Ekmek ve Şeker kullanımının ŞİZOFRENİ hastalığına etkileri.

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Selamlar arkadaşlar,

Başlıkla ilgili iki haberi aşağı yağıştırıyorum. Ama benim durumumu açıklamak lazım gelirse: Kasım 2015 ayından itibaren Karatay Diyeti ile yaklaşık on kilo verdim.
Konuyu benzer rahatsızlığa sahip arkadaşların da araştırmasını öneririm.

Saygılar..
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Beyaz ekmeğin ve beyaz undan yapılan gıdaların
sağlıksız olduğunu herkes biliyor. Peki tam buğday
ekmeği sağlıklı mı?
William Davis'in Buğday Göbeği
isimli kitabından sonra bu tartışma daha da kızıştı.

Ama söylemem gerekir ki tam buğday ekmeği
sandığınız gibi çok sağlıklı veya kalp dostu değil. Yeni
yapılan araştırmalar beyaz ekmeğin yanı sıra tam
buğday ekmeği ve ununun da sağlığınıza zarar
verebileceğini gösteriyor

İşte tam buğday ekmeğinin sağlığınıza zararları. Burada tam buğda hakkında yazdığım her
şey rafine buğday için de geçerli:


1)Tam buğdayglutenledoludur
Gluten, buğday ve çavdar veya arpa gibi tahıllarda bulunan temel protein. Adı “glue”
(İngilizce yapıştırıcı) kelimesinden geliyor. Çünkü yapışkan bir yapısı var.
Hamura elastik ve yapışkan yapısını veren gluten. Eğer ıslak bir hamuru elinize aldıysanız ne
demek istediğimi anlamışsınızdır.
Ama sorun şu ki bir sürü insan gluteni tam olarak sindiremiyor.
Bağışıklık sistemi gluteni sindirim sisteminde görüyor ve yabancı maddelerin saldırdığını
sanarak, karşı saldırıya geçiyor. Ve saldırı sadece glutene karşı değil, sindirim duvarına karşı
da yapılıyor.
Bu toplumun %1’ini etkileyen çölyak hastalığının genel özelliği.
Ama ne var ki toplumun çok daha geniş bir kesiminin glutene karşı hassasiyeti olduğunu
gösteren deliller var. Çölyak hastası değiller ama gluten yedikleri zaman bazı sorunlarla
karşılaşıyorlar.
Bazı araştırmalar, çölyak hastası olmayan kişilerde de glutenin sindirim duvarını zedelediğini
ve acı, anemi, şişme, yorguluk ve başka belirtilere neden olduğunu gösteriyor.
Ayrıca gluten, sindirim duvarını zedeleyip daha geçirgen hale gelmesine ve böylece tam
sindirilmemiş besinlerin sindirim sisteminden dolaşım sistemine sızmasına neden olabilir.
Ama önemle belirtmek gerekir ki her insanın buğdaya karşı hassas değil. Bazı kişiler sorun
yaşamadan buğday yiyebiliyorlar. Glutene karşı hassasiyetiniz olup olmadığını anlamanın en
iyi yolu, 30 gün boyunca glutenli gıdaları tamamen kesmek ve kendinizi nasıl hissettiğinizi
takip etmek. Eğer çok daha iyi hissediyorsanız büyük ihtimal glutene karşı bir hassasiyetiniz
var demektir.


2)Tam buğdaykan şekeriniçokhızlıbir şekildeyükseltir
Beyaz ekmek gibi rafine buğday ürünleri çok hızlı bir şekilde
sindirilir ve bu yüzden kan şekerini de çok hızlı bir şekilde
yükseltir. Buna cevap olarak vücudunuz yüksek miktarda
insulin salgılar ve sonuç olarak kan şekeri bir anda çok hızlı bir
şekilde düşer ve böylece karnınız acıkır ve tekrar bir şeyler
yemek istersiniz.
Tam buğday unundan yapılan gıdalar daha fazla lif içerdiği için kan şekerini daha yavaş
arttıracağı düşünülür.
Ama tam buğday ürünleri de her zaman istediğiniz gibi değildir. Genel olarak çok ufak parçalı
un haline getirilirler ve bu da hızlı bir şekilde sindirilip, kan şekerini çok hızlı arttırır.
Glisemik indeks, bir gıdanın kan şekerini ne kadar hızlı
yükselttiğini ifade eder. Ortalama bir tam buğday ekmeğinin
glisemik indeksi 71’dir ve bu da beyaz ekmekle aynı.
Yüksek glisemik indeksli gıdaları çok fazla tüketmek obezite,
şeker hastalığı, kalp hastalığı ve kanserle bağlantılı.
Yüksek kan şekeri, şeker proteinle reaksiyona girince de
komplikasyonlara neden oluyor. Bu duruma glikasyon deniyor
ve yaşlanmanın en önemli nedenlerinden biri.


3)Tam buğdayvücuttanbesinleriçalan maddeleri içeriyor
Kalori başına hesaplarsak, buğday aslında sebzeler veya
hayvansal gıdalar kadar besleyici değil. Ve işin kötü yanı,
vücuttan besinleri çalan bazı maddeleri de içeriyor.
Buğdayın içinde bulunan ve fitik asit adı verilen bir
madde kalsiyum, çinko, demir ve magnezyum gibi
minerallere bağlanıp onların absorbe edilmesine engel olabilir. İşin kötü yanı, tam
buğday, rafine buğdaya göre daha fazla fitik asit içeriyor.
Buğday bütün gerekli amino asitleri içermediği için iyi bir protein kaynağı
sayılamaz.
Glutene karşı hassasiyeti olan kişilerde, sindirim duvarları zedelenebileceği için, tüm
besinlerin absorbe edilmesini de engelleyebilir.
Bir araştırmaya göre buğday lifi, insanların D vitamini depolarını %30 daha hızlı
harcamalarına neden oluyor ve D vitamini eksikliği riskini arttırıyor.


4)Tam buğday tüketimi çeşitli beyin hastalıklarıyla bağlantılı
Araştırmalar, buğday tüketiminin bazı çok ciddi beyin hastalıklarıyla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Gluten ve Serebellar Ataksi Serebellar ataksi,
beyincikteki lezyonlar yüzünden motor fonksiyonlarının bozulmasıdır. Bu hastalığın bir çeşidi gluten tüketimi yüzünden oluşabilir veya daha kötüleşebilir. Buna gluten ataksi denir. Birden fazla araştırma gluten, gluten hassasiyeti ve serebellar ataksi arasında bağlantı olduğunu ve kontrollü bir araştırma ise, gluten yemeye son verince bu hastalarda gelişme olduğunu gösteriyor.
Gluten ve Şizofreni Şizofreni
toplumun %0,3¬0,7 kadarını hayatlarının belli bir döneminde etkileyen çok ciddi bir akıl hastalığı. Çölyak hastalığı, gluten hassasiyeti ve şizofreni arasında çok güçlü bir istatistiki bağlantı var.
Birçok şizofreni hastasının kanında glutene karşı antibadiler bulunuyor. Ve yine bir kontrollü araştırmaya göre bazı şizofreni hastaları gluten yemeyi bırakınca önemli gelişmeler görüyor.
Başka beyin hastalıkları Çölyak hastalığı ve gluten hassasiyetiyle bağlantısı olan diğer hastalıklar otizm ve epilepsi.
Tabi ki buğday veya gluten bu hastalıklara neden olur demiyorum. Söylemek istediğim delillerin, bazı insanlarda glutenin bu hastalıkların oluşmasında pay sahibi olduğunu gösterdiği. Bu durum mutlaka daha fazla araştırılmalı ama buğday yemenin herhangi bir avantajı olmadığını düşünürsek, bence güvenli tarafta durmak daha iyi


5)Tam buğday bağımlılık yaratabilir
Bazı kişiler buğdayın bağımlılık yarattığına inanıyor. Bu kesinlikle ispatlanmış bir şey değil. Ama bazı gözlemler böyle bir iddianın ortaya atılmasına neden oluyor. Gluten proteinleri test tüpünde parçalandığı zaman opioid reseptörlerini uyaran peptitler ortaya çıkıyor. Opioid reseptörleri beyinde bulunan ve eroin ya da morfin gibi uyuşturucular, veya doğal olarak salgılanan endorfin hormonu tarafından uyarılan reseptörler. Teoriye göre, glutenin parçalanmasıyla oluşan peptitler opioid reseptörlerini sürekli uyararak bağımlılığa neden oluyor. Ama bu noktada, bu iddia sadece teorik. Buğdayın bağımlılık yarattığını gösteren kesin bir delil yok. Ama yine de iddianın akla uygun olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü buğdaylı gıdaları yiyen insanların bazıları bu tür gıdaları sürekli yeme isteği yaşıyor ve bazen yeme krizleri geçirebiliyor.


6)Tam buğday küçük ve yoğun LDL kolesterolü arttırıyor
Yüksek LDL kolesterol seviyesinin kalp hastalığıyla bağlantısı bulunuyor. Ama araştırmalar LDL’nin tek bir çeşidinin olmadığını gösteriyor. Görünen o ki LDL molekülünün büyüklüğü oldukça önemli. Daha çok, küçük ve yoğun LDL parçacıklarına (pattern B) sahip olan kişilerin kalp hastalığına yakalanma riskleri daha fazla. Oysa kalp hastalığı riski, daha çok, büyük LDL parçacıklarına (pattern A) sahip olanlarda daha düşük.
Bir randomize kontrollü çalışmada 36 kilolu erkek iki ayrı gruba bölündü. Birinci gruba tam yulaf ve diğer gruba ise tam buğday yenmesi söylendi. Araştırma 12 hafta sürdü ve araştırma sonunda katılanların kalp krizi riski için önem taşıyan kan değerleri ölçüldü. Yulaf yiyen grupta küçük ve yoğun LDL miktarı ve LDL parçacık numarası (bir başka risk faktörü) azalırken; buğday yiyen grupta toplam LDL %8, LDL parçacık numarası %14,2, ve küçük ve yoğun LDL parçacıkları ise tam %60,4 arttı! Buğday yiyen grupta toplam kolesterol ve trigliserit seviyesi de arttı ama fark istatistiki açıdan önemli değildi. Bu araştırmaya göre buğday, kalp hastalığına yakalanma riskini önemli oranda arttırıyor. Ve unutmayın ki burada rafine buğdaydan değil, sağlıklı olduğu sanılan “tam buğdaydan” bahsediyorum.

Sonuç olarak Beslenme uzmanlarının bize sürekli rafine buğday yerine “tam buğday” tüketmemizi söylediklerini duyuyoruz ama bu bence kesinlikle yanlış.


http://www.bodytr.com/2015/02/tam-bugday-ekmegi-saglikli-mi.html
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Psikiyatrik bozukluğa neden
olabilir!

Türk bilim adamlarınca yürütülen çalışmada, uzun süre kullanım sonucunda
fruktozun, beyinde iltihaplanmaya yol açarak, şizofreni hastalığına benzer psikiyatrik
bozukluklara neden olduğu tespit edildi.

İstanbul Bilim Üniversitesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oytun Erbaş, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 2010 yılından bu yana fareler üzerinde "fruktoz" ve "rafine şeker"in
etkileri üzerine yürüttükleri çalışmada, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Aktuğ, Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Taşkıran
ve Ödemiş Devlet Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Hüseyin Serdar Akseki'nin görev aldığını söyledi.

Deneysel sıçanlarda yaklaşık 2 ay boyunca fruktoz kullandıklarını belirten Erbaş, sekiz ha°alık dönem
sonunda sıçanların gösterdiği davranışları incelediklerini kaydetti.
Yüksek miktarda fruktoz alan hayvanların davranışlarındaki değişim hakkında bilgi veren Erbaş,
"Çalışmamızda rafine yani endüstriyel şekerlerin uzun dönem kullanımının vücutta iltihaba neden
olduğunu ve bu iltihabın beyinde şiddetli değişikliklere, şizofreni hastalığına benzer bulgulara sebep
olduğunu saptadık" diye konuştu.
Deneysel sıçanların sergilediği davranışın "hastalık davranışı" olarak adlandırılan terimle açıklayan

Erbaş, şunları kaydetti:
"Bir insan, örneğin farenjit gibi iltihabi hastalık olduğunda hastalık davranışı gelişir. Davranışları ve
uyku düzeni bozulur. Daha çok uyur veya iştahı kesilir. Yüksek dozda fruktoz verilen sıçanlarda da
hastalık davranışına benzer biçimde davranış değişiklikleri saptadık. Fruktoz kullanımı sonucunda
sıçanların beyninde, karaciğer ve bağırsağında meydana gelen iltihaptan daha fazla iltihap oluştuğunu
gördük.
Rafine şeker kullanıldığında vücudun neredeyse tamamında iltihap oluşmakta ve bundan da
en çok etkilenen organ karaciğer ve beyin olmaktadır. İşte bu iltihaba bağlı olarak gelişen birçok faktör sinir hücrelerinde değişikliklere hatta sinir hücresinin bozulmasına ve buna bağlı olarak şizofreni benzeri hastalığa neden olmaktadır."
Yaptıkları araştırmalarda sıçanların beyninde şizofreni hastalığında olduğu gibi değişiklikler
gözlemlediklerini ve davranışlarının değiştiğini vurgulayan Erbaş, "Yüksek fruktoz diyeti alan
hayvanlarda karaciğer yağlanması olduğunu ve yaptığımız psikiyatrik testlerde de aynı şizofrenik
hastalarına benzer bulguların olduğunu tespit ettik" ifadesini kullandı.
Fruktoz ve rafine şekerin şizofreniye benzer bulgulara neden olduğunu deneysel olarak dünyada ilk kez kendilerinin tespit ettiğini aktaran Erbaş, çalışmalarının sonucunu uluslararası prestijli bir dergi olan
"Metabolic Brain Disease"de yayımladıklarını belirtti.
Psikiyatrik bozukluğa neden olabilir! - Milliyet Haber
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Normal şartlarda hem kilo hem şizofreni hem de sigara bağımlılığıyla mücadele eden biri olarak KARATAY DİYETİ, bir taşla iki kuşu vurmamı sağladı. Henüz son darbeyi indirmedim ama elim daha bir güçlü şimdi.
Karatay beslenme tarzıyla kilo sorunum nedeniyle tanıştım; yakın zamanda bu beslenme alışkanlığının psikiyatrik rahatsızlıklara iyi geldiğini de öğrendim.
İlgilenenler için Canan Hocanın dört saat süren bir program videosunu da aşağı yapıştırıyorum.


 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Bir insan, örneğin farenjit gibi iltihabi hastalık olduğunda hastalık davranışı gelişir. Davranışları ve uyku düzeni bozulur. Daha çok uyur veya iştahı kesilir. Yüksek dozda fruktoz verilen sıçanlarda da hastalık davranışına benzer biçimde davranış değişiklikleri saptadık. Fruktoz kullanımı sonucunda sıçanların beyninde, karaciğer ve bağırsağında meydana gelen iltihaptan daha fazla iltihap oluştuğunu gördük.

Rafine şeker kullanıldığında vücudun neredeyse tamamında iltihap oluşmakta ve bundan da en çok etkilenen organ karaciğer ve beyin olmaktadır. İşte bu iltihaba bağlı olarak gelişen birçok faktör sinir hücrelerinde değişikliklere hatta sinir hücresinin bozulmasına ve buna bağlı olarak şizofreni benzeri hastalığa neden olmaktadır.


Kısaca ne yapıyoruz o zaman?

