Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Özürlülük Politikaları Ve Özürlüler..;
Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Özürlülük Politikaları Ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı Açısından Değerlendirilmesi;
Seçim öncesi mırıldanılan ve seçim sonrası gün yüzüne çıkarak Özürlüler İdaresi’nin kapatılması ve sonrasında yaşanacaklar gündemin ilk sıralarına oturdu. Tartışmalar büyürken ve bundan sonra ne olacak soruları artarken Yasadikca.com yazarımız Mehmet Kızıltaş’ın kaleme aldığı
‘ÖZİDA Kapatılıyor Sessiz Sedasız’ başlıklı yazısı ile ÖZİDA’nın akibeti ile ilgili merak edilen tüm sorulara cevap verirken Spina Bifida Derneği Ankara Şube Başkanı Selma Çalık’ın farklı açıdan kaleme aldığı ve bizlerle paylaştığı ÖZİDA gerçeği yazısını Okur Temsilciliği’nde sizlerle paylaşıyoruz.
Özürlü kişiler geleneksel olarak korunmaya ve bakıma muhtaç kişiler olarak görülen bir toplumsal kesim olmuştur. Dünyada ve ülkemizde özürlü kişilerin yıllardır verdikleri mücadeleler sonucu özürlülüğün insan çeşitliliğinin ve zenginliğinin bir parçası olarak görülmesi ve özürlü olmayan insanlarla eşit haklara sahip yurttaşlar olarak toplum içinde yer almaları konusunda önemli yollar kat edilmiştir.
Bu mücadeleler uluslar arası toplumda da karşılığını bulmuş ve 1982 yılında Birleşmiş Milletler tarafından özürlü kişilerin fırsat eşitliğini sağlamak amacıyla “Özürlüler Eylem Planı” hazırlanmıştır.
Özürlü kişilerin toplumun diğer kesimleriyle eşit haklara sahip bireyler olarak görülmesi, ancak yıllardan bu yana süregelen ayrımcı duygu, düşünce, tutum ve davranışlar yüzünden toplumun diğer kesimleriyle engelliler arasında açılan uçurumun hızla kapatılması için tüm sektörlerin, disiplinlerin ve sosyal tarafların üzerine sorumluluk düşmekte, bu sorumlulukların yerine getirilmesi için koordinasyon kurumlarına ihtiyaç duyulmuştur. Bu doğrultuda Özürlüler Eylem Planında için ülkelerin bir koordinasyon kurumu kurmaları öngörülmüştür.
Birleşmiş Milletlerin bu önerisi ile ülkemizde 1982 yılında Çalışma Bakanlığına bağlı Sakatları Koruma Milli Koordinasyon Kurulu oluşturulmuştur. 1997 yılında ise 571 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Başbakanlığa bağlı Özürlüler İdaresi Başkanlığı kurulmuştur.
Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın kuruluş amacı; özürlülere yönelik hizmetlerin düzenli, etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesini sağlamak için ulusal, uluslararası kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak, özürlüler ile ilgili ulusal politikanın oluşmasına yardımcı olmak, özürlülerin problemlerini tespit etmek ve bunların çözüm yollarını araştırmaktır. Başkanlığın görevlerini yerine getirirken, eşit katılım, ulaşılabilirlik, fırsat eşitliği ve karar süreçlerine özürlü kişilerin tam katılımının sağlanması ilkelerini esas alması öngörülmüştür.
Ülkemiz Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 13 Aralık 2006 tarihinde kabul edilen Engelli Kişilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeyi 30 Mart 2007 tarihinde imzalamış; 3 Aralık 2008 tarihinde TBMM tarafından onaylayıp, Resmi Gazetede yayınlayarak 28 Ekim 2009 tarihinden itibaren yürürlüğe koymuştur. Sözleşme artık, herkes için bağlayıcı iç hukuk metnidir. Sözleşmenin Uluslar arası Uygulama ve Denetim başlıklı 33. maddesi aynen şöyledir;
1. Taraf Devletler kendi örgütlenme biçimlerine uygun olarak mevcut sözleşmenin uygulanmasıyla ilgili konular için hükümet içinde bir veya daha fazla kilit nokta tahsis eder ve hükümet içinde farklı sektörler ve farklı düzeylerdeki konuyla ilgili faaliyetlerin teşvik edilmesi için koordinasyon mekanizması kurar.
2. Taraf Devletler, kendi bünyeleri içerisinde, işbu Sözleşmeyi teşvik ve temin edip düzeltmek amacıyla kendi yasal ve idari sistemlerine uygun olan ve bir veya daha fazla bağımsız mekanizmayı içeren bir yapı bulundurur veya kurar ve bu yapıyı güçlendirir. Taraf Devletler bu yapıyı kurarken, insan haklarının teşviki ve korunması için ulusal kurumların statü ve işleyişine ilişkin ilkeleri de gözönünde bulundururlar.
3. Taraf Devletler, başta engelliler ve onları temsil eden kuruluşlar olmak üzere sivil toplumun denetim sürecine tam katılımını sağlar.
Görüldüğü gibi Engelli Kişilerin Haklarına İlişkin Sözleşme de ülkelere özürlülük konusunda çalışacak bir koordinasyon mekanizması kurması yükümlülüğünü getirmektedir. Ayrıca bağımsız denetim birimleri kurulmasını teşvik etme görevi vermektedir.
Özürlüler İdaresi Başkanlığı çeşitli eksiklikleri, uygulamadan ve yönetsel yapılardan kaynaklanan sorunlarına rağmen uluslar arası sözleşmelerin öngördüğü koordinasyon birimi olarak önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Bu yapının özürlü kişilerin insan haklarını koruma ve geliştirmesi amacına uygun yapılandırılması gerekirken 633 sayılı KHK ile kapatılmış, kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı içinde “Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü” içine sıkıştırılmıştır.
Bu bakanlığın temel amacı sosyal hizmet ve sosyal yardım çalışmalarını yürütmek olup, toplumun dezavantajlı kesimlerinin tamamını yalnızca “sosyal hizmet ve sosyal yardıma” ihtiyacı olan bireyler olarak gören bir yaklaşım içindedir. Özürlüler ise ayrı bir grup olarak dahi ele alınmayıp yaşlılarla birlikte sosyal hizmet ve bakım ihtiyacı olan grup olarak ele alınmıştır. Yukarıda bahsedilen koordinasyon görevi görev tanımları içinde yer almakla birlikte sosyal hizmet, yardım ve bakımı düzenleyen icracı bir kuruluşun bu görevleri yerine getirmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Özürlü kişileri sosyal hizmet ve sosyal yardım ihtiyacı olan bireyler olarak görüp bu politikaların içine dahil etmek, özürlü kişiler için “özel” hizmetlerin ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesi ve bu hizmetlerin bir elden yapılması gerektiği anlayışını kuvvetlendirmektedir.
Sosyal hizmet ve sosyal yardım; ihtiyacı olan tüm bireyler için temel bir hak olmakla birlikte, özürlü olmakla yardıma ve bakıma muhtaçlığı eş değer tutmak toplumsal dışlanmanın en önemli araçlarından biridir.
Ülkemizde özürlü kişilerin hakları denildiği zaman pozitif ayrımcılık, sosyal hizmet ve yardım hizmetleri anlaşılmaktadır. Özürlülük politikalarının ana eksenini bu yaklaşımların oluşturması özürlü kişilerin üreten değil tüketen kişiler olması, siyasi olarak kullanılmaya ve manipüle edilmeye uygun bir kitle haline gelmesi riskini de beraberinde getirmektedir.
Sonuç olarak özürlülük çalışmalarının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı içinde yaşlılarla birlikte konumlandırılması özürlü kişileri dışlamaya, ayrımcılığı artırmaya yönelik bir yaklaşım olup, ülkemizin geldiği noktayı en az 30 yıl geriye götüren bir uygulamadır ve bu yeni yapılanma açıkça ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELERE AYKIRIDIR.
Öte yandan yeni yapılanma ile kapatılarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı içine dahil edilen Kurumlarda çalışan personele yönelik ciddi bir mağdurlaştırma söz konusudur. Bugüne kadar bu Kurumlarda Şube Müdürü, Müdür vb. orta düzey yöneticiler “araştırmacı” kadrosu adı altında oluşturulan bir kadroya atanmış sayılmaktadırlar. 657 sayılı yasanın öngördüğü biçimde Kurum içinde uygun görevlere atanma hakları dahi ellerinden alınmıştır.
Bu kadro başka kurumlardaki uygulamalara da bakıldığında görev tanımları net olmayan, atıl ve amirlerin inisiyatifine bırakılan bir kadro olmuştur. Bugüne kadar yöneticilik yapmış, bilgi, deneyim ve birikim sahibi kişilerin kendilerine bağlı çalışan ve yetiştirdikleri personelin altına düşüren bu uygulama açıkça pek çok “mobbing” kurbanı yaratacak bir uygulamadır. Bu kadrolarda çalışan kişilerin maaşları dondurulmakta, yıllarca memur maaşlarına gelen zamlardan yararlanamamaktadırlar. Ayrıca taşraya gönderilme durumu ile karşı karşıyadırlar. Bütün bunlar göz önüne alındığında, bu kadronun temel amacının bugüne kadar olağan yollarla tasfiye edilemeyen personelin tasfiyesi olduğu açıkça görülmektedir.
633 sayılı KHK’nin personel rejimine bakıldığında çok ciddi ayrımcılık yapıldığı da görülmektedir. Daire başkanı ve üstü yönetim kadroları ile Aile ve Sosyal Politikalar uzmanları kadro karşılığı sözleşmeli statüsüne geçirilerek maaşlarında 2000 lirayı geçen artış sağlanırken, psikolog, sosyal çalışmacı, çocuk gelişimci vb. yıllarca bu kurumlarda hizmet veren ve uzmanlarla aynı işi yapan personel ve kurumların yapı taşları olan idari personele yönelik hiçbir iyileştirme yapılmamıştır. Bakanlık içinde bir kast sisteminin oluşmasına yol açacak bu uygulama açıkça insan haklarına aykırı ve ayrımcı bir uygulamadır.