Engelli komşudan öğrenmek...

İskender Durgun

Üye
Üye
Katılım
Eyl 4, 2010
Mesajlar
599
Tepkime Puanı
0
Puanları
16
Yaş
57
“Torba yasa teklifi” etrafında tartışmalar, bir bakıma halı altına süpürülmek istenen problemli yasa tasarılarının en azından bazılarının –belki umulanın aksine- daha dar bir aralıkta olmaktan kaynaklanan bir cisimleşme yüzünden, incelikleriyle görülmesini sağladı. Engellilerin iş hayatındaki konumlarının nasıl belirleneceğine ilişkin görüş ayrılıklarında olduğu gibi.

İki zıt görüşün ilki, İslami bir çizgiye sahip bir kişilikten, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’den geliyor, ne yazık ki… Dinçer’e göre torba yasa teklifine giren engellilerin istihdamı, aynı mekânlarda daha randımanlı ve elverişli olacaktır. Dinçer, özellikle bankalardan gelen şikayetler üzerine engellileri karma iş ortamlarından çıkartan, böylelikle sadece engellilere dönük çalışma ortamları oluşturmayı amaçlayan bir kanuni düzenlemeden yana. Buna karşılık AKP’li âmâ milletvekili Lokman Ayva, engelli çalışanları bir araya getirmeye dönük tasarıda bir toplama kampı ideali görüyor, haklı olarak.

Sayıları yedi-sekiz milyonu bulan fiziksel engelli vatandaşlarımızın ihtiyaç duyduğu sosyalleşmede karma iş yeri uygulamalarının önemi açık. Engellilerde potansiyel olarak mevcut olan açık alan korkusu, tek normlu iş yeri mantığıyla daha da güçlenecektir kesinlikle. Kendini sağlam sayan insanların normlarına göre oluşturulmuş iş alanları da, engellilerin görünmezliğini artıran yapısını katılaştırmayı sürdürecek bu mantıkla.

Çünkü sanırım randıman hesaplarıyla engellileri karma iş yerlerinden soyutlamaya çalışan devlet adamları, kendilerini bir engellinin yerine koymayı akıllarına getirmeden sürdürüyorlar tartışmayı. Oysa, Ahmet Taşgetiren’in “Dinçer ile Ayva Arasında” başlıklı yazısında dile getirdiği gibi, yanı başlarında bulunan Lokman Ayva engelli olarak toplumsal alana çıkmanın maliyetinin fazlasıyla farkında.

Bir engellinin dünyasına girmek için çoğu zaman onun bizim gözümüze dikkatimizden kaçmayacak şekilde çarpmasını mı beklememiz gerekiyor… Birkaç yıldır İranlı kimyasal silah malûlleri üzerinden, engellilere hayatı zorlaştıran, engellerini toplum dışına kaçma/itilme sebebi olarak çoğaltan etkenler üzerine araştırmalar yapıyorum. Geçen yıl Mart ayında Kayseri’de moderatör olarak katıldığım Türkiye Küçük Millet Meclisi toplantısında, Kayseri Bedensel Engelliler Derneği Başkanı Fatma Uygun’un konuşmasını dinleme şansına sahip olmuştum. Engellilerin bir de kadınsa küçük yaştan itibaren yaşadığı yok sayılmaya, görünmez kılınmaya dönük muameleleri, Uygun çok etkileyici bir dille özetlemişti.
Ayakta kalma ve engelliler için fiziksel çevreyi daha yaşanabilir hale getirme mücadelesini hayranlıkla dinlediğim Uygun’un konuşmalarından bana kalan tespitlerden bazılarını aktarmak istiyorum, yeri gelmişken: Engelliler, sürekli engelleri hatırlatılarak hayattan dışlanıyor. Brail alfabesi kolaylıkla ulaşmıyor engelli kadının masasına; bir masası da varsa tabii. Engellilerin evliliklerinden doğan çocuklar ise özellikle kız iseler, okula gönderilmiyor; dar gelirli aile de ola ki okul için erkek çocuğuna masraf yapmayı tercih ediyor. Engelli kadından, (engelini görünmez kılması adına buna zorunluymuş gibi) her zaman bakımlı ve güzel olması bekleniyor. Yalnız yaşayan engelli kadınlar için gece evden çıkma zarureti bir kâbusa dönüşebiliyor. Trafik düzenlemelerindeki hesaba katılmazlık yüzünden de engelliler yaya yolculuklarını bir ölüm kalım savaşı halinde sürdürmeye mecbur kalıyor. Fiziksel çevredeki erişimi imkânsız kılan tek açı, sağlam bedenlere göre düzenlenmiş rampasız asansörsüz açı, engellileri hayata katılma mücadelelerinde yıldıran sebepler doğuruyor sürekli.

Engellileri engelleri hatırlatılarak hayattan dışlayan sadece eksik yasalar ve toplum değil, aile de oluyor. Diğer taraftan engelli bir erkeğin sağlam sayılan bir kadınla evlenmesi tabii karşılanırken, engelli bir kadın sadece engelli bir erkekle evlenebilirmiş gibi yerleşik bir kabulden de söz etmişti Uygun. Kısacası engelli olarak homojen bir yapı içinde yaşama konusunda kadınlar daha da fazla baskı altında.

Oytun’un anlattıklarını, yayına hazırladığım romanın kahramanı engelli olduğu için de daha bir dikkatle dinlemiştim. Romanımın kahramanı Efsane, İranlı bir gazi, devrim gazisi.

Efsane kişiliğini tasarlarken, malûl bir akrabamın tecrübeleri beni etkilememiş olabilir mi? O, dört dörtlük bir genç kızdı, ama engeli yüzünden her zaman belli bir alana hapsedilmek istenmenin baskısını yaşadı; özellikle evlenme çağında. Hiç bir “sağlam” adam onu kendine lâyık bulmadı, bütün çöpçatanlar kendisinden daha ağır bir şekilde engelli talipleri çıkarttı karşısına.

O da ne yapıp etti, İngiltere’ye göçtü. Orada engellilere tanınan imkânlardan yararlanarak çalışma hayatına atıldı. İş yerinde Kıbrıslı bir Türk’le tanıştı, birbirlerini sevdiler, evlendiler. Sağlıklı çocuklar getirdiler dünyaya. Mutlu sona akrabam öyle kolay ulaşmadı ve engelliler için hiçbir mutlu son, nihai, garantili bir sahne anlamına gelmiyor; görünürde engelli olmayanlara kıyasla elbet.

Engellileri apayrı, yalıtılmış mekân ve bölgelerde yaşamaya zorlamakla, Rus anarşist Piyotr Tkaçyev’in, 25 yaşından sonra değişme ve gelişme yetenekleri köreliyor diye bu yaşı aşan herkesin öldürülmesi gerektiği şeklindeki “mânâsız” teklifi arasında insana salt üretim ve fizibilite raporları açısından bakma konusunda bir akrabalık kurulabilir pekâlâ.

Çarpık zihinlerin kusurları en azından sığ bakışlar nezdinde kolaylıkla örtbas edilebildiği için de fiziksel engelli insanlar çoğu zaman istedikleri ölçüde bir toplumsal katılımı gerçekleştirme cesareti bulamıyorlar. Karışacağız ki hiç olmazsa varlığımızdaki göze görünmez engelleri aşma konusunda fiziksel engelli komşumuzdan bir şeyler öğrenme şansımız, böylelikle de toplumsal yapımızı genişletmenin icaplarına açılma konusunda savunduğumuz değerlerle tutarlı bir ufkumuz olabilsin.

Cihan AKTAŞ
 
Tekerlekli Sandalye
Üst