Düşüncelerin Engeli

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
DÜŞÜNCELERİN ENGELİ​
“Korkuyorum anneciğim ben bu karanlıktan. Neden ışığa koşamıyorum ben? Neden göremiyorum gözlerini, yüzünü, “Yavrum” diyen dudaklarını? Anne, neredesin anne? Beni bırakmıyor anne bu karanlık. Sen kadar yanımda, sen kadar içimde anne bu karanlık, bu ıssızlık. Anne sadece sen ol yanımda, ben istemiyorum bu hiç doğmayan güneşi.”
Dokuz ay karnımda taşıdığım yavrum kucağımdaydı artık. Elif kollarımdaydı. “Anneler hisseder.” derler ya hissediyordum bir terslik vardı. Doktorlar anlamıyordu beni, kimse anlamıyordu. Kızımda bir şey vardı, ama anlayamıyordum.

Zaman hızla geçiyor, Elif büyüyordu. Allah’ım yavrum ne kadar da güzel bir kızdı. Minicik burnu, küçücük ağzı vardı; kömür karası saçları ve yemyeşil gözleri...Gözleri… Hayır kızım bana bakmıyordu, bakamıyordu. Sanki bir hiçlikte geziyordu gözleri. Doktorlar geldi. Bir şeyler konuşuyorlardı ama ben anlayamıyordum. Yüreğim parçalanıyor, içim eziliyordu. Son duyduğum sözler beynimin duvarlarına çarpıyordu. “Göremeyecek.” demişti bir doktor soğuk bir vicdansızlıkla.
Kanım, canım, aylarca karnımda taşıdığım yavrum hayatı boyunca ışığı göremeyecekti. Gökkuşağını mutlulukla izleyemeyecekti. Sevdiği insanın aşkla bakan yüzünü göremeyecekti. Annesini bile bilemeyecekti. Aman Allah’ım tüm bunlar benim suçumdu. Kızımın göremeyişinin tek nedeni bendim. Eşim sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama insan nasıl sakin olabilirdi ki kızının asla göremeyeceğini bile bile. Oda dönmeye başlamıştı etrafımda. Hastane üzerime geliyordu. Boğazım düğümleniyordu Elif’imin geleceğini düşündükçe.

Günler hızla aylara dönüyordu, aylar yıllar… Elif ilkokula başlayacaktı. Mavi önlüğü, bembeyaz yakası içinde çok güzeldi canım kızım. Avucumda kaybolan eli titriyordu korkuyla. Okulun bahçesindeydik. Bir banka oturduk. Ama hayır o oturmamıştı, sanki birisi beni ondan koparacak gibi korkuyla ilişti bankın ucuna. Onu rahatlatmak için çevreyi anlatmaya başladım. Ne zaman yeni bir yere gelse böyle oluyordu minik yavrum. Ben de onu rahatlatmak için etrafımızda gördüklerimizi anlatırdım ona. “Prensesim bak okuldasın. Şu an bir bankta oturuyoruz. Okulun kapısı hemen karşımızda. Bak duyuyor musun kuşların sesini. Ağaç dallarında oturup birbirlerine şarkı söylüyorlar. Yerlerde yemyeşil…” Küçük kızımın sesiydi sözlerimi bölen. “Anneciğim yeşil nasıl bir şey?” diye sormuştu küçük kızım utanarak. Sustum. Ne diyebilirdim ki, hayatı simsiyah bir perdeyi aralayamadan izleyen kızıma. Güçlüyüm sanıyordum; her şeyi aşabileceğimi, kızımın yanında onu her şeyden koruyabileceğimi. Ördüğüm tüm güvenlik duvarlarını yıkan şey kızımın sorusuydu. Tek sorusuyla paramparça olan ben nasıl dayanabilirdim sonrasına?

Yanağımdan düşen gözyaşım elime değdiği zaman kendime geldim. Derin bir nefes alıp hıçkırığımı boğazıma hapsederken “Hadi okula gidelim.” diyebildim sadece. Küçük kızımı sınıfa götürdüğüm anda fark ettim dudağının titreyişini. Ağlamamak için sabrediyordu kızım. Annesinden daha güçlüydü yavrum. Ben onun göremeyişine güvenerek ağlarken, o ağladığını görmemem için zorluyordu kendini. O an fark ettim kızım korkmuyordu benim aksime, yaşamaktan. “Anneciğim.” dedi ve usulca öptü yavrum beni yanağımdan. Sınıfa geçip kızımı masasına oturttum ve onu öpüp uzaklaştım yanından. Ama gidemiyordum. Kapıda durup kızımı izledim. Hala daha ağlamamak için sıkıyordu dudaklarını. Sonra bir şey fark etmiş gibi başını benden tarafa çevirdi. Görürcesine bana bakıyordu kızım. Gözlerini kapıdan ayırmıyordu. Sonra kalktı yerinden usulca ve tam karşımda durdu.
“Anne hadi git artık. Burada beklemene gerek yok, beni korumana gerek yok. Ömrün boyunca beni koruyamazsın. Artık gitmelisin.” dedi. Kızım değil sanki annem gibi durmuştu karşımda. Ben yıkılmak üzereyken üzüntüden, o azimle duruyordu. Hiçbir şey söyleyemeden çıktım okuldan.

Sonradan öğrenecektim bunu nasıl, neden yaptığını. Bedenimiz bir organın eksikliğinde diğer organları güçlendirebiliyormuş. Yavrum beni göremiyor ama kokumu takip edebiliyor, sesleri daha dikkatli duyabiliyordu. Anladım ki ben kızıma iyilik yapmıyordum. O kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken; varlığının toplumun acıdığı “engelli” kalıbına girmeyeceğini haykırıyordu adeta. Biz insanların acıyan bakışlarını görememek hayatına umut ışığı sunuyordu meleğimin. Kızım engelli değildi aslında. Asıl “engelli” ise bir organı eksik diye ona acıyan, onu dışlayan toplumdu. Asıl “engelli” ona acıyarak onu koruduğunu zanneden ama aslında bir korkak olan, yaşamaktan korkan annesiydi.
Söylemeyi unuttum. Elif’im artık yirmi üç yaşında. Bir üniversitede Sosyal Hizmet bölümünde okuyor. O sadece benim değil toplumun tabularını yıkmaya çalışıyor. Kendisi gibi insanlara yardımcı olmak istiyor. Toplumun ona atfettiği “engelli” kalıbını kırıyor ve ben artık kızıma inanıyorum. Onun söylediği çok anlamlı bir söz var:
“Engel insanların vücudunda değil, düşüncelerindedir.”


Rukiye Kübra KARASELVİ

25.12.1993 tarihinde Afyonkarahisar’da doğmuşum. İlkokul eğitimi Afyon ilinin Dinar ilçesinde tamamladıktan sonra lise öğrenimimi Isparta’da yaptım. . Şu anda Adnan Menderes Üniversitesinde lisans öğrenimi yapmaktayım. Daha öncesinde çeşitli kompozisyon ve şiir yarışmalarına katılmıştım. Bu yazdığım ilk öykü. Mesleğimle ilgili toplumsal bir alan olduğu için yazmaya karar verdim. Beni böyle bir alana yönelttiğiniz için teşekkür ederim..
 
Tekerlekli Sandalye
Üst