Bir Garip 'Engelsiz' Hikayesi

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Bu hikayede gerçeklik payı vardır.

BİR GARİP ‘ENGELSİZ’ HİKAYESİ​
Adım Aylin. 33 yaşındayım. 10 yıl önce bir kaza geçirdim. İşletme bölümünden mezun olmuştum. Nihayet okul bitmiş ve yeni bir hayata doğru yol alıyorduk. Ama yol alamadık... Arkadaşlarla ayrılmadan son kez bir arada olmak için pikniğe gitmeye karar vermiştik. Gerçekten de bir arada olduğumuz son yolculuktu… Transit o daracık yoldan dönüşü yapamadı ve aşağı yuvarlandık… Şoför dahil 13 kişinin bulunduğu araçtan tek sağ kurtulan ben olmuştum…

Sevinmeli miydim yarım canla sağ kurtulduğuma yoksa isyan mı etmeliydim umutlarım, arkadaşlıklarım, hayallerim bir çırpıda yok oldu diye. Ben ‘yarım’ canla sağ kurtulmuştum kendi deyimimle. Çünkü yürüme yeteneğimi kaybetmiştim kazada. İnsan kaybedince değerini anlar sözü içime işlemişti adeta. İnsan bir duyguyu ancak yaşarsa iyi hissedermiş ve bütün benliğim yanıyordu hüzünden. Yürüme yeteneğinin bu kadar mükemmel bir mekanizma ve insanoğluna verilen sayısız nimetlerden biri olduğunu maalesef ben de kaybedince bu kadar derinden anlamıştım ve ancak yaşayan bilirdi kaybettiğinin acısını. Ne de olsa ateş düştüğü yeri yakıyordu…

Saatlerce, günlerce, aylarca düşündüm ben ne hata yaptım da bunlar başıma geldi diye. Sorguladım hep neden diye. Sonradan öğrendim ki başımıza gelen her şey hak ettiğimizden değil sınanmamız için de gelirmiş. Ama Allah kimseye gücünün yetmeyeceği yük yüklemezmiş. Ama ben güçlü müydüm ki bu kadar?

Dindar biri değildim, ama inançlıydım. Okuduğum, duyduğum şeyler doğru gelse de moral bozukluğunu ve bu yenilmişlik duygusunu aşamıyordum. 5 yıl boyunca kendimi odama kapattım. Kimseyle ne görüşmek ne de konuşmak istiyordum. Hayatın bana yaşattığı bu acı deneyimi az da olsa unutmak için sabahtan akşama kadar televizyon izliyordum. Hayattan tamamen kopmuştum. Ta ki bir umut edinene kadar…

Kazadan 5 yıl sonra yani 28 yaşındayken annem bana bir teklifle geldi. Beni evlendirmek istiyordu hem de kör biriyle… Ailenin tek çocuğu, her zaman kıymetli olan ve annemin kimselere layık görülmediği ben şimdiyse bir ama ile evlendirilmek isteniyordum. Sinirden yüzüm kıpkırmızı kesilmişti. Sırf yürüyemiyorum diye beni kör birile evlendireceklerdi ve bunu düşünen ailem eğitimli insanlardı. Benim durumumda olan ve cehalete kurban gitmiş diğer insanları düşünemiyordum bile…

Kapımı kapattım ve o gün kimseyle konuşmadım. Gözyaşımla yastığımı ıslatıp uyuyakaldım. Rüyamda öldüğümü ve cennete girdiğimi gördüm. Çok şaşkındım. ‘Ben o kadar iyi biri değilim,’ diyordum. Kapıda bekçi olan melek bana ‘Cennete umudu olanlar girer,’ diyordu.

Uyandığımda çok terlemiştim. Gözyaşımla terim birbirine karışmıştı. Tekerlekli sandalyeme tutunup banyomun yolunu tuttum. Banyo dahil evin her tarafında benim için özel yapılan tutunma yerlerine sarılıp yine benim için özel olarak yapılmış yüksekliği az olan küvete kendimi attım. Ailemin durumu iyi sayılırdı o yüzden de evi bana uydurmaya çalışmış ve bunun için çok para harcamışlardı. Peki ya diğerleri diye aklımdan geçti bunları düşünürken. Benim gibi muhtaç ya da benden daha muhtaçlar ne yapıyordu. Bir yandan da rüyamı düşünüyordum. Hiçbir şey anlamamıştım. Zihnim bir o kadar karışık ve yorgunken ılık suyun tüm kaosu götürmesine izin verdim.
Sabah yedi buçuk gibiydi. Üstümü giydim ve kapı çaldı. Babam deniz kenarında sabah yürüyüşü teklif etti. Daha doğrusu o yürüyecek ben de onu akülü sandalyemle takip edecektim. Babamın beni incittiğinin farkında olmadığını biliyordum, bu duruma bozulsam da bir şey demedim. Aslında kabul etmezdim bu teklifi ama gördüğüm rüyanın mı aldıım duşun etkisinden mi bilinmez ısrar etmeden tamam dedim. Babam da çok şaşırmıştı ama tebessüm edip o da tamam dedi…

Babamla sahilde biraz ‘yürüdük.’ Sonra kahvaltı için bir kafeye geçtik. Laf arasında bana ‘anne baba evlatlarının kötülüğünü asla istemez’ dedi. Konunun nereye geleceği belliydi, şimdiden evden çıktığım için pişman olmuştum. Bir şey demedim. Kahvaltıyı beklerken babam lavaboya gitmek için izin istedi. Ben de denizin bu güzel manzarasını seyre daldım. Derken bir el uzandı ve ‘merhaba Aylin Hanım’ dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Bir çift ama göz bana bakıyordu. Şaşkın bir bekleyişten sonra elini sıkıp merhaba dedim. İyi ki yüzümün halini görmüyordu…
‘Ben Ahmet.’ Dedi. ‘Sanırım taşıyoruz’.
Aman Allah’ım! Bu o çocuktu! Üniversite son sınıftayken bir düğünde bana şaşkın şaşkın bakıp yere kapaklanan çocuk. Herkese maskara olmuştu. Ama bu çocuk o zaman kör değildi ki! Demek ki onun başından da benimki gibi bir ‘sınav’ geçmişti.

Babamsa gelmek bilmiyordu. Her şeyi ayarlamışlardı bunlar… ben de iyilik yapıp sabah tamam demiştim babama, ah ne büyük hata diye düşündüm kendi kendime…
Zaman geçmek bilmiyordu. Bense ellerimi kenetlemiş önüme bakıyordum, Ahmet’in beni görmemesine rağmen… o kendinden bahsetti nasıl bu hale geldiğinden. O da benim gibi bir sınav geçirmişti ve trafik kazasında 3 kardeşini kaybedip kardeşsiz kalmıştı bu hayatta. Üstelik onlar daracık yollardan geçmemişti. Sarhoş bir tır şoförü onlara çarpmıştı ve sağ kurtulanlar şoför ve Ahmet olmuştu… Hikayesinden çok etkilendim ama sessizliğimi korudum. Beni nasıl hatırladığından söz etti. Yeşil gözlü, beyaz tenli, orta boylu ve sürekli neşe saçan genç kız. Bunu söylediğim için çok utanıyorum ama beni görememesine bir an sevinmiştim. Çünkü son 5 yılda biraz kilo almiş, yüzüme umutsuzluğun eli değmiş, artık hüzün saçan yarım canlı bir insan olmuştum. Bana bir adres verip yarın o adrese gelirsem çok mutlu olacağını söyledi ve eğer gitmezsem beni asla bir daha rahatsız etmeyeceğini söyledi. Kararsız kalmıştım, ama suskunluğumu yine korudum…

Sonunda Ahmet gitmiş ve babam ürkekçe gelmişti. Sanırım onu azarlayacağımı tahmin ediyordu. Sadece şaşkın bir biçimde onu izledim ve hiç azarlamadım.
Sonraki gün erkenden kalktım ve Ahmet’in verdiği adrese baktım. Gidip gitmeme konusunda kararsızdım, ama adresi okuyunca çok şaşırdım. Aman Allah’ım bu bir hastane adresiydi! Neler oluyordu? Babamı heyecanla uyandırıp beni bu adrese götürmesini söyledim. Babam ne yapacağını bilemez bir halde bir kadar da mutlu hemen hazırlanıp beni o hastaneye götürdü…

Hastaneye geldim. Adreste yazan oda numarasına doğru yol aldım. Odanın üzerinde Murat adında bir hastanın adı ve soyadı yazıyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. Kapıyı aralayınca Ahmet’in de içerde olduğunu gördüm. Babama gitmesini ve iyi olduğumu söyledim. Tekerlekli sandalyemle yavaşça içeriye girdim. Ahmet hemen ‘ Aylin Hanım siz misiniz?’dedi. Şaşırmıştım. ‘Bu kadar erken gelmenizi beklemiyordum.’ Dedi. Ben de beni hemen tanıyacağınızı beklemiyordum, dedim ve karşılıklı gülüştük. Son 5 yıldır ilk defa gülüyordum diyebilirim.

Beni hasta yatağında yatan Murat Beyle tanıştırdı. 32 yaşındaydı. Makine mühendisiymiş. Onunki azmin ve başarının hikayesi. 2005 yılından beri bilek güreşi yapıyormuş profesyonel olarak. Milli takım sporcusu ayrıca. 9 kere uluslarası derecesi ve 2011 yılında dünya şampiyonluğu varmış. Dinlerken hayretlerimi gizleyemedim. Doğumunda beyin felci rahatsızlığı geçirmiş. Belden aşağısını kontrol edemiyor ve bacaklarında kontraktür varmış. Dizindeki kontraktür(eğrilik) için hastanede. Ameliyat olacak. Ahmet’in de üye olduğu bir dernekte yardımsever bir gönüllü Murat’ın bütün yardım ihtiyaçlarını karşılayacakmış. Ben neden bu kadar kör oldum diye suçladım kendimi. Etrafta bu kadar yardıma muhtaç kişiler varken benimse tek yapabildiğim odama kapanıp hayattan kopmak olmuştu… Ahmet dedi ki Murat için psikolojisinin iyi olması gerekiyormuş ameliyata hazırlıkta. Muratsa en çok insanların bakış açısının onu rahatsız ettiğini söyledi. O yüzden de ameliyat olmayı çok istediğini. Ameliyat zamanı yaklaşırken odadan ayrılıyoruz. Murat’ınsa şu kelimeler ağzından dökülüyor: Hayatta aslında herkes yalnızdır, tek kişilik bir sınav verir. Sadece geriye kalanlar figürandır. Siz kendi filminizin başrolünü oynuyorsunuz. Başrolü ne kada iyi canlandırabilirseniz film o kadar güzel olur…
Yine uzun zamandır ilk defa ağlayacağımı hissettim. Meğer ben 5 yıldır gülmeyi, ağlamayı, en çok da umut etmeyi kısacası tüm duygularımı kaybetmiştim. Ama bugün ilk defa geri kazandığımı hissettim.

Murat ameliyata girerken Ahmet beni birkaç yere daha götürmek istediğini söyledi. Kabul ettim. Arabaya atlayıp nereye gideceğimizi bilmediğim bir yerin yolunu tuttuk. Ahmet her şeyi ayarlamıştı. Arabayı, şöförü, tekerlekli sandalyem için her şeyi önceden hazırlamıştı. Bana bu kadar emek ve değer verdiği için çok sevinmiştim. Ailem haricinde ilk defa biriyle görüşüyordum kazadan sonra ama hayatım boyunca bana bu kadar değer veren biriyle ilk defa karşılaşmıştım.

Ve sonunda yolumuz bitmiş, kulübe gibi küçük bir eve gelmiştik. Şoförle Ahmet tekerlekli sandalyemi bagajdan indirip binmem için bana yardım ettiler. Bu kulübeye girdik ve güleryüzlü ama bir o kadar da hüzündolu bir kadın karşıladı bizi. Maddi durumlarının pek iyi olmadığı her hallerinden anlaşılıyordu. Ve yerde iki kız kardeşin resim yaptığını gördüm. Yaprak 9, Yeşimse 6 yaşındaydı. İşitme engelli iki kardeş… Annesi şöyle anlatıyordu: Duymadıkları için konuşamıyorlardı. O yüzden de hırçınlaşıp hırslarını benden çıkarıyorlardı. Küçücük bir alet yaşamımızı değiştirdi, yüzümüz güler oldu. Ama işitme cihazı pilleri çok pahalı o yüzden de ne yapacağımı bilmiyorum…
Bunu söyleyince Yeşim’in kulaklığı dikkatimi çekti. Sanırım kırılmış ve bantla yapıştırılmıştı. İşitme cihazı iki milyar yani iki bin tl civarında olduğu için aile çaresiz kalmıştı. Annenin hüznü benim de içime işledi. Sonradan öğrendim ki Ahmet böyle ailelere yardım ediyor, elinin uzandığı her aileye elinden geleni yapıyordu. Zaten bu ailenin yaşamını değiştiren o küçük aleti de Ahmet ve onun bağlı olduğu dernek karşılamıştı. Bu sayede kardeşler konuşmayı öğrenip dertlerini anlatabilmişlerdi. Yaprak ve Yeşimle konuştum biraz. Yaprak öğretmen olmak istediğini söyledi, Yeşimse hemen büyüyüp anne babasına bakmak… Minicik yaşamların hayalleri kocaman olmuştu, Ahmet ve onun gibi gönülden kişilerin bu insanların yaşamlarına dokunmasıyla…
Çıkarken Ahmet’in elinde bir şey tutup anneye verdiğini gördüm. Aman Allah’ım işitme cihazı ve pillerdi… Ahmet sen ne zamandır bu kadar görür oldun bense tamamen kör olmuşken…

Saçma sapan bahanelerle kendimi üzdüğüm günleri hatırladım. Yüzümde bir sivilce çıktı diye nasıl isyan ettiğimi… Bunu tek yapan ben değildim eminim bir çok kızın böyle bir anısı vardır. Oysa diğer taraftan hayata azimle tutunmaya çalışanlar… Kendimden bir kez daha utandım…
Başka bir yere yol almak için tekrar arabaya bindik. Bense ne kadar zorlasam da kendimi gözyaşlarımı tutamadım, sessiz sessiz ağladım. Ahmet ‘Aylin Hanım, neden ağlıyorsunuz?’ diye sordu. ‘Ahmet sen her şeyi görmek zorunda mısın’ dedim hafif muzip bir sesle. O da gülümsedi ve ‘insan bir duyusunu kaybedince diğerleri daha çok işlermiş’, dedi. Ama şundan eminim ki Ahmet’in en çok çalışan organı kalbiydi ve en büyük duyusu vicdanıydı…

Bahçeli güzel bir yere geldik. ‘Burası Engelsizler Diyarı’ dedi Ahmet. Ne kadar güzel bir yerdi. Kapıdan içeriye girince ılık bir rüzgar sizi karşılıyor ve bütün kederleri götürüyordu. Ahmet’in de üye olduğu bir dernek tarafından yapılmış ve engelli ailelerin ve engelsiz düşüncelerin diyarı olmuştu burası. Ahmet ve birkaç gönüllü burayı kurmuş ve gittikçe büyüyen bir aile olmuştu.

Orada 8 yaşında Mustafayla tanıştım. Zihinsel engelli. 4 aylıkken geirdiği bir rahatsızlık sonucu geri dönüşü olmayacak bir şekilde zihinsel engelli olmuştu. Bulgar göçmeni olan annesi anlatıyor: 4 aylıkken menenjit geçirdi. O zamandan beri bu halde. Onun için bir şeyler yapmak istiyordum ama imkanlar olmadığı için bir şey yapamıyordum. Her şeyimden vazgeçtim yeter ki o iyi olsun diye.

Kimbilir bu hikayeyi kimlere defalarca anlatmıştı ama işte tekrar anlatınca bile gözleri doluyor, ağlıyordu…
Kevser Hanımla konuşuyorum. Onun da kızı var Serenay…Zihinsel engelli… Doktorlar yaşamaz, kör olabilir, zihinsel engelli olabilir demesine rağmen aile zor olanı seçmiş zamanında. Kevser hanımın en büyük dileği ise minik Serenay’ın bir gün yürüyebilmesi. Serenay hiçbir zaman için ailesine engel olmamış. Kevser Hanım için minik evladının varlığı bile yeterli. ‘Allah’ın bize verdiği bir lütuf,’diyor Kevser Hanım. Maddi durumu iyi olup da engelli yavrularını görmek istemeyen ailelere en güzel örnek.
Başka bir engelli kardeşimizin yanına doğru yol alırken Ahmet telefonla görüşüyor ve bana mutlu bir haberle geliyor: Murat’ın ameliyatı iyi geçmiş. O kadar seviniyorum ki içim içime sığmıyor. Nerdeyse ayağa kalkıp yürüyecek kadar mutlu hissediyorum. Duygularımı yavaş yavaş geri kazanırken içimdeki birikmişliği de bir taraftan atıyorum…

Emre’nin yanına gidiyorum. 6 yaşında. O da zihinsel engelli. Ailesi 4 aylıkken fark etmiş durumu. En büyük destekçisi olan annesi şöyle diyor: diğer çocukları görünce içim acıyor. Ben de onun diğerleri gibi oynayabilmesini istiyorum. Babası da Emre’den bahsediyor. Emre’nin 3 hastalığı daha varmış: epilepsi, sakral palsy, materyal pilus. Oğlununun bir gün baba diyebilmesini çok istermiş. O da anne gibi gözleri yaşlı konuşmasına devam edemiyor.
Bunun gibi pek çok aile ile tanıştım. Bir yandan da şöyle düşündüm hep fakir ve gariban ailelerin mi başına geliyor bunca engel.
Akşam eve dönüş yolunda Ahmet’e teşekkür ediyorum, hayatımın en anlamlı gününü geçirmiştim, çünkü benim için bir uyanış ve farkındalıktı bugün. Bir yanda umut bir yanda yaşanmış acılarla bugünü hep hatırlayacaktım. Ayrılmadan önce Ahmet bana şunu söyledi ‘Eğer istemezseniz sizi bir daha asla rahatsız etmem’. Tek söylediğim şey şu oldu : ‘yarın saat kaçta buluşuyoruz?’

Eve gidince annemle babama sarıldım ve ağlayıp çok mutlu olduğumu söyledim. Onların kıymetini bilmediğim için çok üzgün olduğunu ve benim kötülüğümü istemediklerini bir daha anladığımı. O gün annem, babam ve ben sabaha kadar konuştuk. Hem güldük hem ağladık ve içimde kabuk tutan yaraları gözyaşımla temizlenene kadar attım… Artık yeni bir hayata; farkındalığa ve gerçekten görmeye hazırdım…


Şimdiyse Ahmetle evliyiz. Umut adında güzeller güzeli 3 yaşında bir kızımız var. Ahmet’in de desteğiyle geçenler bir pastane açtık. Adı ‘UMUT IŞIĞI’. Engelsizlere her şey ücretsiz. Sadece bağış yapmak isteyenler için bir kumbara var.

Benim yapacağım yardım ne işe yarar diye düşünenler içinse bir hikaye astım kumbaranın yanına. ‘Denizyıldızının Hikayesi’: Adamın biri yerden kumsala çarpmış denizyıldızlarını alıp tekrar denize geri fırlatıyormuş, bunu gören başka bir adamsa şaşırıp şöyle demiş: ne yapıyorsun. Birşeyi değiştiremezsin böyle yaparak. Diğer kişiyse eline bir deniz yıldızı alıp tekrar denize fırlatmış’ bak onun için çok şey değişti ama’ demiş…

Engellere sadece maddi olarak bakmayın. Eğer paranız yoksa ve bir şeyler yapmak istiyorsanız gidin bir engelli çocuğun başını okşayın. İnanın mutlu olmanın en güzel yolu başkasını mutlu etmektir. Engellilerin yaşamına dokunun... Engelli arkadaşlarımızın en büyük yakınması insanların zihinlerindeki engeller. Onlara acıyarak bakmayın. Çünkü onlar acınmak değil, sayılmak istiyorlar Atın kafanızdaki ağları ve bir daha bakın dünyaya. Çünkü mutluluk farkındalıktır ve gelin hep beraber umutla mutluluğa ilerleyelim.
Bu arada inanılmaz bir şey oldu. Asla yürüyemez demişlerdi doktorlar bana, ama adım atabiliyorum yavaş yavaş. Bunun en büyük nedenini de umuda bağlıyorum. Yaşadığınız dünyayı cennete çevirmek istiyorsanız umut etmekten asla vazgeçmeyin. Kopmaz bağlarla bağlanın ona. O zaman göreceksiniz ki umut ettiğinizden fazlası avcunuzun içine gelip tüm benliğinizi saracak. Umudu solmayan ve umutsuz olmayan nice yarınlara…

ELİF KARA

21 yaşındayım. Gaziantep Üniversitesi Tıp fakültesi 3. Sınıf öğrencisiyim, edebiyatla ilgiliyim ve yazmayı çok seviyorum
 
Tekerlekli Sandalye
Üst