Engeller Aşılmak İçin Vardır

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Anadolu’nun bağrında bulunan bir köyde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldikten sonra küçük yaşta annemi ve babamı bir kazada kaybetmiş. Babaannem ve dedemin yanında kardeşlerimle birlikte büyümüş, onların sayesinde lise ve üniversite öğrenimimi tamamlamıştım. Üniversite öğrenimim bittikten sonra içimdeki vefa duygusuyla babaannem ve dedemin ikamet ettiği ili tercih etmiştim. Hayatta tek dayanak noktam babaannem ve dedemdi. Tayinim istediğim yere çıkmıştı.

Görev yaptığım okulda şehir merkezinin dışından gelen öğrenciler yatılı olarak öğrenim görüyorlardı. Bu öğrenciler ileri derecede işitme kayıpları olduğu için işaret dili ile iletişim kurulabiliyordu. Öğrenimini bu alanda yaptığım için öğrencilerin içinde bulunduğu ruh halini çok iyi kavrayabiliyordum. Elimden geldiği kadar her türlü konuda karınca kaderince onlara yardımcı olmaya çalışıyordum. Okulda ki öğrenciler istisnalar dışında genelde kırsal kesimden gelen fakir ailelerin çocuklarıydı.

Belli bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra aynı okulda müdür yardımcısı kadrosuna idareci olarak atanmıştım. Ailelerle aynı toprakların insanı olduğumuz aynı kültür ortamında yetiştiğimiz için çok iyi iletişim kurabiliyordum . Birinci sınıfa yeni başlayan işitme engelli bir öğrencinin il milli eğitim müdürlüğünden nakil evrakları okulumuza ulaşmıştı. Üç gün sonra yaşlı bir teyze ile yedi yaşında bir çocuk el ele tutuşmuş halde okula geldiler . Siz kimsiniz , çocuğun nesi oluyorsunuz diye sordum. Yaşlı teyze: “Bu çocuk benim torunum dedi. Kızım kanser hastasıydı dört yıl önce vefat etti. Damadım kızımı hasta halinde bırakıp İstanbul’a gitti. Nerede ne yapıyor bilmiyorum. Şimdi torunumla bu dünyada baş başa kaldık “ dedi. Çocukluğumda yaşadığım duygular ruh dünyamda yeniden canlandı. Bilirdim öksüzlüğün , yetimliğin , ne demek olduğunu hem de çok iyi bilirdim. Çölün ortasında günlerce susuz kalan insanın suyu arzulaması gibi sevgiyi , şefkati ve merhameti arzulamaktı; öksüz ve yetim olmak. Her çocuğun anne ve baba diye seslenmesinde içinde tarifi kelimelerle imkansız bir burukluk hissetmekti ; öksüz ve yetim olmak. Akşam olup ta yatağa girdiğin zaman uykuya dalmak yerine derin hülyalara dalıp hayal aleminde anne ve babanla konuşmak , onlardan sevgi ve merhamet beklemek gerçek dünyaya döndüğün zaman hıçkırıkların boğazında düğümlenip yatağın altında gizli gizli ağlamak demekti; öksüz ve yetim olmak. Okyanus ortasında yaman bir fırtınaya yakalanıp ta sığınılacak salim bir liman arayan gemi misali sığınılacak bir liman aramaktı ; öksüz ve yetim olmak. Ben çok iyi sığınılacak bir liman bulmuştum . Çok şükür veli nimetim babaannem ve dedem bu günlerimi görmüş sağ salim mutlu mesut birlikte yaşıyorduk. Bu çocukta aynı benim gibi sağlam bir liman bulmuştu. Onun adına sevindim. Teyze geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz diye sordum. Yaşlı Teyze: “ Köyde ineklerim ve keçilerim var onların sütünü satarak geçimimi sağlıyorum “ dedi. Anadolu insanındaki bu nevi tevekkülünü şahsına münhasır vefasını ,kadirşinaslığını, özverisini ailemden dolayı çok iyi biliyordum. Dedem ve babaannem bütün bu duyguları şahsıma ve kardeşlerime fazlasıyla yaşatmışlardı. Ailem ve yaşlı teyze , Anadolu insanının bu istisnai özelliklerini temsil eden emsal gibiydi. Uğur’u okula yatılı olarak almamız gerekiyordu. Resmi evrak işleri bittikten sonra eşyalarını yerleştirdik. Öğrenim göreceği sınıfa götürüp öğretmenine teslim ettik. Sıra ayrılık vaktine gelmişti. Ninesinden ayrılacağını anlayan Uğur , ağlamaya başladı. Teyze: Bana bakarak : “Evladım sen iyi niyetli birine benziyorsun. Yavrumu önce Allah’a sonra sana emanet ediyorum , emanetime iyi sahip çık” dedi. Çok duygulanmıştım.

Bu okula göreve başlayalı fakir , yardıma muhtaç ,garip ,saf ,masum ve mazlum Anadolu insanı ile karşılaşmıştım ama bu durum onlardan çok farklıydı. Ortada yetim , öksüz ve engelli bir çocuk vardı. Bunu ancak yaşayan bilirdi. Yaşlı teyze sınıf kapısının camından torununa bakarak ağlıyordu. Yürek dayanacak gibi değildi. Artık sözün bittiği yerdeydik; söz söyleme ye mecalim kalmamıştı. Gönlümdeki bütün duygular , düşünceler sel gibi akan gözyaşlarına dönüşmüştü. İlerleyen günlerde Uğur ile çok iyi anlaştık. Uğur çok zeki , çok başarılı ve çok duygusal bir çocuktu. Uğur’a karşı aşırı sempatim vardı. Çünkü Allah bizi benzer olaylarla imtihan ediyordu. Uğur zaman zaman odama uğrar köye ninesine telefon ettirip benim tercümanlığım aracılığı ile ninesi ile iletişim kurardı. Günler , haftalar aylar ve yıllar ömür denen yolda ilerliyordu. Uğur artık üçüncü sınıfa gelmişti.

Bir sabah saat dokuz civarı odamda ki telefon çaldı. Arayan kişi Uğur’un ikamet ettiği köyün muhtarıydı. Muhtar , Uğur’un ninesinin vefat etiğini cenazeyi bekletmek uygun olmadığı ve aradaki mesafe çok uzak olduğu için Uğur’u beklemeden cenazeyi defnettiklerini söyledi. Çok şaşırıp , afallamıştım. Ayrıca muhtar , Uğur’un köyde hiç akrabası olmadığı için köydeki ineklerin ve keçilerin akıbetinin ne olacağını benden soruyordu. Beni bekle bugün köye gelirim diyebildim. Allah ‘ ım şimdi ben bu durumu bu çocuğa nasıl anlatacaktım. Anlattığım zaman çocuğun ruh dünyasında kopacak fırtınaları tahmin edebiliyordum. Ne yapmam gerektiği noktasında kararsızdım. Bana ne ya çocuğun annesi değilim babası değilim akrabası değilim sorumluluğu babamı ait okulun müdürü var ne yaparsa yapsın diyebilir miydim. Bunu diyebilmekle canavarca hisle masum bir insanı öldürmek benim için aynı değerde şeylerdi. Sonra kendi kendime uzun uzun düşünerek karar verdim. Durumu çocuğa alıştıra alıştıra söyleyecektim. Uğur ‘un yanına gittim. Ninesinin köyde hastalandığını onu görmek istediğini bu yüzden bugün köye gitmemiz gerektiğini anlattım. Uğur bir şeyler olduğunu sezinledi ama durumu tam kavrayamadı. Uğur ile birlikte köye gitmek üzere yola çıktık. Anadolu toprağının bağrı yanık aşığı Aşık VEYSEL ‘in şu satırlarda dediği gibi:

Uzun ince bir yoldayım.
Gidiyorum gündüz gece.
Bilmiyorum ne haldeyim.
Gidiyorum gündüz gece.

Şaşar Veysel iş bu hale .
Kah ağlaya kah güle .
Yetişmek için MENZİLE .
Gidiyorum gündüz gece .


Menzilimize yetişmek üzere gidiyorduk. Ama bu halin sonunun ne olacağını bende bilmiyordum. Uğur yalnız ve kimsesiz ortada kalmıştı. Çok üzülüyordum. Teyzenin ilk karşılaşmamızda söylediği önce Allah’a sonra sana emanet ediyorum sözü omuzlarıma çok büyük sorumluluk yüklemişti. Kendimde çok fazla sorumluluk hissediyordum. Evet okul müdürü aynı gün durumu ildeki çocuk esirme kurumuna üst yazıyla bildirmişti. Sonuçta devletimizin imkanları çok genişti . Uğur, çocuk yetiştirme yurdunda belki de önceki hayatından daha geniş imkanlarla yaşamını sürdürecekti . Peki her şey yoluna girecek miydi. Bilemiyordum. Çünkü Uğur özürlü bir öğrenciydi ve diğer insanlarla iletişim kurması çok zordu. Yurtta her zaman dışlanma ihtimali vardı. Peki bu durum onun manevi dünyasında nasıl tahribatlara yol açacaktı. Zaten anne ve babası sevgisini tam olarak tatmamış öksüz büyümüş birinin bir de bu tür sorunlarla karşılaşması yetişkinlik hayatında telafisi mümkün olmayan travmalara neden olabilirdi. Bu nedenle mutlaka bir aile ortamında yetişmeliydi. Seksen kilometrelik yol boyunca derin düşünceler alemine dalıp içimde tarifi imkansız burukluk hissetim. En çok teyzenin torunu için kıt kanaat imkanlarını sonuna kadar kullanmasını düşündüm. Bu kadirşinaslığı her medeniyet insanı yapabilir miydi. Anladım ki bulunduğumuz alem zıtlıklar alemiydi .Şu fani dünya hayatında her şey zıttı ile kaimdi. Şu dünyada vefasızlık , hodbinlik, egoistlik, bencillik olmasa bu güzel Anadolu insanlarının vefası, diğerkamlığı , kadirşinaslığı bilinmezdi. Gecenin karanlığı olmasa , gündüzün ışığının anlamı anlaşılmazdı. Bunun gibi özürlü ve engelli insanlar olmasa sağlık ve sıhhatin bir değeri olmazdı. Evet Allah’ ın bazı insanları özürlü ve engelli yaratması diğer insanların kendi içinde bulundaki nimetlerin değerini anlaması içindi. Elbette yüce yaradan bizden daha adil ve merhametliydi. Hayat bu dünyadan ibaret değildi . Özürlü insanlara diğer hayatlarında bu dünyadaki külfetlere karşı hangi nimetlerle mükafatlandıracağını ancak yaratan bilirdi.

Köye ulaşmıştık kapının önünde kalabalık vardı. Uğur olayı kavradı ağlamaya başladı. Sonra boynuma sarıldı Birlikte ağladık. Teyzenin mezarına gidip dua ettik. Uğur ‘un duyduğu ıstırap ve acıyı hissedebiliyordum. Ama ölüm olduğu kadar hayatta vardı. Köyün muhtarı ve ileri gelenleriyle durumun müzakeresini yaptıktan sonra, yaşlı teyzeden kalma inek ve keçileri satmaktan başka çare olmadığını anladım. Uzun süren pazarlıklardan sonra uygun bir fiyata hayvanları sattım. Parayı peşin aldım. İki odalı kerpiçli köy evini belli bir düzene koyduktan sonra kapısını kilitleyip şehir merkezine hareket ettik.

Uğur ‘u gerçekten çok seviyordum. Ailem ile uzun süren istişareler sonunda Uğur ‘u evlatlık olarak almaya karar verdik. Artık bu çocuk sıcak bir aile ortamında sevgiye hasret kalmadan büyüyecekti. Bir çocuk için birde bu çocuk engelli ve özürlü ise aile hayat demekti.


SON.



ESER SAHİBİ:
ADI SOYADI:Mehmet KÖMÜR

ÖZGEÇMİŞ
1977 yılında Sivas‘ın Kurtlapa köyünde doğdum. İlköğretimi doğduğum köyde ortaöğretimi Sivas merkezde tamamladım. Üniversite öğretimini ise Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi İşitme Engelliler Öğretmenliği alanında yaptım. 1999 yılında Sivas Merkez Buruciye İşitme Engelliler İlköğretim Okuluna öğretmen olarak atandım. Halen aynı okulda müdür yardımcısı olarak görevime devam etmekteyim.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst