Bir Yudum Bengisı

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
BİR YUDUM BENGİSU

Yatağımdan gözlerimi huzurla açarak doğruldum. Güneşin hayat veren pırıl pırıl ışıkları odamı dolduruyordu. Ayağa kalkıp penceremden dışarıyı izlemeye koyuldum. Bahar tüm güzelliğiyle kapımıza dayanmıştı işte. Kuşlar zilimizi çalıyor, papatyalar hep ‘seviyor’du. Hayat, yaşamak çok güzeldi. Bu dünyada kim niye mutsuz olsundu ki!

Güzel hayallere dalmışken ben, karşı apartmanda oturan, ama daha tanışmadığım komşu kızıyla göz göze geldik, yine her zamanki gibi. O da dışarıyı izliyordu. Bir an içim sıkıldı. “ Amaan! Şu günü sakat komşu kızını düşünerek mahvedecek değilim” diye geçirdim içimden. Penceremi kapatırken gözlerimi de hayatın gerçeklerine sımsıkı kapattım. Ben bir körmüşüm meğer…

O gün üniversitede çok yoğun bir gün geçirmiştim. Epey yorgundum. Eve gitmeden önce evimizin yakınlarındaki bir parkta biraz hava alıp dinlenmeye karar verdim. Batmak üzere olan güneşin ilginç renkler verdiği gökyüzünün altında oynayan çocuklar bir tablo gibi gözüktü birden bana.

Bu tabloyu izlerken, gözüm arabaların çok da sık geçmediği bir yerde karşıdan karıya geçmeye çalışan bir gence takıldı. Etrafında kimse yoktu. Karşı yola geçmeye yelteniyor, ama sonra duruveriyordu. Gözlerinde bir sorun var gibiydi. ‘Elbet birisi yardım eder’di... Şimdi oraya kadar gidecek değildim ya... Ben bir sakatmışım meğer…

Dinlenmiştim artık. Eve doğru yürümeye başladım. Apartmana girdim. Asansörün önünde bir kadın ve kadının elini sımsıkı tutmuş bir çocuk duruyordu. Benim ayak seslerimi duyunca ikisi birden dönüp bana baktı. Çocuğun görünüşünden down sendromlu olduğu açıkça belli oluyordu. Sinirlerim bozuldu. Bu da nesiydi sabahtan beri. “ Hepsi de beni mi buldu bugün” diye çıkıştım içimden.

Kadın ve çocuk içten bir gülümsemeyle baktılar bana. Bense soğuk tavrımı hiç bozmadım. Asansör geldi, bindik. Ne kadar da yavaş çıkıyordu bugün asansör. Sonunda benim ineceğim kata geldik. Çocuk ineceğimi fark edince “İyi akşamlar” dedi yine gülümseyerek. Gözlerinin gözlerime dokunduğunu hissettim. Ama oralı olmadım. “Sana da” bile demeden asansörden çıktım. Ben bir dilsizmişim meğer…

Gün boyu gördüklerimden etkilenmiş olmalıyım ki –etkilenmiş olmalıydı zaten insan – o gece rüyamda ilginç şeyler gördüm. Sabah pencerede gördüğüm kız, karşıya geçmeye çalışan genç ve asansördeki sendromlu çocuk… Üçü birde bir yere gidiyorlardı. Bense tek başıma bir sandalyede oturuyordum. “Beni de bekleyin” diyecek oldum ama sesim çıkmıyordu. Ayağa kalkmak istedim ama her nasılsa ayaklarım birbirine dolanıyor ve yere düşüyordum. Onlar gözden kaybolurken, çocuğun gözlerindeki odayı aydınlatan ışık da onlarla beraber gitti. Karanlıklar içinde kaldım.

Dehşetle uyandım sabah. Güneş yine odama dolmuştu ama bana dünkü kadar güzel gözükmüyordu. Adetim olduğu üzere penceremden dışarıyı izlemeye koyuldum. O kız… Yine onu gördüm. Bu sefer gerçekte görebilmiştim (!) İlk defa ona karşı bir merak uyandı içimde. Kimdi, nasıl yaşıyordu, nasıl bir hayatı vardı, nasıl birisiydi, nasıl… Nedense bu sorular doldurdu beynimi.

O gün onunla tanışmaya karar verdim. Evlerine gittim. Biraz çekingen bir tavırla kapı zillerine uzandım. Ne diyecektim? Mutlu olduklarını, yardıma hiç ihtiyaçları olmadığını görüp vicdanımı mı rahatlatmaya gelmiştim? Ya zor durumda olduklarını görürsem? Bu zamana kadar nasıl gelmezdim bir kere bile olsa.

Zile bastım. Kapıyı yaşlı denebilecek bir kadın açtı. Ne diyeceğimi şaşırdım birden;


Kızını görmeye geldim, müsaitseniz eğer?
Karıştırmış olmayasınız, kızım yok benim.
Imm şey, burada engelli bir bayan yaşıyor diye biliyorum ama?
Ha torunumu diyorsunuz, buyurun…

Beni içeri aldı. Torununun odasına götürdü. Genç kız bir kanepede oturuyordu. Beni görünce şaşırdı. Komşuları olduğumu, tanışmak istediğimi söyledim.

İsmi Bengisu’ymuş. Ölümsüzlük suyu demekmiş. 25 yaşındaymış. Daha küçük gösteriyordu. Doğuştan sakatmış. Annesi ve babası ona bakmak istememişler. Bana kapıyı açan yaşlı kadın anneannesiymiş. Evlerindeki eşyalardan da anladığım üzere durumları oldukça kötüymüş. Genç kızın kurduğu en büyük ve hatta tek hayal ise bir akülü sandalyesi olmasıymış.

Onlara yardım etmek istiyordum. Eve gittim, o gün ve ondan sonraki günler hep bunu düşünür olmuştum. Nasıl yardım edebilirdim? Genç kıza hem maddi olarak yardım etmek, hem de onu olabildiğince hayata kazandırmak istiyordum. Evet, ona hayatı kazandırmak değil, hayata onu kazandırmak… Çünkü anlamıştım ki değerli olan, armağan olan oydu, gen kızdı, hayat değil!

Genç kız yürüyemiyordu belki ama gemileri karadan yürütebilirdik! Aklıma ilginç bir fikir geldi. Ben evlerine gittiğimde, Bengisu’nun odasına doğru yürürken gözüme mutfaktaki sac takılmıştı. Hamur işi pişiriyor olmalıydı kadın. Belki de evde hamur işi yapıp satabilirlerdi. Ama nasıl satacaklardı? Hem kim niye alsındı ki bu yemeği?

Aslında muhitimizin çoğu çalışan bayanlardı. Evde yemek yapmaya fırsatı olmayanlar almak isteyebilirlerdi. İlginç bir yemek olmalıydı bu. Aklıma bizim oranın yöresel yemeği hENGEL geldi! Yapımı o kadar kolay değildi. İnsanlar bu yemeği yapmak yerine satın almayı tercih edebilirlerdi. Siparişleri de internet üzerinden, bir site kurarak yapardık hem?

Çok heyecanlanmıştım. Ertesi sabah, internetle haşır neşir olan bir arkadaşıma durumu anlattım. Bize yardım edebileceğini söyledi. Sonra da genç kızla ve anneannesiyle konuştum. O kadar sevindiler ve heycanlandılar ki…

Bir internet sitesi kurduk. ‘h-engelim.com’. sitenin tanıtımıyla ben ilgilendim. İşler gayet iyi gitti. Birkaç ay sonra bir akülü araba alabilecek kadar para biriktirmişlerdi bile. Hayat bir ölümsüzlük suyu kazanmıştı.

Bu olay üzerine asıl sağlığına kavuşan ben olmuştum belki de. Bengisudan bir yudum da ben almıştım ne de olsa. Artık görebiliyordum, yürüyebiliyordum, konuşabiliyordum. İnsanca…
 
Tekerlekli Sandalye
Üst