Cancağızımız

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Çiğdem, bizim mahallede yaşayan; esmer, çıtı pıtı bir kızdı. Siyah gözleri, kıvırcık saçları hayat dolu gülüşü ile güneş misali etrafa ışık saçardı. O ışık dünyamı süsleyen beni yörüngesine hapseden bir sırdı. Biz çocuklarla oyunlar oynarken o hep gülümseyerek balkondan bizi izler, annesi ona hiç izin vermezdi. Biz bütün mahalle çocukları aynı okula giderken o bizimle aynı okulda değildi. Onu her sabah bir servis alır akşamları bırakırdı. Onun hakkında hiç bir şey bilmememe rağmen gülüşünü görebilmek için uğraşır dururdum. Bir kez bile aynı ortama girmediğim halde sadece balkondan görmeme rağmen ona bakışım bir başkaydı. Çocukça olsa da onun o haline bu gün bile ifade bulmakta zorluk çekiyorum. Hani şairler ilham arar ya aramalarına gerek yok onun o gülümseyişini görsünler yeterli. Yada masumiyet saflık nedir deseniz “onun o bakışını gördünüz mü?” işte tam o. Cilt cilt kitapların anlatamadığını anlatır. Kıvrım kıvrım saçları; ayrı bir yol fantastik bir dünyanın şifreli geçidi, çocukluğumun masum hayali, bir ütopya.

Ortaokul vakti gelince ben o mahalleden ayrıldım. Okul için başka bir ile gittim. Yatılı okumaya başladım. Üç sene boyunca eve her gelişimde bir kere olsun onunla konuşacağım diyordum. Eve gelince korkuyor bir türlü yanaşamıyordum. Her tatil gününü iple çekiyor hiç olmazsa onu bir kere görmenin mutluluğunu yaşamak istiyordum. Ortaokul bitmişti ama bir kere olsun konuşamamıştım. Liseyi de dışarıda okudum. Yine yatılı ve yine her tatil oluşunda onunla konuşma hayaliyle. Geldi geçti koskoca lisede ama ben bir türlü konuşamamıştım. Mahalleye aileme herkese yabancılaşmıştım ama bir tek ona “hayır”. O her geçen gün bir tutku oluyordu. Bir defa olsun yan yana gelememek mi yoksa gerçek aşk mı bunu inan bilmiyorum. Lise bitti mahalleme geri döndüm. Okulu burada kazandım ve artık altı yıllık sürgün bitmişti. Çiğdeme hasret bitmişti. Artık nasıl olsa bir şekilde konuşacaktım onunla. Sevinçten uçuyordum. Aradan geçen onca senede birçok kişi taşındı mahallemizden ve birçok kişi taşındı mahallemize artık biz yoktu bloklar ve kimsenin birbirini tanımadığı yabancı bir diyar vardı. Bir kaç müstakil ev dışında kocaman boğucu apartmanlar birde güneş. Çiğdem. . .

O büyümüş güzelleşmişti. Çıtı pıtı kız büyümüş bambaşka olmuştu. Mecnun gelse Leyla değil de Çiğdem derdi. Ferhat gelse bir dağla yetinmezdi. Tabi bunlar benim dünyamda böyleydi. İşin garip tarifi yıllarca aynı mahallede oturmamıza rağmen ailelerimiz birbirini tanımıyordu. Ve ben geçen onca seneye rağmen bu sır gibi güzele aşkımı söyleyemiyordum. Gel zaman git zaman bu güzeli mahallede yakaladım ve, “Affedersiniz, bir dakika konuşabilir miyiz?” dedim. O baktı. Ve hiç değişmeyen o dünya değer gülümsemesi ile hiç bir şey demeden baktı. Ben benim konuşmamı istiyor diyerek derdimi söyledim. Kekeleyerek hani şair diyor ya “Sana halimi izah için seni tenhada bulamam, seni tenhada bulsam kendimi kendimde bulamam” işte o misal.

O yine gülümsedi ve gitti. Hiç bir şey söylemedi. Beni oracıkta bıraktı. Yıllar yılı beklediğim şey bir anda gitti. Şimdi bu “iyi” mi “kötü” mü bir türlü anlamadım. Gülümsedi bu iyi peki hiç bir şey dememesi ya o ne oluyordu. Allah’ım bu nasıl bilmeceydi. Ne aklım alıyordu nede inancım. Kalmıştım ne yapacaktım? Şimdi yıllar yılı beklediğim şey olmuş bir an olsun yalnız kalmıştık peki bundan sonrası. Ne müthiş bir yangın ne bitmez bir acı. Biraz bu işkenceyi çektim. Ne haber var ne bir bakış nede bir gülümseme hiç bir şey yok. Yağ rab bu nasıl bir azap, cehennem denilen bu değilse bu durumdan ders almalı. Bir ayın sonunda başka bir yangın ve başka bir azap.

