyler öğrendiği zaman babamın hep gözünün içi güler. Umut dolu gözlerle bakar bize. Yüzündeki mutluluk hiç eksilmez.

Benim bir küçüğüm olan Zülal’in iç dünyasında neler olup bittiğiniyse tam olarak kestiremiyorum ama o da hep sevdi erkek kardeşimi. El üstünde tuttu her zaman. Değer verdi.

Erkek kardeşimin ikizi ise içimizde en çok üzüleni olsa gerek. İkizi çünkü. Annemin karnını bile paylaştı onunla. Çok uzun yıllar kıskandı erkek kardeşimi. Bunu hiçbir zaman dile getirmedi ama parmağını emiyordu. Parmak emmenin tamamen psikolojik bir durum olduğunu bize psikoloğu söyledi. Ama haklı yani, nasıl kıskanmasın ki. Sonuçta birlikte doğdular. Ama herkes en çok Celal’i seviyor, Celal’in istediği her şey oluyordu. Ta ki ikizinin hasta olduğunu anlaşılana kadar durum böyleydi. Kıskançlık en temel duyguydu. Ama şimdi görüyorum ki en çok üzüleni o.

Ben mi? Benim için erkek kardeşim çok özel. Ona olan sevgim kesinlikle tarifsiz. Yatılı okuduğum yıllarda en çok kardeşimin kokusunu özlerdim. Bana sarılacağı zamanı iple çekerdim. En çok onu özlerdim.

Lise yıllarımdayken belki kardeşime bir faydam olur diye zihinsel engelliler öğretmeni olmak istiyordum, annem izin vermedi. Kaldıramayacağımı düşündü hep. Ama ben yapabilirdim. Onları anlayıp gereken sabrı gösterebilirdim. Hatta bence en iyi zihinsel engelliler öğretmeni ben olurdum. Ama olmadı.

Ben kardeşimin hasta olduğunu öğrendiğimde normal karşılamıştım. Hala da normal görüyorum. Hiçbir zaman acıma duygusu taşımadım ona karşı. Sadece sevgiyle dolup taşıyordum. Nedenini bilmiyorum ama bu kardeşimi herşeyden çok seviyorum, elimden geldiğince sabır göstermeye çalışıyorum. Ne olursa olsun iyi ki var canım kardeşim.
Hani benim kardeşim zihinsel engelli ya, nedense ondan utandığım düşünülüyormuş. Bir gün annemle konuşurken bana okul arkadaşlarıma kardeşimin durumunu söyleyip söylemediğimi sormuştu. O an fark ettim ki hiç kimseye söylememiştim. Annem, bunu utandığım için sakladığımı sandı ama ben hiç utanmadım kardeşimden. Sadece hiç konusu geçmemişti. Sonra bir gün kardeşimin engelli olduğunu söylediğimde ağlamaya başladım. Sonrasında da her söylediğimde gözlerim doldu. Sebebini bilmiyorum. Ama şimdi bunu söyleyebiliyorum. Hem de gözlerim dolmadan. Canım yanmadan, üzülmeden. Kardeşim zihinsel engelli olabilir. Böyle olmayı o seçmedi. Seçme şansı olsaydı böyle olmamayı seçerdi büyük ihtimal. Ama onu ne kadar sevdiğimizi, nasıl el üstünde tuttuğumuzu, bizim için ne kadar özel olduğunu anlayıp böyle kalmayı da seçebilirdi, kim bilir…
Zaman su gibi akıp geçiyor. Ama bizim umudumuz hiç bitmedi. Şu an on dört yaşında Celal. Hala çok küçük. Belki bir ilaç ya da farklı bir yöntemle kardeşim de iyileşir. Belki kardeşimi davulla zurnayla askere göndeririz. Belki de düğününde halay çekeriz, çocuklarını severiz. Olur mu dersiniz, ‘halacığım’ diye seslenir mi bana da altın saçlı bir çocuk. Kim bilir…


Yazan: Hilal Yardımcı 03.09.1991; Ağrı, Diyadin doğumluyum. Kastamonu Göl Anadolu Öğretmen Lisesi mezunuyum. Ufuk Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler bölümünün 2. sınıfında tam burslu olarak okuyorum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst