Bir Umut

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,507
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
BİR UMUT
Engelli olmak, kimi kimsesi olmayan, dünyaya yalnız gelmiş, birilerinin desteği ile sığıntı olarak yaşayan bir bebek olmak gibidir. Sözcükleri olmayan bebekler kendilerini ifade edemezler. Konuşamaz, tartışamaz, düşüncelerini aktaramazlar. Çünkü buna ehliyetleri yoktur. Bu mahrumiyet duygusunu yaşayan sadece bebekler değildir. Birileri daha bu mahrumiyet duygusunu tatmaktadır. Tatmak dediysek tadılacak, keyif alınacak bir tarafı yok.
Hiç konuşamayan bir insan olduğunuzu hayal ettiğiniz oldu mu? Derdinizi anlatamadığınız, sevgi sözcüklerini paylaşamadığınız, sesinizi sadece kendinize duyurabildiğiniz bir halinizi düşündünüz mü? Düşünmek dahi size korkunç mu geliyor? Bu duruma hayatının sonuna kadar katlanmak zorunda olan insanlar var. Sabah kalktığında “Günaydın” diyemeyen, akşam uyumadan önce “İyi Uykular” dileğinde bulunamayan insanlar var. Bu iki sözcük bize ne de çok basit geldi değil mi? Konuşma engeli olan biri için günün birinde “Günaydın” diyebilme umudunun vermiş olduğu hazzı biz bilemeyiz. Yine günün birinde sevdiği kadına “Canım” diyebilmenin de, onu dünyaya getiren annesine “Anne” diyebilmenin hazzını da bilemeyiz biz. Değerini bilmediğimiz için koşabilmenin de, görebilmenin de hazzını bilemeyiz. En iyi onlar bilir.
Peki ya duyamadığınızı? En basitinden müzik dinleyemediğinizi, televizyon izlerken görüntülerden bir anlam çıkartmaya çalıştığınızı, bir muhabbet ortamında insanların yüzlerine bakmak yerine gözlerinizi farklı objelerin üzerine çevirdiğiniz bir halinizi düşündünüz mü? Oysaki böyle bir halini tercih olarak düşünemeyecek, hayal edemeyecek, konunun bizzat hâkimi olan insanlar var aramızda.
Umut, Rize’nin Ardeşen ilçesinde dünyaya geldi. Hiç kirlenmemiş pembecik yanakları, ufacık öpülesi parmakları ile gülücükler saçıyordu etrafa. Umut büyümeye başladı. Büyüdükçe bazı şeyleri biraz daha rahat anlayabiliyordu, mesela annesi altını ıslatıp ıslatmadığını sorduğunda başını sallayarak cevap verebiliyordu. Ancak hayatında eksik olan bir şeyler vardı sanki. Bunu tam olarak kendiside çözememişti. Sonra çekilip kabuğuna büyümeye devam etti. Okul çağına geldi. Okul çağına gelen Umut artık bazı şeylerin farkındaydı, işaret diliyle sorulan sorulara kafa sallamanın yetmediğini kendiside düşünmeye başlamıştı. Çünkü bunu evde yapan bir tek kendisiydi. İşitme engellilere özel bir okulda eğitime başladı. Umut evde sadece kendisinin baş salladığını, bunun bir sorun olduğunu düşünürken başladığı özel okulda birçok arkadaşının da kendisi gibi diğer insanlarla nasıl anlaşmaya çalıştığını gördü. İlk başta çok sevindi, heyecanlandı, çünkü tek sorunlu olanın kendisi olmadığını düşündü. Sonra yine bir terslik olduğunu düşünmeye başladı. Umut düşüncelerinde haklıydı, duyamadığı için konuşamayan bir engelliydi Umut. Ve bu engeli onun hayatını ne denli etkileyecek şimdilik bilmiyordu. Umut büyük bir umutla büyümeye devam etti.
Gün oldu devran döndü, develer tellal, pireler berber oldu. Umut yetişkinliğe doğru adım atmaya başladı. Yaşı gereği Umut’u bazı duygular sarmalamaya başladı. Ne olduğunu anlayamıyordu, etrafında gördüğü çiftlere özeniyor, kendiside bu duyguyu tatmak istiyordu. Ancak engeli dolayısıyla böyle bir maceraya adım atmaktan korkuyordu. Sürekli hor görülerek büyüyen, dışlanan Umut, engeli olmayan insanlara karşı duygularını açamıyordu. Sanki birilerinin canına kast etmiş gibi suçlu görüyordu kendini. Hatta bazen öyle ağlamaklı oluyordu ki sesi titreyerek konuşuyordu kendi kendine. Neden ben diye soruyordu. Gözleri yaşarıyor, yanaklarından boşalıp gidiyordu. Tıpkı gelip geçen hayatı gibi. Umut aşık olmak istiyor, sevdiğinin gözlerine bakıp heyecanlanıp sesi titreyerek onunla konuşmak, belki birkaç güzel söz söylemek istiyordu. Kim bilir beklide gelecekleri hakkında naif bir üslup ile hayallerini tartışmak istiyordu. Umut bunları yapamazdı, o duyamadığı için konuşamayan bir engelliydi çünkü. Okuldan evine döndüğünde odasına çekilir, sessizce ağlardı, sessizce. Duyamazdı ki kendi sesini. Oysaki feryat figan inletirli hayatı gözyaşlarıyla. Sürekli adalet bu mu diye sorardı kendine. Haykırırdı sessizce yaşamak istemediği dünyaya.
Umudumuz büyümeye devam etti. Eğitim hayatının sonlarına gelmişti. Çok mutsuzdu, ezilerek geçmişti Umut’un hayatı. Umut bu yaşına rağmen birçok şey görüp geçirmişti. İnsanların kendisi gibi olanlara karşı saygısı olmadığını, sosyal imkânların kendisi gibi olanlar için çok kısıtlı olduğunu düşünüyordu. Adeta suçluluk hissiyatıyla geçiriyordu günlerini. Aslında o da biliyordu diğerleri ile aynı kefede olduğunu. Ancak gerçekler karşısında durabilecek mecali yoktu. Gerçekleri haykırabilecek bir sesi de yoktu zaten.
Umut bir tanıdığı vasıtasıyla dünya evine girmek üzereydi. İşitme engelli olduğu için askerlikten muaf olmuş bir de iş bulmuştu kendine. Ailesi beklemek istemedi, eşi olacak kadının ismi de Rüya’ydı. Rüya’nın daha önce bir kez başından geçmişti evlilik tecrübesi, o dul bir kadındı. Dul kelimesi çok ağır kalıyor Rüya için, zamanında zorla evlendirilmişti parası olan kocamış yaşlı bir ihtiyarla. Babası yaşındaki adam göçüp gidince ortada kalmıştı kimsesiz bebekler gibi. Tekrar ailesinin yanına dönmüştü, sonra Umut ile nişanlandırıldılar. Ve evlendiler. Tabii onların ki sessiz bir düğündü. Umut durumu her ne kadar sezememiş olsa da sessiz ama içten içe büyük bir aşk fırtınası geliyordu.
Rüya tıpkı Umut gibi duyamadığı için konuşamayan bir engelliydi. Ve bir gözü de görmüyordu. Engelli olmalarına rağmen kısa sürede çok iyi anlaştılar. Evliliklerinin ilk ayları birbirlerini tanımak ve anlamak üzerine geçti. Bu kısa sürede etle tırnak gibi olmuşlardı. Umut önyargılarını çoktan koymuştu kenara. Sevmeye başlamışlardı birbirlerini, bunun adı aşktı. Bazen saatlerce baka kalıyorlardı birbirlerinin gözüne. Rüya bunu tek gözü ile yapıyordu. Yapabilecekleri en güzel şeyde buydu aslında. Umut ve Rüya örnek bir çift olmuşlardı engellerine rağmen. Umut bir özel fabrikada işçilik yapıyor, Rüya ise bir akrabasının mağazasında tezgâhtarlık yapıyordu. Geçimlerini sağlıyor, çalışıyor arta kalan zamanlarda da vakitlerini kendilerine ayırıyorlardı. Rüya da, Umut da daha önce bu kadar mutlu oldukları bir anı hatırlamıyorlardı. Hele Rüya, perperişan geçmişti hayatı. Kocam demeye çekindiği bunamış bir ihtiyarla zehir olmuştu tozpembe hayalleri. Bir gelinlik dahi giyememişti. Çok kötü günler geçirmişti, kocamış yaşlı bir ihtiyarın Rüya ile neden evlendiği belliydi.
Mutlu çiftimiz birinci yıllarını tamamlarken bir çocuk dünyaya getirmek istedi. Nitekim sağlık kontrollerinin ardından çocuk yapmalarında bir engel olmadığını öğrendiler. Sonrasında nur topu gibi, tıpkı annesine benzeyen bir kızları olmuştu. Rüya erken doğum yapmıştı, belli ki küçük hanım daha fazla duramamıştı. Kızları henüz farkında olmasa da annesi ve babasını çok daha fazla bütünleştirecek olan bir aracıydı. Umut artık baba olmuştu. Karanlık sayfalarla dolu hayatını koymuş bir kenara, yeni bir sayfa açmıştı kendine. Çok mutluydular. Çocuklarının ismini Selen koymuşlardı. İlk zamanlar zorlandılar, çocuklarının ağlama sesini duyamayacakları için adeta nöbetçi gibi çocuklarının başlarında beklediler. 1 gece anne nöbet tutuyorduysa, 2 gece baba tutuyordu. Çok sancılı günler geçirdiler. Umut sahip olduklarının kıymetini çok iyi biliyordu. Selen’de büyümeye devam etti. Şeker mi şeker bir kız çocuğu olmuştu. Okul çağına gelmişti, babası ve annesi gibi özel bir okulda değil, bir devlet okulunda eğitimine başlayacaktı. Umut ve Rüya’yı zor bir dönem bekliyordu. Olsun be diyordu Umut, kızım oldu kızım, bir eşim var canımdan çok sevdiğim diye içinden mırıldanıyordu kendine.
Bir zaman sonra Umut ve Rüya kızlarının kendilerinden soğuduğunu düşünmeye başladılar. Sorun neredeydi? Ne hata yapmışlardı? Ortada sorun yoktu, büyüyüp gelişme çağına gelen kızları arkadaşlarının anne ve babasıyla kıyaslama yapıyordu kendi ailesini. Tabi hayat tecrübesi ile dolu olan Umut bir süre sonra nedenini öğrenmişti. Ne yapabiliriz, ne çare bulabiliriz de kızımızı yeniden kazanabiliriz diye düşünürken Rüya’nın aklına bir fikir geldi. Bir dernek kuracaklardı, bunu hem kızlarını tekrar kazanmak için, hem de geçmişte yaşadıkları sıkıntıları başkalarının yaşamasına engel olmak için yapacaklardı. Onlara göre aşılamayacak “engel” yoktu. Dernek dediysek çokta bir faaliyeti olmayacaktı. İstedikleri engelli vatandaşları bir çatı altında birleştirip kaynaşmalarını sağlamak ve belki kendileri gibi yeni evliliklere vesile olmaktı. Umut çok çekmişti geçmişte. Umut’un odasına çekilip ağladığı zamanları da olmuştu, neden ben diye isyan ettiği zamanları da. Umut bilinçli bir engelliydi artık, kabuğuna çekinilmemesi gerektiğini, hayatla olan mücadelenin sürdürülmesinin taraftarıydı o artık. Umut için “engel” diye bir kavram yoktu, kendi literatüründen çıkartmıştı o kelimeyi. Kendisi gibi birilerinin daha bu hataya düşmesini istemiyordu.
Gerekli işlemlerden sonra derneklerini kurup, bir kiralık dükkân bulmuşlardı. İkisi de çalıştığı için durumları orta halliden biraz daha iyiydi. Yılmadılar, çabaladılar güzelce derneklerini dayayıp döşediler. İhtiyaç olabilecek hemen her bir şeyi temin etmeye çalıştılar, bir satranç takımından tutunda bir tekerlekli sandalye ye kadar her şeyi ayarlamışlardı. Destekçi aramış olsalar da bulamadılar. Kendilerinden kıstılar, bulup buluşturup derneklerini dayayıp döşediler. İlk zamanlar dernek çok bilinmiyordu, Umut’un saman kâğıtlarının üstüne yazmış olduğu tanıtım yazılarını eşi Rüya sokak aralarında dağıtıyordu. Tanıtımdı reklamdı derken birkaç yıl aldı derneğin tanınması ve canlanması. Bu süre zarfında da Selen büyüyordu haliyle. Umut ve Rüya kızlarını zaman için de kazanmış olsalar da Selen’in henüz aklı almıyordu bazı şeyleri, zaman gerekiyordu. Düşünceleri çokta değişmemişti.
Selen düşüne dururken dernek 3. yılını kutluyordu. Amaçladıkları gibi derneklerinde tanışıp evlenen, hatta yeni doğmuş çocukları olanlar vardı. Çığ gibi büyümüştü sesleri. Umut ve Rüya amaçlarına ulaşmışlardı. Kızları da bu gayretlerini gizliden gizliye takip ediyordu.
Aradan uzun yıllar geçmişti. Umut işçi olarak girdiği iş yerinde ustabaşı olmuştu. Selen de koca kız oldu haliyle. Anlamsızlaşmıştı Selen için bazı düşünceler. Onun ailesi bir engelliydi ve bu herkesin başına gelebilecek bir durumdu. Şükretmeliydi haline. Selen 20’li yaşlara geldiğinde Umut ve Rüya 50’li yaşlara yaklaşmışlardı, Umut heybetli bir çınar olma yolunda ilerliyordu. Kolay mı bunca zorluğun üstesinden gelmişti.
Umut ve Rüya’nın bu projeleri, bu gayretleri çevrelerinde de takdir ediliyordu. İlçeye ziyarete gelen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı bu çiftimizden bir şekilde haberdar olmuştu. Çok sevinmişti duyduklarına. Ve bu çift ile tanışmak istiyordu bir an önce. Bakan sonraki gün ziyarete gelecekti. Bunu durumu öğrenen Rüya ve Umut tatlı telaş koşuşturuyordu hazırlıklar için. Bütün üyelere haber salmışlardı. Selen dahi yardım ediyordu anne ve babasına. Selen iyice yıkmıştı tabularını. Bakan ziyarete geldi ve gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Dernek vasıtasıyla evlenen çiftler Bakan’a evlilik cüzdanlarını gösteriyorlardı. Ayakları tutmayan sağır olanla evlenmiş, gözleri görmeyen tek kolu olmayan bir engelliyle evlenmişti.
Bakan çok mutlu olmuştu, bu en büyük sosyal projeydi onun gözünde. Bakan, Umut ve Rüya’yı çok takdir etmişti. Birçok basın kuruluşu haberi gündeme taşımıştı. Umut ve Rüya artık Türkiye çapında, hatta Dünya’nın birçok kesiminden tanınan engellilerdi.
Yüzlerce mektup almışlardı, bizzat gidip takdir edenlerde vardı. Aralarında büyük iş adamları, gazeteciler, yazarlar ve daha birçok kimse. Derneğe yardımda bulunmak isteyen dahi vardı, Umut ve Rüya’nın “sesi” sınırları çoktan aşmıştı. Onlar kızlarıyla birlikte mutlu mesut hayatlarına devam ettiler.
Engeller aşılmak içindir. Engelli bireyler engelli olmayı tercih etmemişlerdir, hayat bu tercihi onlar için yapmıştır. Yaşamak için, mutlu olmak için, bizimle eşit haklara sahip oldukları için mutlu yaşamak bizler gibi onlarında hakkı. Onların hakkına da, onlara da saldırmaya cüret edemeyiz biz. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız, sınavımızı fiziğimizde değil, karakterimizle vereceğiz Münker ve Nekîr’a.

Eser Sahibinin Adı Soyadı: Fatih DEDECAN

Özgeçmiş:
Fatih DEDECAN (d. 1989, Ardeşen, Rize), genç bir yazar adayıdır. Öğrenim çağında kendini fark ettirdi, çeşitli sosyal ve sportif alanlarda başarı gösterdi. Bunlardan ilkini 2005 yılında bölgesel çapta düzenlenen satranç turnuvasında birincilik getirerek gösterdi. Eğitimine 1995 yılında başlayan Fatih DEDECAN, eğitiminin ilk 2 yılını Rize'nin Ardeşen ilçesine bağlı Cumhuriyet İlköğretim Okulu'nda sürdürdü. Okul binasının yıkılıp yeniden yapılacak olması nedeniyle ilçede bulunan Halk Eğitim Merkezi binasında 3 yıl eğitim gördü. Daha sonra eğitim basamağını Ardeşen Mesut Karaoğlu İlköğretim okulu ve Ardeşen METEM (Muhasebe ve Finansman bölümü) okullarında sürdürdü ve 2006 yılında Ardeşen METEM'den mezun oldu.
2010 yılında girdiği YGS sınavında Ardeşen'de bulunan Ardeşen Meslek Yüksekokulu'na Bankacılık ve Sigortacılık bölümüne yerleşti. Eğitim hayatının yanı sıra iyi bir makale yazarı olan Fatih DEDECAN, kişisel web sitesini oluşturduktan sonra hayata dair birçok konuyu ele aldı. İlk kitabını yazmak için kollarını sıvadı. Eğitim hayatını ve gelecek planlarını sürdürüyor.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst