Danimarka’dan İzlenimler!

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi
F

Fırtına

Guest
Geçen hafta bir AB projesi dolayısıyla Danimarka’nın Esbjerg şehrindeydim. Danimarka yüzölçümü ve nüfusu itibarıyla küçük ama Avrupa’nın en zengin ülkelerinden biri. Avrupa’nın kuzey batısında, ada ve yarımadalardan oluşuyor. Esbjerg de batı sahilinde Kuzey Denizi’ne kıyısı olan 73,000 nüfuslu bir şehir.

Aşağıdaki veriler genel bir fikir verebilir.

Danimarka / Türkiye (2010)

Nüfus: 5,5 milyon / 75,8 milyon,

Nüfus yoğunluğu: 126/km2 / 97,24/km2,

Şehirleşme oranı: % 87 / % 69,

Yaşam beklentisi: 77- 81 / 70-75,

Doğurma oranı: 1,76/kadın / 2,2/kadın,

Kişi başına milli gelir: 58,930 dolar / 8,720 dolar,

Esbjerg’e gitmek için projede birlikte çalıştığımız eşimle beraber THY ile önce Kopenhag’a uçtuk. Kopenhag Danimarka’nın başkenti ve ülkenin en doğusunda. Birkaç saat dolaşma şansını kullandık. Valizlerimizi istasyondaki kilitli dolaplara koyup gezdik. Bu kadar zengin bir ülke olmasına rağmen istasyon civarında dilenciler, sokakta uyuyan yoksullar gördüm. Sokaklar çok pisti. Grev mi var diye merak ettik hatta, ama öyle bir şey yokmuş. Gerçi istasyondan epey uzaklaşınca sokakların görüntüsü düzeldi ama ilk izlenimler olumsuzdu. Olumlu olan şey bisiklet kullanımının yaygın olmasıydı. Her yerde bisiklet parkları vardı ve yolların kenarında “yanyol” şeklinde bisiklet şeritleri vardı; hatta yaya yolu ile bisiklet yolu da keskin çizgilerle ayrılmıştı ve herkes bunlara uyuyordu.

Sonra trene bindik ve doğudan batıya 3 saatlik bir tren yolculuğu yaptık. Trende dikkatimi çeken şey tekerlekli sandalyeler için özel yerler ayrılmış olmasıydı. Erişilebilirlik konusuna önem verildiği zaten havaalanında da tren istasyonunda kendini gösteriyordu. Sonradan öğrendim, otobüslere de taksilere de tekerlekli sandalyeli yolcular için belli standartlar getirilmiş. Engellilik konusundaki bilincin toplumda yüksek olması ve uzun yılların birikimiyle altyapı kesintisiz bir şekilde engeli olanlara uygun hale getirilmiş. Örneğin bir görme engelli veya bir fiziksel engelli her türlü ulaşım aracına binerek, yollarda ve kaldırımlarda bir engelle karşılaşmadan, herhangi bir binanın herhangi bir katına rahatlıkla ulaşabiliyor.

Başka şaşırtıcı şeyler daha oldu. AB projelerinde genelde gittiğimiz şehirde kimse kimseyi karşılamaz, herkese önceden e-posta yoluyla otele nasıl gideceği anlatılır; herkes de kendi başının çaresine bakar. Biz de İstanbul’daki proje toplantılarına gelenleri bu nedenle geldiklerinde hiç karşılamayız. Bizler gibi misafirperver insanlara bu ters gelse de, usuldendir diyerek öyle yaparız. Ancak bu sefer Danimarkalılar bizi mahcup etti. Günlerden pazar olmasına rağmen bizi istasyonda Danimarkalı bir arkadaş karşılayıp arabasıyla otele götürdü. Daha sonra gelen İspanyol ve Alman arkadaşları da aynı şekilde karşıladı ve otele taşıdı. Misafirperverlik bununla sınırlı kalmadı, akşam yemeğinde de bize eşlik etti, hemen evine dönmeye kalkmadı. Ertesi sabahki toplantıda da hepimize özel bir Danimarka balı hediye edildi. Böyle bir şeyi daha önce yapan olmamıştı (biz Türkler dahi). İkinci defa mahcup olduk.

AB toplantılarının tipik özelliğidir, uluslararası bir ortam oluştuğundan toplantı vesilesiyle biraz da sosyalleşme imkanı doğuyor. İki gün boyunca toplantıların ardından bizi Esbjerg şehrinde gezdirdiler, Almanların yıl boyu, özellikle yaz aylarında akın ettiği sahil kasabasını dolaştırdılar. Bizi hiç yalnız bırakmadılar. Vikinglerin torunlarının bu kadar sıcak kanlı olacağını hiç tahmin etmiyorduk. Kuzeydeki soğuk Avrupalılar diye bir önyargımız vardı açıkçası.

Akşam yemeklerinde bol bol sohbet imkanı oldu. Ben de olabildiğince Danimarkalıların yaşam tarzlarını öğrenmeye çalıştım. Hele hele bu misafirperverliklerini görünce önyargılarımdan arınma ihtiyacı hissetmiştim. Bizim yaşantımızla kıyaslamak için yanımdaki Danimarkalı beyi soru yağmuruna tuttum. Engellilik konusunda çok duyarlı oldukları ve yasal açıdan ileri bir noktada oldukları konusunda bilgim vardı ama yine de biraz daha bilgi edinmeye çalıştım. Özellikle engelli istihdamı konusunu merak ediyordum. Engellilerin çok iyi örgütlenmiş olduğunu ve yasal düzenlemeler konusunda yönlendirici olduklarını söyledi. Nitekim uzun zamandır kota düzenlemesine karşı çıkıyorlarmış, çünkü bu engel durumunun kayda geçirilmesi anlamına gelecek ve engellinin rehabilitasyona girmesine ve kendini geliştirmesine engel teşkil edecekmiş. Bu da farklı bir bakış açısı elbette.

Aile bağları konusunu da biraz kurcaladım. Bizde genç çiftlerde karı-koca çalışıyorsa, genelde anneanne-babaannelerin devreye girdiğini, bir bakıcı bulunsa da onların bakım işinde aktif rol oynadığını anlattım. “Bizim yaşlılarımız torun sahibi olduklarında hala dinç oldukları için kendi ikinci hayatlarıyla meşgul oluyorlar, torun bakmaya vakitleri olmuyor” şeklinde bir yanıt aldım ve pek şaşırdım. Oysa, düşününce, yaşam kalitesi yükselip daha uzun yaşamaya başlayınca, insanlar gerçekten de kendilerine meşgale buluyor olmalıydı gerçekten. Tabii yaşlıların son derece yüksek olan refah düzeyi de unutulmamalı. Ayrıca ücretli doğum izninin 20 hafta olması, 32 hafta da ücretsiz izin hakkı bulunması bakıcı ihtiyacını ortadan kaldırıyor (ayrıca babalara da çocuk bakımı için ücretli izin hakkı tanınmış). Evde bakıcı sisteminden çok, bebeklerin bakılabildiği yuvalar devreye giriyormuş. Proje yöneticisi konumundaki bayan Daniela da iki ay önce doğum yapmıştı ve ücretli izin dönemindeydi. Ama proje toplantısı için bebeği öğretmen olan eşine bırakmıştı. İki gün boyunca toplantıları yönetti, aklı hiç de evde değildi.

Bu seyahatten, önyargılarımızın farkında olmanın önemini kavramış olarak, soğuk bir kuzey ülkesinde olsa bile insanların bizler kadar misafirperver olabileceklerini öğrenerek döndüm.


Zehra Eliçin
 
Tekerlekli Sandalye
Üst