Engelli olmak gerekiyor!

F

Fırtına

Guest
Hayatımın en heyecanlı maç özetini dün izledim..

TRT 3’de.. Tesadüfen.. Ve kendime kızdım.. Duyarsızlığıma... İlgisizliğime...


Ampute Süper Lig’in maçlarından birisiydi. Zeytinburnu Belediyesi’nin imkanlarıyla yapılan tesislerde oynanan bir maç. İnsan inanamıyor. Koltuk değnekleriyle koşan, çalım atan gençlerin eforu inanılmaz. Hele o golleri görünce şaşırıp kalıyorsunuz. İmkan tanındığında onların ne kadar üretken olduğunu anlamak için bir maç seyretmeniz yeterli galiba.. Hayata nasıl bağlandıklarını anlıyorsunuz.

Her yeriniz sağlam iken, kayıp bir bacağın, duymayan bir kulağın, işitmeyen kulağın ne demek olduğunu bilmiyoruz. Bazen bir parmağın kullanılamaz hale geldiği kısa bir dönem de bile hayat düzenini kaybettiği gerçeğini unutuyoruz. Bunca yıldır gazeteciyim. Köşe sahibiyim. Bir tek gün bile engelli vatandaşların hayatını iyileştirme adına tek satır yazmamışım. Tek sorununu dile getirmemişim. Siyaset, ekonomi, sanat magazin denildi mi bizden iyi bilen yok! Yaz Allah yaz.. Pek çok insan özürlü bir vatandaş ile karşılaştığında gözlerini kaçırır. Acıma duygusu yaşar. O kadar. Halbuki onların bizden beklediği acıma değil ki..


Rakamlara bakın..


329 bin zihinsel engelli, 411 bin görme engelli, 857 bin ortopedik engelli, 253 bin işitme engelli, 267 bin dil ve konuşma engelli yaşıyor aramızda. 6 milyon 600 bin de bu sınıfların dışında yaşayanlar engelli vatandaş var. Organ nakli bekleyenleri de içine alan büyük bir grup.


Onların gözüyle, çevrenize bakın. Yollara bakın. Otoparklara bakın.


Önceki gün Habertürk’de Ceren Akdağ Şahin’in haberini izlerken de aynı şaşkınlığı yaşadım. “Karanlıkta yemek” adlı bir lokanta varmış. Bir yıldır açık. Tüm garsonları görme engelli. Ve bu lokanta tamamen zifiri karanlıkta hizmet veriyor. Yani oraya girdiğinizde hiçbir şey görmüyorsunuz. Görme engelli vatandaşların yardımıyla masaya oturabiliyorsunuz. Yemeğini görmüyorsunuz. Burnunuz ve kulaklarınız her zamankinden daha fazla çalışıyor. Lokantanın amacı, görmeden yaşayan insanların yaşadıklarını 2 saatliğine de olsa size hissettirmek. Aslında zifiri karanlık bir odada birkaç dakikalık dolaşmak bile yeterli galiba..



TÜSİAD Genel Kurulu’nda Mustafa Koç “dünyanın 10’uncu büyük ekonomisi olabilirsiniz ama bu gelişmişlik için yeterli mi” diye soruyordu. Gerçekten toplumun yaşam kalitesini ölçen endekslere baktığınızda dünyanın en kötü ülkeleri arasındayız. Geriliğimizin boyutunu anlamak için kendimizi kısa bir süre bir engelli yerine koymamız yetebilir. Birinin desteği olmadan tekerlekli sandalye ile yaşadığınız yerde dolaştığınızı farz edin. Kaldırımlara bakın. Park halindeki otomobillerin arasından geçmeyi, evinize girmeyi deneyin.. Bir futbol maçına gittiğinizi hayal edin. Her gün geçtiğiniz, yediğiniz, konakladığınız yere özürlü olarak gittiğinizi hayal edin. Onları eve mahkum eden, acıma duygularıyla kuşatan çarpık bir yaşam düzeni sürüyor değil mi?



Tüm bunlara rağmen hayata tutunan, iş bulan özürlü vatandaşların sayısı artıyor elbette. Özellikle özel sektör firmaları geçmişe göre daha duyarlı. Ancak yetmediği açık. Devletin yapması gerekenleri sıralamanın da alemi yok. Sorunun çözümü bizim onlardan birisiymiş gibi hareket etmemizden geçiyor. Gazetecinin, müteahhidin, mühendisin, lokantacının, mimarın, sanatçının bakışı, üretimi önemli. Hayata şekil verenler, hayatın içinde özürlülerinde olacağını kabul etmesi çok şeyi değiştirecek galiba..


Yavuz SEMERCİ
 
Tekerlekli Sandalye
Üst