Bir mektup ama öyle böyle değil sevimsem mi üzülsem mi bilemediğim bir durum. Evet, cevap olumlu ama başka bir durum var ki o azabı arttırıyor. Çiğdem kıvırcık saçlı kara gözlü cennet gülüşlü kız benden hoşlanıyor. Yıllar yılı bakmalarımı biliyor. Oda benim gibi geceleri düşünüyor ama bir uçurum var ki. . . Nasıl aşarız bilmiyor. Çiğdem’im konuşamıyor. Çiğdem’im dilsiz. Benim için dünya mesele değil de aileler denilen kâbus üzerimize çöküyor. Çökecek belli. Nasıl aşarız bu azabı bilmiyorum. Neyse mektuplar üzerinden seviyoruz birbirimizi. Her halimizle resimlere sarılıp yatıyoruz. Plan kuruyoruz. Benim okul bitene kadar sabredeceğiz ve ailelere o zaman açıklayacağız. Olmaz derlerse de olduracağız. Olmazları olduran bir oldurgan vardır her hal. Neyse dört sene gizli mektuplar devam ediyor. Ve benim okul bitiyor. Mezuniyet askerlik derken ben aileme açıyorum durumu. Normal bir kız gibi. Her şey olumlu sonra kızı istemeye giderken durumu söylüyorum. Babam bıyık ardından gülümsüyor annem küplere biniyor. Olmazmış bana uygun değilmiş yok şu yok bu. Ben ferman dinleniyorum ve isteniyor. Kızın ailesi memnun yalnız anneler düşman. Annem sağ olsun bin dereden su getiriyor kızın annesi desen “olmaz” diyor kızımı üzersin, o, bu, merhametleri yok bu işe. Çiğdem diyorum mektupları göster de annen anlasın sana olan tutkumu. Gösteriyor safımıza bir kişi daha katılıyor. Benim annem dışında herkes tamam. Onu da ikna işi ablama düşüyor ve zorlada olsa bu iş oluyor.

Bu seferde bizi başka bir korku alıyor. Ya çocuğumuz o nasıl olacak? Bunu bilmemek bu kestirememek yoruyor bizi. Bir dert ki ne yapsan tarifi yok. Ya o da annesi gibi olursa? Ya onun da bir özrü olursa? Ya onu da çok seven biri olur ve bir türlü anlatamazsa? Çevre onu incitirse, biz onu anlayamazsak? Öyle düşünceler vardı ki aklımızda... Ne yapacağımıza nasıl edeceğimize bir türlü karar veremiyorduk. Çok bunaldık. Bir çıkış arıyorduk nasıl olacaktı. Sağlıklı ailelerin bile özürlü çocukları olma ihtimali vardı. Bunu düşünüyor rahatlıyorduk. Yani bizim çocuğumuz öyle olmayabilirdi. Uzun bir düşünceden sonra karar verdik korkarak da olsa deneyecektik. Bir çocuğumuz olsun ve aşkımızı taçlandıralım. Ve o güzel meyve ile ailemiz tam olsun.

Gel zaman git zaman beklediğimiz o an geldi. Aşkımızın meyvesini aldık. Sağlıklı nur topu gibi bir canımız olmuştu. Kızımız, canımız, cancağızımız Esra’mız. Sevinçten uçuyoruz. Sağlık kelimesinin ne kadar değerli olduğunu bebeğimizin gözlerine bakarak bir kez daha anlıyoruz. Hayat denilen serüvenin ve değerlerinin idraki ile aşkımızı daha da büyütüyoruz. Hayatın onca olanında birbirimize sarılıp en amansız dalgalara da birbirimize sığınıyoruz. Aşkın tanımını yapıyor mutluluk şarkısının nakaratı ile gülümsüyoruz. Eksiğimiz yok Çiğdem’in sesi dışında. Olsun onu da bıcır bıcır konuşması ile cancağızımız tamamlıyor.


Ad: Engin
Soyadı: ÇAPKIN

Öz Geçmiş
Aslen Giresun’lu olup 1986 Bakırköy İstanbul’da doğdum. İlkokulu ve liseyi İstanbul Bağcılarda okudum. Üniversiteyi Yozgat’ta okudum. Lise ikinci sınıftan beri şiir, hikaye ve deneme tarzında eser veriyorum. “Kurabaz“ adlı arkadaşlarımla kurduğumuz dergide yetmiş sayı çıkardık. Ardından fikir ayrılıkları nedeni ile dergide bulunan yazma işini bıraktım. Şu anda bir romana çalışmaktayım.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst