DÜĞÜN(öykü)

Sairane

Üye
Üye
Katılım
May 23, 2012
Mesajlar
220
Tepkime Puanı
0
Puanları
16
Salonda muazzam bir kalabalık vardı. Yüksek tondan çalan müziğe eşlik eden gençler pistte basacak yer bırakmıyor, günlük telaşenin yükünü oraya boşaltıyorlardı adeta. Ortalıkta koşuşturup duran çocuklar, kalabalığı iki katına çıkarıyordu. Gelin ve damat, salonun en güzel yerine konumlanmış masada oturuyorlardı. Yüzlerinde günün yorgunluğu, mutluluğun tebessümüyle perdeliydi. Ben, gözlerimi bir piste bir onlara çeviriyor, kimin daha mutlu olduğunu düşünüyordum. Yaz aylarının en güzel zaman dilimini yaşıyorduk. Herkes neşeliydi. İki kişi hariç. Yorgun gözlerim ve gözleri. Uzun yıllar olmuştu onu görmeyeli. Zaman, sessizce kayıp giderken benden ve ondan alıp gitmişti her şeyi. Değişmiş, çökmüştü adeta. Geçmişten hatıra olarak kömür karası gözleri kalmıştı.

Onu burada göreceğimi hiç tahmin etmemiştim. Kalabalığın ve gürültünün tam ortasında, ikimiz de yer açmıştık yalnızlığımıza. Artık, ne gelin ve damadın sevincine ortak olabiliyor ne de düğünün keyfini çıkarabiliyorduk. Şairin dediği gibi, bir felaketten kaçırır gibi kaçırıyorduk gözlerimizi birbirimizden. Huzursuzluğu, kucağında tuttuğu çocuğa sirayet etmiş huysuzlanmaya başlamıştı. Anlaşılan değişen sadece kendisi değildi. Hayatı da çok değişmişti. Yüreğimin derininde bir yerde, bir şeylerin hareketlendiğini hissediyordum. Adını koyamadığım bir şey beni ele geçiriyordu. Beni, bırakıp gitmesine duyduğum öfke miydi bu? Hayır, onun suçu değildi. Bazen, her şeyi yapar insan ama yine de olmaz, olamaz. Çare vazgeçmektedir. Evet, biz de vazgeçmiştik. Öyleyse içimi yakıp kavuran, bu histe neydi böyle?

Pistte dans eden gençlere çevirdim gözlerimi. Kız arkadaşını etkilemek için çeşitli figürler deneyen delikanlılar, kendini naza çeken kızlar… Yapmacık bir neşve ile kendinden geçiyorlardı. Nedense? Onların yıllar sonraki hallerini hayal ettim. Kimisi bu andan itibaren ayrılmayacak, kimisi de bir daha görüşmeyecekti. Belki de, bu yapmacıklığın farkındaydılar. Geçmişi ve geleceği düşünmeden yaşamaktı en doğrusu belki de.

Önce, yüreğimi ele geçiren bu duygu, zihnimin mahzenlerinde dolaşıyordu şimdi. Âşık olduğum kadın, az ileride bana bakmadan oturuyor, bazen yanındakilere eğilerek kısa konuşmalar yapıyordu. Ben, artık felaketimi göze alarak, gözlerini bakışlarımla yakalamaya çalışıyordum. O da bunun farkındaydı. Küllenmiş bir aşkın, yeniden tutuşmasından korkuyordu sanki. Zamanı durdurmak istedim bir an. Etrafımda oluşan, tüm anlamsız hallere, olaylara rağmen zaman hiç geçmesin istedim.

Düğünün sonları yaklaşıyordu artık. Pisttin cazibesi kayboluyordu yavaş yavaş. Alınlarında biriken terleri silen delikanlılar, son bir çaba ile figürlerini tamamlıyor; en yakın sandalyeye bırakıyorlardı kendilerini. Ayakkabı içinde mahvolan ayaklarını ovuşturuyordu genç kızlar. Onlardan geriye, simler ve parlak kâğıtlar kalmıştı miras olarak.

Gözlerimi, boşalan alanın üzerinde dolaştırıyordum. Bilinçli olarak yapıyordum bunu. Yoksa kalbim bu duyguya dayanamayacaktı. Usulca dokundum, tekerlekli sandalyemin kumandasına. Yanımda oturan çocuk, meraklı gözlerle bakıyordu bana. Galiba hayal gücünün doruklarında dolaşıyordu. Belki de, izlediği çizgi filmdeki robot kahramanlara benzetmişti beni. Ona hafifçe gülümsedikten sonra, ilerlemeye başladım. Pisttin tam ortasında durdum. Gözlerini benden kaçıramıyordu artık. O an anladım, benliğimi kasıp kavuran hissin ne olduğunu. Gözlerimiz birbirimize kilitliydi artık. Zamanı durdurmuştum işte. Hayatımın en uzun anıydı.

Salondan çıkarken, adını kimseye söylemediğim bu hisle ilerliyordum: Hasret…

S. Sinan Özer
http://eskicidergisi.com/dugun/
 
Tekerlekli Sandalye
Üst