Hayatımızdan 3 beyazı çıkarıyoruz :) şeker, tuz ve un :( Sofralarımızda bize en lezzetli gelen yiyecekler aslında sağlığımıza en çok zarar verenlerdir ilkesine uyarak :(
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Yüksek yağlı beslenme, şizofreni için başarılı bir tedavi olabilir


Genellikle güçlü antipsikotik ilaçlarla kontrol edilen şizofreni, ciddi ve kronik bir ruhsal durumdur. Ancak yeni araştırmalar, yüksek yağlı beslenme ile tedavi edilebileceğini öne sürmektedir.
Bilindiği adıyla ketojenik beslenme, epilepsiyi kontrol altına almak için çoktan beridir kullanılmaktadır ve Avusturalya’daki James Cook Üniversitesi araştırmacıları, bu beslenmenin şizofreni için de aynı etkiyi gösterebileceğini düşünmektedirler.

Bir çok diyette olduğu gibi, bu durum tamamen, glukoza (kan şekerine) dönen karbonhidratlarla ilgilidir. Glukoz, beyinde şizofrenik ataklara sebep olan yolları besliyor gibi görünüyor.

Ancak yüksek yağlı/düşük karbonhidratlı ketojenik diyeti, vücudu, yağ yıkımının ürünü olan ve keton cisimcikleri olarak bilinen, başka enerji kaynaklarını bulmaya iter. Ketonların şizofreniye sebep olan, hatalı işleyen hücresel enerji yollarını atladığı görülmektedir.



Araştırmacıların tahminlerine göre, temel olarak örneğin, et, tereyağı, peynir ve somon yiyen bir şizofreni hastasın, tamamıyla yok olmadıysa dahi, belirtilerinin gerilediğini görmelidir.



Bu beslenme aynı zamanda, antipsikotik ilaçların, kilo alma, kalp sorunları ve tip 2 diyabet gibi, çok kötü yan etkilerine de karşı kıymaktadır.



Ketojenik diyet, bu zamana kadar sadece laboratuar farelerinde denenmiştir ve araştırmacılar bu beslenmenin işe yaradığından emin olmak için, bir süre daha hayvan çalışmaları ve nihayetinde insan çalışmaları yapmak istemektedirler.



Çeviri: Beste Ünsal Pınar

Sağlıklı Yaşıyoruz



Yüksek yağlı beslenme, şizofreni için başarılı bir tedavi olabilir
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Her hastalıkta parmağı var: Candida mantarı
Candida Albicans mantarı, karşılaştığımız hastalıkların çoğunun nedeni olabiliyor. Peki bu mantar ile ilgili neler biliyorsunuz?Candida Albicans mantarı, hayatımız boyunca karşılaştığımız hastalıkların neredeyse tamamının sebebi olabiliyor. Adet düzensizliğinden egzamaya, fazla kilolardan depresyona kadar yüzlerce hastalığı tetikleyici rolü var. En sık başvurulan çare diyet olmakla birlikte çoğu kez tam olarak Candida’dan kurtulmak mümkün olmuyor. Dr. Sinan Akkurt, Candida Albicans mantarını anlattı.

Candida mantarı bir çeşit maya mantarıdır. Konak hücreye girdiklerinde tomurcuklanır ve çoğalırlar. Hiçbir hastalık oluşturmadan çok sayıda candida mantarı ağız, bağırsak, vajina, üst solunum yolu ve deri florasında bulunur. Yani bu floranın doğal bir üyesidir. Fırsatçı patojendir. Yani bağışıklık sistemi güçsüz düştüğünde, candida bulunduğu durumlarda yüzeysel ve derin mantar enfeksiyonlarına sebep olur. Ağız dışında genelde görülen yerler; vajinit, oniko mikoz yani tırnak mantarı, inter trigo (koltukaltı, meme altı gibi kıvrımlı bölgelerde mantar enfeksiyonu), anüsün çevresinde enfeksiyon, akciğer candida enfeksiyonu diye sayılabilir. Daha ileri durumlarda bağışıklık sistemi iyice zayıflayanlarda endokardit, menenjit, beyin apseleri, piyelonefrit ve sistit oluşturabilir. Yayılma yoluna göre de üveyit, özefajit, karaciğer böbrek hastalarında lösemide ve yaşlılarda candida enfeksiyonu böbrek yetmezliğine sebep olabilir. Bunlar haricinde de bebeklerde gördüğümüz pişik benzeri lezyonlara candida eşlik eder. Pamukçuk en sık görülenlerdir.

Neden oluşuyor?

Candida zaten florasında oluşan var olan bir patojendir, mantardır. Maya tipi mantardır. Tek hücrelidir. Ama bir hücre içine girdiği zaman sporlanma dediğimiz çoğalma eğilimine girer. Bizim vücudumuz bu konuda bir denge içindedir aslında. Örneğin bağırsaklarımızın normal florasında da candida örneği bulunmaktadır. Bağırsaklarımızda bizim için faydalı olan bakterilerle beraber yaşar. A, D, E, K gibi bazı vitaminler bağırsaklarda bu bakteriler tarafından üretilirler. Her şeyde olduğu gibi bu bakterilerin de hızlı çoğalması bizim için bir problem teşkil eder. Bu yüzden normal florada bakterilerle candida bir denge halindedir. Hatalı antibiyotik kullanımı, fazla şeker tüketimi, rafine un tüketimi gibi bağırsakta metabolize olan bazı ürünler bağırsaktaki bakteri florasının azalmasına ve candidanın çoğalmasına sebep olur.

Nasıl anlaşılır?

Candida’nın bilinen en önemli belirtileri: Ağızda aft, beyaz pamukçuk hali, kadınlarda beyaz peynirimsi akıntı, bağımlılık derecesinde şeker, ekmek, makarna gibi karbonhidratlı yiyecekleri canın çekmesi, karında şişlik, kabızlık, kronik yorgunluk, rehavet, sabah sinirli uyanmak, yorgun kalkmak, hipoglisemi, huzursuzluk, panik atak, genital bölgede kaşıntı, cinsel istekte azalma, kadınlarda idrarda kötü koku, düzensiz ve ağrılı regl, kramplar, el ve ayak tırnaklarda enfeksiyon, eklemlerde ağrılar, idrarda yanmak sızı, iştahsızlık, ankstiyete atakları, ağlama krizi, burun tıkanıklığı, kaşıntı, ayakta ve vücutta geçmeyen koku, geçmeyen egzamalar…

Hangi diyetler fayda eder?

Candida’yı besleyen gıdaları tüketmemek en doğrusudur. Özellikle bağırsak florasına iyi gelen diyetler fayda eder. Sağlıklı ve organik beslenme şekilleri faydalıdır. Özellikle alkali beslenme tarzı bağırsak sağlığı açısından faydalı olacaktır. Özellikle nane yağı, rezene, tarçın yağı, sarımsak, karanfil, keklik otu, kekik, aynı safa otlarından yapılan karışım, sindirim ve bağırsak sıkıntılarının önlenmesine yardımcı olur ve candida açısından da destek olur. Özellikle rafine şeker, rafine un, glutenli tahıllardan uzak durmak gerekir. Çok mecbur olmadığı müddetçe gereksiz antibiyotik tüketiminden kaçınılmalıdır. Soya fasulyesi ve soya ürünlerinin tüketiminden de uzak durulmalıdır.


Nasıl önlenir?

Vitamin, mineral olarak B, C, E, D vitamini, kalsiyum ve magnezyum destekler. Sarımsak ve elma sirkesi candidanın çoğalmasını engelleyenlerdir. İşlenmemiş doğal deniz tuzları veya himalaya tuzu kullanılabilir. Yine balıkyağı doğru beslenme açısından önemlidir. Hindistan cevizi yağı faydalıdır. Her hastalıkta parmağı var: Candida mantarı - HTHayat
1032570_620x413.jpg
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Değerli Arkadaşlarım,
Bu haberi sizler için kolay okunabilirliği için düzenledim. Biraz uzun. Konu mühim, Haber 2011 tarihli.
Orijinal haline de aşağıdan bakabilirsiniz.
Dikkatlerinize sunarım.:

Prof. Ahmet Aydın: Beyaz ekmeği ağzınıza sokmayın
Ekmek insanların besin ihtiyacının yarısından fazlasını karşılayan bir yiyecek. Kimine göre vazgeçilmez bir besin, bazılarına göre de büyük ölçüde kaçınılması gereken bir besin. Bültenimizin bu sayısında editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın'layaptığımız söyleşinin konusu ekmek.
Hocam Artun Ünsal'ın ?Nimet geldi ekine' isimli harika kitabının başında bakın neler yazıyor.
Ekmeğe "nimet" der Anadolulu. Çünkü ekin, buğday ve ekmek, dünya tarihinde ilk kültür tarımının yapıldığı bölgelerden biri olan Anadolu'da yaşayanların adeta genlerine sinmiştir. Yoksulu da varsılı da, hükmedeni de hükmedileni de doyuran ekmek bir lûtuftur. Tanrılar esip gürleyince onların kızgınlıklarını yatıştırmak için, bol ekin verdiklerinde ise onlara şükür için sunulan adaktır. Bir Musevinin Tanrıya sunduğu ekmek mayasız olmalıdır. Bir Hıristiyan için ekmek İsa'dır. Bir Müslüman için kutsal bir yiyecektir; yere düşünce öpülüp alna götürülecek kadar kutsal. Tür ve pişirme yöntemleri açısından çağlara, ülkelere, bölgelere, yaşayışlara göre farklılık gösteren ekmek, bir kültürel değerdir aynı zamanda. Anadolu tasavvufunda çok önemli bir metafordur. Mevlânâ Divân-ı Kebir'de: "Ey bâtıl ümmet, ekmek için savaşın, ekmeğe koşun..." Ve ekmek, alın terinin hak edilmiş karşılığıdır. Hepimiz biliriz; ekmekler ufalırken, insanlar mutsuzlaşır.
Evet hocam ekmek üzerine yazılmış bu övücü sözlerden sonra sizin Taş Devri diyetinde ekmekten uzak durun ya da mümkün olduğu kadar az yiyin demeniz bir çelişki değil mi? Beyaz un bana anlaşılır geliyor ama kepeği içindeki köy unu, bulgur gibi yiyecekler de mi kısıtlanmalı? Buğday çok besleyici ve vücudumuz için çok gereklidir diye bildik biz bugüne kadar.
Fosil kayıtlarına göre insan ve insansıların en az 8 milyon yıllık bir geçmişi var. Tarım devrimi ise insanlık tarihi için oldukça yeni sayılır. Yaklaşık 10 bin yıl önce Orta Anadolu ve Mezopotamya'da başlamış tarım devrimi. Bazı coğrafi bölgelerde bu devrim daha geç gerçekleşmiş. Hatta halen çok az da olsa dünyada tarım devriminin olmadığı coğrafyalar da var.
Tahıllar göçebe hayattan yerleşik hayata geçmemizi, yani medenileşmemizi sağlamışlar. Avcı-toplayıcı insan grupları ise sürekli besin aradıklarından göçebe olarak yaşamak zorundalar. İşte ancak tahıl gibi aylarca saklanabilecek bir gıdanın olması ile yerleşik hayat başlamış. Ben ne kadar kötülersem kötüleyeyim, tahıllar bugün dünyanın vazgeçilmez bir beslenme kaynağı durumuna gelmiş. Bazılarına göre bu durum, kitlesel açlığın önüne geçebilmesi ve iş imkânları sağlaması nedeniyle kaçınılmaz olarak gerekli. Zaten dünya nüfusu, enerjisinin yaklaşık %50-60'ını tahıllardan sağlıyor. Tahıllar olmasa idi belki de nüfusun yarısı yaşamıyor olacaktı.
Fakat bu dönüşüm birçok şeye mal oldu. Serkan Yimsel dostumun dediği gibi 8 milyon yıldır daha çok et ve yaklaşık 200 bin çeşit sebze ve meyve ile beslenen bir toplumun, 10 bin yıl gibi evrim için kısa bir sürede tahılların baskın olduğu bir diyete geçmesi birçok kronik hastalığın gelişmesine neden oldu (1). Bir bilim adamı esprili bir yorumla söyle ifade etmiş: ?Günümüz insanı tahıllara ve tohumlara o kadar bağımlı hale gelmiştir ki kanaryalardan hiçbir farkı kalmamıştır''.
Hele de son 100 yıl içinde tahılların rafine edilmesi (beyaz un) ve rafine şekerlerin (çay şekeri, früktoz, mısır şurubu) diyete katılması kanser, enfarktüs, kemik erimesi gibi onlarca kronik hastalığı salgın ölçüsünde artırdı. Ama tahılların kronik hastalıkların çoğuna neden olduğu da doğru. İşin ilginci bu hastalıklar daha çok et, sebze ve meyve alabilecek kadar zengin kişilerde görülüyor. Taş devrine dönmemiz mümkün değil ama devrin yemek tarzının aynısı olmasa da benzerini yapabilmek pekala mümkün.
Ayrıca insan vücudu, sindirim sistemi, bir kanarya gibi tahıl tüketmeye elverişli bir yapıda değil. Çünkü kanaryalar milyonlarca yıldır tahıl tüketiyorlar ve genetik yapıları buna göre evrimleşmiş. Hâlbuki evrimde 10 bin yıl nerdeyse hiçbir şey ifade etmez. Bu kısa süre içinde 30 bin genin ancak birkaç tanesi yeni duruma adapte olabilir. İnsan DNA'sının binde bir oranında değişebilmesi için 100 bin yıl kadar bir süre geçmesi gerektiğini söyleyen bilim adamlarına göre bugünün insanının, 50 bin yıl önceki insandan fizyolojik olarak pek bir farkı yok.
Hücresel boyutta en uygun sindirilen ve enerjiye dönüştürülebilen besinler, insanlık evriminde en uzun süre tüketilen besinlerdir. Bu arada süt, tahıl ve baklagillerin evrimsel açıdan yeni gıdalar olduğunu, ancak son on bin yıldır tüketilen gıdalar olduğunu unutmamak gerek. Onun için bu gıdalarla ilgili sindirim ve alerji sorunları çok görülüyor.
Birçok insan ekmeğe çok düşkün. Makarnayı pilavı bile ekmekle yiyen insanlar var. İnsanlar ekmeğe neden bu kadar düşkün hocam, yoksa içinde bir uyuşturucu mu var?
Evet var. Tarım döneminde avcı-toplayıcılıktan çiftçiliğe geçen insanların vahşi davranışları yumuşamış, daha itaatkar ve yönetilebilir hale gelmişler ve sedanter bir hayat yaşamaya başlanmışlar. Böylelikle site devletleri kurulmuş ve medeniyet gelişmeye başlamış. Sitenin başkanı tanrı olarak kabul edilmiş. Onun yanında yüksek bir memur sınıfı ortaya çıkmış. Çiftçileri vahşi insanların saldırısından korumak için bir asker-polis teşkilatı da kurulmuş. O nedenle bu site devletlerine polis deniliyor. Böylece ilkel kommünal düzenden hiyerarşik ve eşitsiz bir toplum yapısına geçiliyor.
Tabii ilginç olan bağımsızlığına düşkün vahşi taş devri insanının nasıl olup da itaatkar bir topluma dönüştüğü. Çünkü taş devri insanının daha sağlıklı bir diyetten daha sağlıksız bir diyette geçmesinin nedenini sadece av hayvanlarının azalması ile açıklamak mümkün değil. Çünkü 10.000 yıl önce son buzul çağının bitmesi ve tarım döneminin başlaması ile otlaklar ve av hayvanlarının sayısı da artmış. Kaldı ki çiftçiliğin avcılıktan daha zorlu bir iş olduğunu da biliyoruz. Üstelik tek ürüne bağlı olmak zaman zaman (kuraklık ve sel dönemlerinde) çiftçilerin aç kalmalarına da yol açmış. Üstelik daha fazla hastalanmışlar ve hatta yaşam süreleri de kısalmış.
Peki niye bu dezavantajlı hayatı seçmişler?
Bütün bu insanları uyuşturan ve itaatkar yapan temel faktörün buğday, yulaf, çavdar, gibi tahıllar, süt ve soyada bulanan ekzorfinler olduğu zannediliyor (2). Buğdayda bulunana glütenomorfin, sütte bulunana ise kazeomorfin deniliyor. Bu maddeler bildiğimiz morfin gibi etkiliyorlar, kişileri uyuşturuyor, konsantrasyon ve davranış bozukluklarına yol açıyorlar. Nitekim otistik ve şizofrenik hastalıkların önemli bir bölümü buğdaydan (glütenomorfin), sütsüz (kazeomorfin) bir diyet uygulandığında önemli iyileşmeler gösteriyor (3).
Son yarım yüzyıl içinde buğday proteini olan glütene bağlı bağırsak ve davranış bozukluğunun (çölyak hastalığı) oranı 4-5 kez daha artmış (4).
Peki bu artışın sebebi ne sizce?
Bence bu artışın birinci nedeni ekmek dışında da aşırı glüten içeren hazır gıdalar (pasta, hazır çorba, soslar, gofretler vb) yememiz. İkinci temel neden günümüzde yediğimiz buğdayın melezleştirme yolları ile gluten içeriğinin artması (5).
Zaten gluten evrimde çok yeni bir zaman sayılabilecek 10,000 yıl önce diyetimize girmiş. Eskiden bununla zar zor baş ederken günümüzde bu yükü kaldırmakta zorluk çekiyoruz. Üçüncü neden de modern rafine gıdaların bağırsak mikrop düzenimizi bozması sonucu faydalı mikropların azalması ve buna bağlı olarak da buğday proteini olan glütenin yeteri kadar sindirilmeden kana geçmesi.
Tabii diğer önemli besinsel morfin kaynağı olan süt ve süt ürünlerini de unutmamak lazım. Buradaki morfin bileşikleri de (kazeinomorfin) pastörizasyon ve özellikle de UHT teknolojisi nedeni ile artıyor. Çünkü bu işlemler sırasında kazeinomorfinleri parçalayacak enzimler de tahrip oluyor. Dikkat ederseniz çok sayıda çocuk UHT'li süt ve süt ürünlerine aşırı düşkün; sanki ilaç bağımlısı gibiler. Klasik yoğurt, kefir ve peynirde bu morfinler az. Çünkü klasik fermantasyon ürünlerinde enzimler tahrip olmuyor.
Birçok bilim adamı problemin aslında tahılların kendisinde değil, onların piyasaya sunulmadan önce işlenmelerine bağlı olduğunu söylemekteler. Günümüzde hâlâ varlığını sürdüren, teknolojinin henüz erişmediği bazı kavimlerin diyetlerindeki yiyeceklerin çoğunluğunu et, taze sebze ve meyveler oluşturmakta. Eğer tahıllar kullanılıyor ise de işlenmemiş veya rafine edilmemiş tahılların tercih edildiğini biliyoruz.
Benim de dâhil olduğum bir grup bilim adamı rafine tahıl (beyaz un) ve şekerin insan sağlığının en büyük düşmanı olduğunu öne sürüyor. Tabii bunun çeşitli nedenleri var. Rafinasyon işlemleri sırasında buğdayın lif, vitaminler ve mineraller açısından en zengin olan tohum özü ve kepeği ayrıştırılmakta; sadece endosperm (nişastalı kısım) kullanılmakta.
Buğday tanesinin de çeşitli kısımları mı var? Ben sadece kepek çıkartıldıktan sonrası aynı zannederdim.
Evet buğday tanesinin çeşitli bölümleri var. Şimdi bu bölümleri göreceğiz.
Tohum özü (rüşeym) vitamin ve mineral bakımından buğdayın en zengin kısmı. Yapısında E ve B vitaminleri, demir ve diğer önemli mineraller, uzun zincirli çoklu doymamış yağlar, protein ve lifler bulunmakta.
Buğday kepeği ise buğdayın koruyucu dış kalkanı. Lif, vitamin ve mineral (özellikle demir, çinko) açısından oldukça zengin.
Endosperm buğdayın ağırlıkça yüzde 80'ini oluşturuyor. Protein ve karbonhidratların büyük bir kısmı bu bölümde. Lif, vitamin ve mineral miktarı çok düşük, pratikte yok kabul edilebilir.
Bilindiği gibi lifler, bağırsak hareketlerimizi düzenleyen çok önemli besin öğeleri. Çoğunlukla beyaz ekmek, ultra-rafine un ve tatlı çöreklerle beslenen kişilerde vitamin mineral eksikliğinin, bazı bağırsak hastalıklarının daha fazla görülmesinin sebebi budur.
Tahıllara yapılan işlemlerden bir diğeri öğütme. Rafinasyon işlemleri sonunda elde edilen endosperm ya da nişasta, büyük çelik değirmenler yardımı ile 3-4 kez öğütülerek beyaz un haline getiriliyor. Bu işlem sonucunda parçacıklar küçüldüğünden emilme hızı da artıyor. Yani beyaz un rafine şeker gibi hızlı emiliyor.
Tabii ekmekteki sorunlar sadece bunlar değil. Ucuza mal etmek için ekmeklerin içine su tutucu maddeler konulabiliyor. Yıllar önce İstanbul Halk Ekmeğin beyaz ekmeği ile piyasadan rastgele aldığımız bir beyaz ekmeği demir içeriği açısından incelemiştik. Halbuki normal şartlarda rakamın aşağı yukarı aynı olması gerekirdi. Demek ki bu ekmeklerin içinde un dışında da maddeler var.Halk Ekmek'in ekmeğinin 100 gramında 0.83 mg demir varken, piyasadan aldığımızdakinde bu miktar 0.25 mg idi.
Başka bir sorun da ekmeklerin beyazlatılması. Kalitesiz sarımsı buğdaydan beyaz un elde etmek için benzoil peroksit (E928) ve potasyum bromat (E924) gibi zararlı maddeler kullanılmakta. Bu maddeler kanser yapıyorlar

Yani insanın ekmeği ile oynuyorlar değil mi?
Tam dediğiniz gibi. Ama bereket ki her fırıncı bunları yapmıyor.
Beyaz ekmeğin zararları anlaşıldıkça insanlar kepek ekmeği yemeğe başladı. Piyasa koyu renkli ekmeklerle doldu. Bunları da yüksek bir fiyata satıyorlar. Koyu renkli bu ekmekler ne kadar doğal?
Diyet yapanların en koyu renkli ekmeği tercih etmesi bir yanılgı. Çünkü kepekli ekmeklerde, ekmek yapabilmek için kepeğin sınırlı kullanımı söz konusu. Kepeğin çok fazla olması durumda ekmek tutmaz. Tutsa bile bağırsaklarda minerallerin emilmesine zarar verir.
Bu ekmeklerin rengi bazılarının o kadar koyu ki resmen kahverengi. Halbuki ?normal? buğday unu hiçbir zaman kahverengi değil, biraz esmer o kadar. Bu durum ?doğalmış? görünümü vermek için ?abartılan? ve ne kadar kahverengi olursa o kadar doğal! olan ekmeklerin piyasayı doldurmasına sebep oldu. Bu renk veren madde başlangıçta pekmezdi, pek zararı yoktu. Ama daha sonra daha ucuz ve daha koyu yapan renk verici kimyasalları kullandılar.
Bakın Prof. Dr. Ayten Altıntaş ne diyor(6);
?Çocukluğumuzda ekmek sorunu yoktu. Bilinen tabii buğday unundan ekmek yapılıyor, yufka ekmeği, tandır ekmeği, tava ekmeği gibi çeşitleri severek yiyorduk. İlkokul çağlarımda ?çarşı ekmeği? modası başladı. Çarşı fırınlarında yapılan beyaz, güzel kabarmış, ekmekler hepimizin iştahını açıyordu. Fırınlara yaklaşıldığında mis gibi ekmek kokuları her yeri kaplardı. Sonra ne oldu bu ekmekler beyazlaştı, hafifleşti, dokusu daha saydamlaştı ve zor çiğnenir bir hale geldi. Bu unlara konulan katkı maddelerinden, içinde undan çok var olan kimyasallardan bahsedilir oldu fakat günlük hayat koşturmaları içinde ve başka bir alternatifimiz olmadığı için bu ekmekleri yemeye devam ediyorduk. Herkes bu isyanlarda idi ki ?Taş fırın ekmeği? , ?Vakfıkebir ekmeği? , ?Köy ekmeği? isimleriyle çıkarılan ekmeklere hücum etmiştik. Bu büyük talep ?abartılmış doğallar?ı yarattı.'
Peki tam ekmek ile beyaz ekmekler arasında ne gibi farklılıklar var?
Ben beyaz ekmeği zararlı bir yiyecek olarak görüyorum. Bir kere kepeği ve rüşeymi çıkartıldığı için çok sayıda vitamin ve mineralden yoksun kalıyor. Tam buğday unu ise kepeği ile rüşeymi ile buğdayın bütün olarak öğütülmesiyle elde edilen un. Tam unda bulanan şeker (nişasta) yavaş emiliyor, hâlbuki beyaz ekmeğin nişastasında bulunan şeker çok hızlı emiliyor. Bu da şişmanlık ve ilgili çok sayıda hastalığa neden oluyor. Üstelik mayalanma usullerinin değişmesi de besleyiciliğini azaltmış durumda.
Türkiye'de birçok insan kişi başına 2 ekmek tüketiyor. Diğer tahıl ürünlerini de düşündüğümüzde neredeyse tükettiğimiz gıdanın dörtte üçünü oluşturuyor. Bu durumda beyaz ekmeğe çok istemesem de ?aptal gıda' diyorum. Biliyorsunuz ekmek kutsal, ama onu kötü yola düşürmüş fakirleştirmişiz. Şimdi de zenginleştirmeye çalışıyoruz. Ama ekmeğimizi vitamin ve mineralle zenginleştirelim mi yoksa organik tam buğday unundan ekşi hamur mayasıyla hazırlanan ekmeği mi tüketelim?
Eskiden yapılanlara baktığımızda, dayanıklı, lezzetli ve besleyici ekmeklerin ekşi hamurlu ve tam buğday unundan yapılmış olup, uygun pişirme yöntemleri ile yapıldığını görüyoruz. Vitamin ve minerallerden çok zengin olan bu ekmekler ekşi hamurlarla mayalanmaktaydı. Şimdi şehre en uzak köylerde bile bu ekmekleri bulmakta zorluk çekiyorsunuz. Artık geleneksel taş fırınlar da azaldı.
Neden böyle oluyor?
Çünkü endüstriyel ekmek üretiminde aslolan en az vakit harcanarak en fazla sayıda ekmek çıkarmak, yani maksimal kar elde etmek.
Bir de organik ekmek meselesi var?
Organik tarımda, tarım yapılan arazinin durumu, sulama yapılan suyun temizliği ve yetiştirmede kullanılan zararlılarla mücadelede insan ve ekolojik şartlara en az zarar veren maddelerin sınırlı kullanımı ve kontrollü şartlarda yapılmış bir tarım uygulaması söz konusu. Bu şekilde yetiştirilmiş bir üründeki besleyici öğeler (vitamin, mineral vb) vücudumuzun tanıdığı, sindirebildiği ve sağlıklı kalmayı sürdürebildiği bir gıda olmalı. Organik tam buğday unu hem besleyici öğeler açısından daha zengin hem de konvansiyonel tarımda kullanılan pestisit (tarım ilacı), insektisit (böcek ilacı) kalıntıları ve hiçbir katkı maddesi içermeyen bir un olarak sağlıklı bir ekmek üretimindeki en önemli ham madde kaynağını sağlayacak.
Birçok beslenme kitabında tam ekmeğin iyi bir vitamin, mineral ve lif kaynağı olduğu yazılı? Ekmek yemesek bunlardan yoksun kalmayacağız mı?
Taş devri diyetine karşı çıkanların önemli argümanlarından biri de bu. Buradan sanki ette, sebze ve meyvelerde bahsedilen besi öğelerinin az olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılıyor ki, bu çok yanlış.
Mesela sebze ve meyvelerde aynı hacimdeki ekmeğe oranla 2-3 kat daha fazla lif var. Üstelik bu lifler ekmekte olduğu gibi erimeyen lifler değil, daha sağlıklı olan eriyen lifler. Tam ekmek aynı kalorideki sebze ve meyvelerden 15 kat daha az kalsiyum, 3 kat daha az magnezyum, 12 kat daha az potasyum, 6 kat daha az demir ve 2 kat daha az bakır içerir. Tam ekmeğin başka bir zararı da içerdiği fitat nedeni ile kalsiyum, demir ve çinko gibi elementlerin emilimini azaltması. Ette bulunan mineraller ise çok iyi emiliyor. Birazda anlatacağımız ekşi hamurdan yapılan ekmeğin fitat problemi daha az.
Sebze ve meyvelerde aynı kalorideki tam ekmeğe oranla 20 kat daha fazla, folik asit, 5 kat daha fazla B6 vitamini, 6 kat daha fazla B2 vitamini, 2 kat daha fazla B1 vitamini bulunuyor. Üstelik ekmekte C vitamini yok denecek kadar az.
Bir başka konu da şu. Tüketilen ekmeğin dörtte üçünden fazlası beyaz ekmek ki bunların vitamin ve mineral içeriği tam ekmeğe göre çok daha düşük. Mesela 100gram tam ekmekte 4 miligram demir varken, aynı miktardaki beyaz ekmekte bu rakam 0.5 miligram.
Ekşi hamur metoduyla ekmek yapılmasının ne gibi ilave faydaları var?
Ekşi hamur, 5000 yıldan daha fazla süredir kullanılmakta. Çavdar ve buğday başta olmak üzere, ekmeklere daha güzel bir lezzet ve koku veriyor; daha önemlisi çok besleyici.
Ekşi hamurların çoğu, un ve su karışımına bir gün önceden hazırlanan olgunlaşmış ve beklerken ekşiyen hamur parçasından bir parça eklenerek başlatılıyor (7). Bu parça saklanma sürecinde, unun kendisinde bulunan laktik asit bakterilerinin metabolik aktivitesi sonucu laktik asit fermantasyonu oluşuyor. Laktik asit bakterileri ve mayanın karbondioksit üretmesi sonucu ekmek hamuru kabarıyor.
Ekşi hamur ürettiği faydalı mikroplarla (probiyotik) gıdadaki çürüme ve patojenik (zararlı) bakterilerin büyümesini engelliyor ya da öldürüyor. Ekşi Hamurlu ekmeğin bir dilimi diğer ekmek türlerine göre çok daha fazla toplam lif içeriyor. Kepekçe zengin ekmeklerin tadı ve ekmek yapısı da ekşi hamur yöntemi sayesinde geliştirilebiliyor
Ekşi hamurlu ekmek, ekmek hamurunun elastikiyeti, mayanın ürettiği karbondioksitin tutulması, ekmek hamurunda aromanın artması (özellikle çavdar hamurunda), küf ve maya çoğalmasını engellemesi ve taze tutması gibi pişmiş ekmeğin raf ömrü ile ilgili pek çok avantaja sahip.
Tam tahıllar potasyum, fosfor, magnezyum, demir ve çinko gibi mineraller açısından önemli bir kaynak. Ancak içerdiği fitik asit nedeniyle bu minerallerin bağırsaktan kana geçmeleri büyük ölçüde engelliyor. Yapılan araştırmalar ekşi hamurla yapılan fermantasyon fitik asit içeriğini % 62 azaltırken, konvansiyonel maya fermantasyonu ise ancak % 38 azalttığını göstermiş. Ekşi hamur bunu fermantasyon sırasında oluşan asidite ile sağlıyor (8).
Peki hangi ekmeği yiyelim hocam?
Bir kere yediğimiz ekmeği azaltalım. Ama yiyeceğimiz ekmeğin cinsi de çok önemli. Öncelikle beyaz ekmeği ağzınıza sokmayın. Yiyecekseniz (ki günde 1-2 dilimi geçmesin) kepekli ekmek ya da tam ekmek olsun. Köy ekmekleri, Trabzon ekmeği, Vakfı-Kebir ekmeği, çavdar ekmeği gibi ekmekleri yiyin. İstanbul Halk ekmeğin çıkarttığı Altın Ekmek (çörek) ideal. Tam un, ruşeym, zerdeçal, kuru üzüm, fındık ve keçi boynuzundan yapılmış. Özellikle öğrenci çantalarına konulacak sağlıklı ve ucuz bir seçenek.
KAYNAKLAR

1.Serkan Yimsel. Bilimmeyen yönleri ile tahıl tüketimi.
2.Greg Wadley, Angus Marti. The origins of agriculture: a biological perspective and a new hypothesis. Australian Biologist 1993; 6: 96-105
3.http://web.archive.org/web/20060209153517/http://www.vegan-straight-edge.org.uk/GW_paper.htmDohan F, Harper E, Clark M, Ratigue R, Zigos V. Is schizophrenia rare if grain is rare? Biological Psychiatry 1984;19: 385-99.
4.Rubio-Tapia A, Kyle RA, Kaplan EL, Johnson DR, Page W, Erdtmann F, Brantner TL, Kim WR, Phelps TK, Lahr BD, Zinsmeister AR, Melton LJ 3rd, Murray JA. Increased prevalence and mortality in undiagnosed celiac disease. Gastroenterology. 2009;137(1):88-93.

Prof. Ahmet Aydın: Beyaz ekmeği ağzınıza sokmayın - Memurlar.Net
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Türk bilim adamları şekerin beyinde iltihaplanmaya yol açarak, şizofreni hastalığına benzer psikiyatrik bozukluklara neden olduğu tespit etti. Çalışmayı yürütenlerden Yrd. Doç. Dr. Oytun Erbaş, yaptığı açıklamada, "Rafine şekerler uzun dönem kullanıldığında vücudun tamamında iltihaba neden oluyor. Bu iltihap sinir hücrelerini değişikliğe, hatta yok olmasına yol açıyor. Bu durumda şizofreni benzeri hastalığına benzer psikiyatrik bozukluklara oluşturuyor" dedi.

1422221240468.jpg


Şeker kullanımı şizofren ediyor - Takvim - 26 Ocak 2015
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Yüksek yağlı beslenme, şizofreni için başarılı bir tedavi olabilir

Genellikle güçlü antipsikotik ilaçlarla kontrol edilen şizofreni, ciddi ve kronik bir ruhsal durumdur. Ancak yeni araştırmalar, yüksek yağlı beslenme ile tedavi edilebileceğini öne sürmektedir.
Bilindiği adıyla ketojenik beslenme, epilepsiyi kontrol altına almak için çoktan beridir kullanılmaktadır ve Avusturalya’daki James Cook Üniversitesi araştırmacıları, bu beslenmenin şizofreni için de aynı etkiyi gösterebileceğini düşünmektedirler.

Bir çok diyette olduğu gibi, bu durum tamamen glukoza (kan şekerine) dönen karbonhidratlarla ilgilidir. Glukoz, beyinde şizofrenik ataklara sebep olan yolları besliyor gibi görünüyor.

Ancak yüksek yağlı/düşük karbonhidratlı ketojenik diyeti, vücudu, yağ yıkımının ürünü olan ve keton cisimcikleri olarak bilinen, başka enerji kaynaklarını bulmaya iter. Ketonların şizofreniye sebep olan, hatalı işleyen hücresel enerji yollarını atladığı görülmektedir.



Araştırmacıların tahminlerine göre, temel olarak örneğin; et, tereyağı, peynir ve somon yiyen bir şizofreni hastası, tamamıyla yok olmadıysa dahi belirtilerinin gerilediğini görmelidir.



Bu beslenme aynı zamanda, antipsikotik ilaçların, kilo alma, kalp sorunları ve tip 2 diyabet gibi, çok kötü yan etkilerine de karşı koymaktadır.



Ketojenik diyet, bu zamana kadar sadece laboratuar farelerinde denenmiştir ve araştırmacılar bu beslenmenin işe yaradığından emin olmak için, bir süre daha hayvan çalışmaları ve nihayetinde insan çalışmaları yapmak istemektedirler.



Çeviri: Beste Ünsal Pınar

Sağlıklı Yaşıyoruz

Çevirisi yapılan kaynak: http://www.wddty.com/news/2016/01/h...successful-treatment-for-schizophrenia-1.html

Çalışma kaynağı: http://www.schres-journal.com/article/S0920-9964(15)30041-4/abstract

JCU linki: https://www.jcu.edu.au/news/releases/2015/december/high-fatlow-carb-diet-could-combat-schizophrenia


68931.jpg

Yüksek yağlı beslenme, şizofreni için başarılı bir tedavi olabilir
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Şizofreninin sonu olabilir!

Avustralyalı bilim adamlarının araştırmasına göre, balık yağı kullananların şizofreniye yakalanma riski daha az.


Balık yağı haplarının şizofreninin gelişimini önleyebileceği belirlendi. Avustralya'daki Melbourne Üniversitesi'nden bilim adamlarının araştırması, 3 ay boyunca omega-3 içeren balık yağı hapı kullananlarda şizofreni belirtilerinin daha az olduğunu ortaya koydu.

Bilim adamları, 13-25 yaşında, şizofreninin ön belirtilerini gösteren katılımcılardan bazılarına 3 ay boyunca balık yağı hapı verdi. Katılımcıların diğer bölümü ise içinde etken madde olmayan haplar (plasebo) kullandı. Bir yıl sonra balık yağı kullananların sadece yüzde 10'una, plasebo alanların ise yüzde 40'ına şizofreni teşhisi koyuldu.

Şizofrenlerin kan hücrelerinde omega-3 gibi yağ asitlerine az rastlandığını hatırlatan bilim adamları, bu durumun beyin hücreleri için de geçerli olabileceğinden yola çıkarak balık yağının beyindeki iltihaplanmayı azaltıp sinir hücrelerinin korunmasını sağlayabildiğini belirtti.


Şizofreninin sonu olabilir!

sizofrenide_balik_yagi_umudu_h6556.jpg
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Umutsuzca, çaresizce yaşanan ve salgın gibi yayılan psikiyatrik hastalıkların kaynağı meğer hasarlı bağırsak florasıymış. Yıllardır, dünyanın her köşesinden binlerce GAPS hastası, bu kitaptaki GAPS Tedavi Protokolüyle bağırsak florasını tedavi ederek sağlığına kavuşuyor... Uzun yıllar ağır psikiyatrik hastalıkları yaşamış biri olarak; ruhun ıstırabının fiziksel acılar kadar şiddetli, dayanmanın da bir o kadar zor olabildiğini öğrendim ve bu hastalıkların insanı hayattan diskalifiye ettiğini ve nasıl istemediği bir kişiliğe dönüştürdüğünü de... Bu kitaptaki GAPS Tedavisini uygulayarak, psikiyatrik hastalıklarımın nasıl iyileştiğine tanık oldum. Bu nedenle GAPS kitabını ülkemize kazandırmak en öncelikli misyonlarımdan oldu. Sevgili GAPS hastaları: Bu kitaptaki GAPS Tedavisiyle kalıcı sağlığınıza kavuşacağınıza ve ruhunuzdaki sancıların dineceğine yürekten inanıyorum! Dualarım sizlerle ve GAPS Tedavisinin yaratıcısı Dr. Natasha'yla!

Pelinsu Zeybek
Adalin Yayıncılık Kurucusu
​Bilgisayar Mühendisi & ICF Akrediteli Yaşam Koçu

Şizofreni

Dr. Natasha Campbell McBride'ın yorumu:
​“Bu mükemmel hikaye için teşekkürler! Bunu söylemek üzücü ama bu hikaye çok tipik: Modern dünyamızda sayısız sayıda çocuk ve genç, şeker bağımlılığı ve akıl hastalıklarından acı çekmekte. Akıl hastalıkları, en düşüğünden, sisli zihin ve konsantrasyon bozukluğu (ve bu yüzden okulda başarısızlık) olabilir veya mod geçişleri, agresif ve mantıksız hareketler, obsesyonlar, depresyon, psikoz ve intihara kadar gidebilir.
J.F. tamamen haklı: İlaç tedavisi cevap değil! Problemin kökteki nedeniyle uğraşmamız lazım: çocuğun bağırsak florası ve beslenme! Eminim artık Alex’in; sağlıklı, normal ve başarılı bir hayat yaşama umudu var!”
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
Dr. Natasha Campbell-McBride; Nöroloji ve Beslenme alanında uzmanlaşmış bir tıp doktorudur. Rusya'da Bashkir Medical University’den bir tıp doktoru olarak mezun olup ardından Nöroloji alanında uzmanlaşır. Nörolog olarak beş yıl ve beyin ve sinir cerrahı olarak üç yıl çalıştıktan sonra, İngiliz eşiyle birlikte İngiltere’ye taşınır. Kısa bir süre sonra da oğluna “otistik” tanısı konur. Oğluna otistik tanısı konulduğu zaman; Dr. Natasha Campbell-McBride'ın, Nörolojik bozukluklarve beslenme arasındaki ilişki üzerine teoriler geliştirmekte olduğu bir dönemdir. Yoğun araştırmaları sonucunda; otizmin, hasarlı bağırsak duvarı ve bozuk bağırsak florası nedeniyle beynin toksinleşmesi sonucunda ortaya çıktığını öğrenir. Geliştirmiş olduğu doğal bir tedavi yöntemiyle oğlunun bağırsak florasını tedavi ederek, otizmini de TAMAMEN iyileştirir.

Ardından, İngiltere’de Sheffield University’ de “İnsan Beslenmesi” alanında da uzmanlaşır. ​2000 yılında, Cambridge’de açtığı kliniğinde psikolojik / psikiyatrik hastalığı olan yüzlerce hastayı, otistik oğlunu iyileştirmek için geliştirdiği doğal tedavi yöntemiyle iyileştirir. Zamanla, geliştirdiği bu doğal tedavi “GAPS Tedavisi”, psikolojik sendromlu hastaları da “GAPS Hastaları” olarak adlandırılır.

2004 yılında, yazdığı ilk kitabı olan 'GAPS Gut and Psychology Syndrome' (GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu) adlı tedavi kitabı yayınlanır. Bu kitap 12 dile çevrilir, satış rakamı 500.000’ leri geçer.. Dünyanın her yanından binlerce GAPS hastası (Otizm, Şizofreni, Epilepsi, Depresyon, Disleksi, Dispraksi, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite) bu kitaptaki tedavi adımlarını uygulayarak TAMAMEN iyileşir.

“GAPS hayatımın eseridir” diyen Dr.Natasha, GAPS’ın dünyaca tescilli markasını almıştır. 2007 yılı sonunda “Put You Heart In Your Mouth”(Kalbini Ağzına Koy) adlı ikinci kitabı yayınlanır. Dr. Natasha Campbell–McBride, dünyanın her yerinde profesyonel konferanslar, seminerler vermekte, sertifikalı GAPS Practitoner'ları yetiştirmekte; sağlık profesyonellerine, hasta gruplarına ve derneklere danışmanlıklar vermektedir. Yazarlar Derneği Üyesi olup, dergi ve bültenlerde sağlık yazıları yazmaktadır.
GAPS
​Bağırsak ve Psikoloji Sendromu
İçin Doğal Tedavi Yöntemi
Dünya, Dr. Natasha Campbell-McBride’ı “otizmin ışığı” olarak tanıyor; çünkü artık, sadece kendi otistik oğlunu iyileştiren doktor bir anne değil, bu kitabıyla dünyanın her bir köşesindeki otistik hastaları da yaşama döndüren bir kahraman o! Üstelik, geliştirdiği GAPS Tedavisi, dünyadaki binlerce psikiya​tri hastasını da iyileştirdiği için, o aslında “psikiyatrinin ışığı” da oldu!​

Yazar Uzm. Dr. Natasha Campbell-McBride Hakkında
 

Edizabi34

Üye
Üye
Katılım
Şub 1, 2018
Mesajlar
176
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Anbem kronik şizofren ikackardan sebep 100 kilo hafif egzersiz yaptırıyorum ekmek yemiyor ama yinede kilolar gitmiyor
 

deadly_sin

Üye
Üye
Katılım
Haz 24, 2018
Mesajlar
55
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
çok sinirli asabi birden parlayan öfke kontrolü zor bir insanın şekeri çok sevmesi ile bir ilgisi olabilirmi sizce??...bitkisel yağla beslenmeyi çoğaltmanın siniri kontrol altına almada ki etkisi olabilirmi olursa da yüzde kaç olur sizce??..teşekkürler
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,053
Tepkime Puanı
91
Puanları
48
[MENTION=21608]deadly_sin[/MENTION]
Merhaba,

Sinirli, ani parlayan biri şekeri kesse de bence yine sinirli olacaktır. Hayatında ters giden birşeyler vardır, hayatında geldiği noktayı beğenmemiştir veya hayatında başka olumsuzlukları/yetersizlikleri vardır ve bence bu konuyla ilgili bir psikologdan yardım istenmelidir. İmkanınız yoksa aşağıya youtube'da sayfası olan, beğendiğim bir psikoloğun adresini yapıştırıyorum. Belki faydalanırsınız.

Ben de sinirli biriydim çok çok önceleri ama insanın sinirlenebilmesi için hayatında sinirlenebileceği birilerinin de olması gerekir; ben yirmi yıldır yalnız yaşadığımdan benimkisi yatıştı artık :)

Bol şanslar..

https://www.youtube.com/watch?v=lMm8mjsPVE0
 

deadly_sin

Üye
Üye
Katılım
Haz 24, 2018
Mesajlar
55
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
unuttum 29 etiketleme nasıl yapılıyor bilmediğimden yapamadımda..ya bendeki olay, haklı olduğuma inandığım bir durumda çoğunluk ne derse o olur mantığı ile karşımdakilerin beni hemen haksız ilan etmeleri ve artı bir de kesin kararmış gibi alaycı bir şekilde gülmeleri,bu durum beni resmen çileden çıkartıyor..bir de adı çıkacağına canı çıksın mantığı vardır ya,bu nasıl olsa sinirli kavga etmişse kesin haksızdır yargılamaları..bunlar beni deli ediyor resmen..neyse hocam ilgi alakana çok teşekkür ederim..
 
Tekerlekli Sandalye
Üst