Engelli Bensem Engelleyen Kim?

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Bugünde farklı bir gün değildi benim için. Yine güneşin gökyüzünde kızıl rengini bıraktığı bir zamanda yola koyulmuştum. Son işimden ayrılalı iki ay olmuştu neredeyse. İş aramaktan bıkmıştım ve üstüne üstlük paramda tükeniyordu artık. Anladım ki bu hayatta paran yoksa bırak insanı kuşları bile tutamıyorsun yanında. Şu hayatta sadece kuşlarım vardı dertlerimi paylaştığım. Onlarda yok artık. Onlar için balkonuma ekmek kırıntısı bile bırakamayacak durumdaydım. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de engelliydim. Bazen neden ben diye soruyorum kendime. Bazen de seni farklı kılan bu, neden bundan gocunuyorsun ki diyorum. Öyle ya insan olmanın gereğidir farklı olmak. Kimisi içine kapanıktır, kimisi çirkin, kimisi yetimdir, kimisi hasta ve herkesin bir noksanı vardır benim de ayaklarımdı noksanım.

Bazen işsiz olduğuma mı yalnız olduğuma mı üzüleyim bilemiyorum. Önce işim ve param olmalıydı yalnızlığıma son vermek için. Masa başı bir iş bulmalıydım çünkü koltuk değneklerim olmadan yürüyemiyordum. Son çalıştığım yer patronumun vefatından sonra çok geçmeden iflas etmişti ve bende doğal olarak işsiz kalmıştım. Pazarlamacı olarak çalışmak istiyordum çünkü insanlarla olan iletişimim iyiydi ve sadece telefonla bir çok işi bağlayabiliyordum. Açıkçası kendimi bu iş için yaratılmış hissediyordum. Son çalıştığım yerde ziyadesiyle hoşuma giden, beni gülümseten bir durum vardı ki tüm engelli kardeşlerimin bu anlara tanıklık etmesini isterdim. Bin bir zahmetle, dil dökmeyle bağladığım “kibirli” iş adamları şirkete gelip beni gördüklerinde beş ila on saniye gözlerini kırpmadan bana bakıyorlardı. O zaman diliminde, kendi kafalarınca 2.sınıf insan olarak düşündükleri benim yaptıklarımı ve nasıl hayata pozitif baktığımı görünce kendilerini muhasebe ettiklerini anlayabiliyordum. Beni kendilerinden daha üstün biri olarak düşündüklerini görebiliyordum. Tabi bu da beni çok mutlu ediyordu. Sonra o telefonda görüştüğüm kibirli adamlar, bir anda mütevazi bir kişiliğe bürünüyorlardı. Ne büyük değişim değil mi? Bu adamlara saatlerce kibirli olmamaları gerektiğini anlatsan şu kadarcık zamanda kat ettiğin yolu kat edemezsin bence. Satıştan sonra bazılarıyla o kadar çok muhabbet ediyorduk ki rahmetli bana uzaktan kaş göz işareti yapıp adamı göndermemi istiyordu. İşte tüm bu güzellikler hayata tutunmamı sağlıyordu. Şimdi ise işsizim ve zor zamanlar geçiriyorum. Ama bugün nedense farklı hissediyordum. Bugün bulacaktım sanki beni bir yerlerde bekleyen işimi. İlanını okuduğum işyerinin bulunduğu yere gelmiştim bile. Hemen içeri girdim heyecanla. ‘’İş ilanınız için gelmiştim” dedim sekretere. Sekreter: “Şöyle oturun, sizi bir dakika bekleteceğim” dedi. Heyecanlı bekleyiş başladı benim için. Hafif kır saçlı, ellili yaşlarda, gri takım elbiseli bir adam, odasından çıkan iki adamı kapıya kadar uğurladı. Onun işyeri sahibi olduğunu o zaman anladım. Sonra sekreter, beni göstererek ilan için geldiğimi söyledi. Adam bana seslendi:
-Gel bakalım evlat içeride konuşalım.

Anlamıştım kesin olumsuz cevap verecekti bana. Öyle bir “gel bakalım evlat” dedi ki bezgin bezgin içeriye geçmeden cevabımı almıştım zaten ben. İçeri geçtik, öz geçmişimin bulunduğu dosyayı verdim ve karşısına oturdum. Bana baktı ve şöyle söyledi :
-Şimdi lafı dolandırmak istemiyorum seninde fazla vaktini almak istemiyorum. Benim pazarlamacı olarak işe alacağım eleman müşterilerle yüz yüze konuşmalı. Yani müşterilerin ayağına gitmeli. Senin durumunda ki engelli biri bunu yapamaz o yüzden kusura bakma.

Bu cevaptan sonra sarsıldığımı sakın düşünmeyin. Çünkü ben bu cümleleri ayağımı kaybettiğim zamandan beri işveren herkesten duyuyordum.
-Engelli olduğum konusunda hem haklı hem haksızsınız efendim. Engelliyim çünkü insanlar benim işe girmeme engel oluyor, benim bu engelleri aşmam gerekiyor ve engelli değilim çünkü herkesin eksik olan bir özelliği muhakkak vardır; sizin de gördüğünüz benim bir eksikliğim.

Bu cevabı beklemiyordu yaşlı adam. Tebessümle ve babayiğit bir tavırla: “Hımm demek herkesin eksik bir tarafı var.” Meraklı bir şekilde: “Benim eksiğim nedir peki evlat?” dedi Sorunun cevabı cesaret istiyordu ve kaybedecek bir şeyim de yoktu. “Şu kapıdan girdiğimden itibaren sizde gördüğüm eksiklik “önyargı” efendim. Önyargılı davrandınız ve bana hiçbir şans vermediniz.” dedim. Adam sözlerimin üzerine kaşlarını biraz çattı ve kinayeli bir şekilde: “Ağzın iyi laf yapıyor genç adam gerçekten haklı olabilirsin” dedi. Adama: “ Peki efendim size bir şey sormama müsaade edin” dedim. “Şimdi eğer benim ayaklarım tutsaydı işe alınmış olacak mıydım?” Adam dosyama baktı ve: “Evet seni işe alabilirdik” dedi. Beklediğim cevap gelmişti ve bu fırsatı doğru cümlelerle iyi değerlendirmeliydim. “Öyleyse efendim sizinle bir anlaşma yapabiliriz.’’ dedim. Adam şaşkın bir şekilde: “Ne anlaşması?” diye sordu. “Beni şirketinizde bir hafta ücretsiz bir şekilde çalıştırın sadece telefonla size neler yapabileceğimi göstereceğim. Böylece kaybedeceğiniz hiçbir şey olmayacak hatta bedavadan sizin için bir hafta çalışacağım” dedim. Adam bu teklifimi şüpheli bakışlarla kabul etti ve: “Peki öyleyse görelim bakalım neler yapabiliyorsun” dedi. Çok mutlu olmuştum bu cevap üzerine. İşyerinden ayrılıp evin yolunu tutmuşum. Koltuk değneklerimi bırakıp koşmak istiyordum umarsızca. Hayır biliyordum koşmakta yetmeyecekti bana uçamam lazımdı ki şimdiye kadar hep dertlerimi anlattığım kuşlarla bu mutluluğumu paylaşabileyim.

Eve geldim ve uyuyamamıştım bir türlü. Heyecandan mı yoksa üzerimde olan elime geçen bu şansı değerlendirme baskısından mı bilemiyorum. Sabah olmuştu ve tam vaktinde iş yerindeydim. Koltuğum, masam ve telefonum vardı. Daha başka ne isteyebilirdim ki. Heyecan ve sabırsızlıkla başladım telefon görüşmelerine. Tüm gün boyunca patronum tarafından gözlenmiştim. Odasına girip çıkarken adımlarını yavaşlatarak nasıl çalıştığımı merakla izliyordu. Mesai saatim dolunca yanıma patronum geldi ve “Ee nasıldı günün bakalım kaç kişiyi müşterimiz yapabildin” diye sordu. “Maalesef bugün şansım pek yaver gitmedi efendim” dedim. Bunun üzerine adam: “Pek bir beklentim yoktu zaten senden iki günün daha veriyorum sana iyi değerlendir.” dedi. Hafif bir tebessümle “sadece 14 kişi efendim üzgünüm” dedim.” Adam kendinden geçti ve: “Dalga mı geçiyorsun sen benimle birde 14 kişiymiş! Sen telefonla günde 5 müşteri bağla ben bu bıyıkları keserim be!” dedi. O an diğer çalışanlarda kıkırdamaya başladı çünkü patronlarının bıyıklarının gideceğini biliyorlardı. Dediklerimin doğru olduğunu görünce hem şaşırmıştı hem de söylediği sözden dolayı kendine kızıyordu. Ertesi gün bıyıksız haliyle hızlıca odasına girdi ve gün boyunca odasından çıkmadı. Beni yanına çağırttı biraz tedirgindim açıkçası. Kapıyı tıklattım ve içeri girdim.
-Buyurun efendim beni istemişsiniz.

-Gel bakalım otur şöyle. Senin durumunda biri için yaptıkların taktire değer şeyler. Bu bıyıkları belki 40 senedir kesmemiştim! Ama sen bana sadece bıyıklarımı kestirmedin, bunca yıllık düşüncelerimi de kestirdin. Beni bu yanlış düşüncelerden kurtardın.
Ağlamaya başlamıştı bizim katı kalpli sandığımız yufka yürekli adam. Daha fazla dayanamadım adamı öyle görmeye ve ona değerli biri olduğunu söylemek istedim.
-Efendim sizde taktire değer bir insansınız ki hatalarınızı anlamışsınız. Gözüne de soksanız çoğu insan bunu anlamıyor. Bizlerin engeli sizlerin kafasında sadece. İnsanlar bizlere yarım adam muamelesi yapıyor. Böyle olmasaydı belki şimdiye kadar üst makamlarda benim durumumda olan birçok arkadaşımız olurdu. Sizin gibi işverenler bizlere inanmalı ki bizler bir şeyleri başarabilelim.

-İlk görüşmemde dediğin doğruydu evlat. Sizlerin engeli bizleriz. Her şeyden evvel sizler benim gibi adamlara rağmen bu hayata tutunuyorsunuz bu bile taktir edilmesi gereken bir durum. Umarım ömrün dilediğin güzellikler içerisinde geçer. Ben ve şirketim bu dünyadan göçene kadar elemanımsın artık; senin gibi başarılı birini hayatta bırakmam.
Birbirimize karşı kurduğumuz bu sıcak, içten cümleler dostluğumuzun temelini oluşturmuştu. O iyi bir eleman aldığı için mutluydu ben ise iyi bir iş bulduğum için mutluydum artık.

Adı: Serkan

Soyadı: Aslan


Özgeçmiş: 1991 yılında Kütahya’da doğdum. Beslenme ve Diyetetik bölümü 4.sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatımı sürdürmekteyim. Duygularımı ve düşüncelerimi yazıya dökerek anlatmaya meraklı ve hevesli birisiyim.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst