Engelli, Sakat, Özürlü Terimleri Üzerine

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Uzunca bir süredir üzerinde tartışmalar olan sakat, özürlü, engelli terimleri üzerine sayın Şükrü Sürmen’in bir yazısını aşağıya aktarıyorum.
Sayın Sürmen bizler için hangi terimin kullanılmasını, neden doğru olduğunu çok net bir bicimde anlatmış.


Alıntı:TERİMLER İÇİN BİR NOT

Normal insan hareketliliği içinde bulunmayan; bedenlerinde, duygu düzenlerinde, duyu yeteneklerinde, zihinsel gelişmelerinde hasar, noksan ya da işlev kayıpları bulunan bireylerin oluşturduğu sosyal grubu “Engelliler” olarak adlandırmamız yanlıştır.

Bu sosyal grubu “Engelliler” olarak adlandırabilmemiz için bu grubu oluşturan bütün bireylerin hayatlarının ve var oluşlarının bütün anlarında kesintisiz, aralıksız ve mutlak olarak dışlanmış, kısıtlanmış, durdurulmuş ve uzaklaştırılmış olmaları gerekmektedir. Yeryüzünde ise bu durumda olduğu farz edilebilecek bir canlı bulunduğunu söylemek zordur.

Yatağında hiç kıpırdamadan yatmakta olan bir hasta ya da hayatının son günlerindeki bir yaşlı bile “engelli” sayılamaz. Yatağının baş ucundaki bir insanla konuşurken gerçekleşmekte olan eylem içinde o, kendisi ile konuşan insanla aynı durumdadır ve “engelli” değildir. Kaldı ki, bu insan yalnızca hayal kursaydı bile “engelli” olmayacaktı.

“Sakatlık” ve “Özürlülük” ise insanın bünyesinde yer almaktadır ve “onun ta kendisidir”. Genel olarak ortadan kalkmaz ve yok olmaz. Ama “Sakatlar” ve “Özürlüler” hayatın pek çok etkinliğinde yer almaktadırlar ve “engelli” değillerdir. Bir kambur, sağlam bir kişi kadar hareketli ve sağlıklı olabilir. “Çolak Mümin” bir güreş şampiyonudur. Sakat Lautrec dünyanın en büyük ressamlarından biridir.

“Engelli bir sanatçı” denildiğinde ; rejim, devlet ya da düzen tarafından kendisini özgürce ifade etmesine izin verilmeyen bir kişi anlaşılır. “Sakat bir ressam” ise tekerlekli sandalyede yaşamakta olan bir sanatçıdır.

Engel ; bir varlığın ya da bünyenin dışındaki, ondan bağımsız ; “giderilebilir”, “kaldırılabilir” ya da “yok edilebilir” bir olgudur. Özür ve sakatlık ise hemen her bünyede az ya da çok yer almaktadır. Bunların bazılarının farkına bile varılmaz. Ama biz “Özürlüler” ve “Sakatlar” dediğimizde ; bünyelerindeki hasar, noksan ve fonksiyon kayıplarının hayatlarının akışını önemli ölçüde aksattığı kişileri anlıyoruz.


*****

HAYATIN ETKİNLİĞİNE, DİLİMİZİN MANTIĞINA VE BİLİMSEL YAKLAŞIMLARA UYGUN TERİMLERİ SEÇMELİYİZ.

Her an farklı bir eylem alanında bulunabilen sakat ve özürlü kişileri hayatın akışını ve dinamizmini reddedecek şekilde “Engelliler” olarak nitelendirmek yanlış olmaktadır. Bir varlığa “Engelli” dediğimizde onun her an, kesintisiz ve mutlak olarak dışlanmış, kısıtlanmış ve durdurulmuş olduğunu anlatmış olmaktayızdır. Oysa tamamen hareketsiz kaldığı bir anda bile insan özgür ruhuyla ve beyniyle çok uzaklara açılabilir, uçabilir ve engellenemez. Ruh hayatı devam ettiği sürece insan tamamen engellenmiş veya engelli olamaz. Meselâ, ben bu satırları yazarken 44 yıllık bir tekerlekli sandalye sakatı olmama rağmen tamamen özgürüm ve kendimi rahatça ifade ediyorum. Benim şu anda bir “engelli” olduğum hiçbir şekilde söylenemez. Ama bünyemde mevcut sakatlık orada benden hiç ayrılmadan durmaktadır. Benim ağır bir sakat olduğum gerçeği değişmemektedir. Öte yandan, ben sağlam bir insan da olsaydım bu masanın başında aynı eylemi yapıyor olacaktım.

Başka bir bakış açısıyla da, engel ortadan veya aradan kaldırılabilecek bir nesne veya süreçtir. Engel bünyenin dışında oluşmaktadır. Bünyenin, yapının kendisi ile ilgisi sadece onu etkilemesidir. Bu durumda da sürekli “engelli” bulunulması mümkün olamayacaktır. Engel ortadan kaldırılınca özne harekete geçecektir. Hep engellenmiş veya engelli kalınması, engel kelimesinin anlam içeriğine aykırıdır. Ama sakatlık ve özürlülükteki anlam içeriği böyle değildir. O bünyede hep kalabilir. Ama o bünyede varken de hayat ve dinamizm sürer.

“Gözümden, belimden sakatlandım.” ve “Omurgasında, bileğinde özür var.” şeklindeki doğal Türkçe ifadelerin ; “engel, engelli ve engellenmek” kelimeleri kullanılarak ifade edilebilecek, dilimizin mantık yapısına uygun karşılıkları yoktur. Engel bünyenin dışında bir olgu olup; insanın bedensel, duyusal, zihinsel ve ruhsal durumuna ilişkin hiçbir işaret taşımaz. Özür ve sakatlık ise bünyenin kendisinde mevcut noksan, hasar veya işlev bozukluklarını anlatırlar. Meselâ, “Görme engelli” ifadesi akla, başına örtü geçirilmiş bir kişiyi getirebilir ki, onun çok sağlıklı gözlere sahip olması da mümkündür. Öte yandan bedenlerinde birtakım sakatlıklar, özürler bulunan kişilerin hiç de engellenmeden yaşamakta oldukları bir gerçektir. Meselâ, bir kambur özürlü bir kişidir ama belki de hiç engellenmeden yaşayabilmektedir.
“Ben bir tekerlekli koltuk sakatıyım.” ifadesi doğaldır, ama “Ben bir tekerlekli koltuk engellisiyim.” denemez. “Özürlü” ve “Sakat” kelimelerinden “Özür” ve “Sakatlık” kelimelerine anlamlı geçişler yapılabilir. “Engelli” den “Engel”e geçtiğimizde ise ortaya bir gariplik çıkar: Özür ve sakatlık türleri : “Körlük, sağırlık, topallık vs.” , Engel türleri : “ Tepe, uçurum, duvar vs.”...
“Engelliyi engelleme!” cümlesi mantıksızdır, çünkü “Engelli” zaten engellenmiş, belli bir hayat konumunda zaten dondurulmuş olduğundan ; defteri zaten dürülmüş bulunduğundan onun için yapılacak bir şey kalmamış bulunmaktadır. Halbuki, “Sakatı, özürlüyü engelleme!” cümlesi bir mantık taşır ; şehirsel çevrenin makul ve modern bir düzeni ve toplumun dayanışma olgunluğu ile bu insanların da engellenmeden yaşamalarının mümkün olabileceğini hissettirir.
Özürlü, sakat, felçli, kör, sağır, kambur, çolak dediğimiz zaman nesnel bir değerlendirme yapmış oluruz. Yani burada hepimiz aynı insanlık durumunu, aynı hayat gerçeğini, aynı tabloyu aklımıza getirmekteyizdir. “Engelli” dediğimizde ise bir yorumda, kötümser bir yorumda bulunmuş oluyoruz. Gelişmiş bir toplumda özürlü ve sakat insanlar yine bulunacaktır ama elde edilmiş olan ideal şehirsel ve mimarî çevre şartlarının sonucunda bunlar engelli olarak yaşamayacaklardır. Özürlüler ve sakatlar yalnız her mekâna, yere ve inşa edilmiş çevreye değil, bütün toplumsal konum ve katmanlara da engellenmeden girebileceklerdir. Demek ki, bir insanın engelli oluşu geçici bir durumdur. İnsanüstü bir gücün bilinçli bir şekilde insanı “engelli” durumda bırakması ise, felsefî olarak, yaratılışın yapısına ve güzelliğine , evrenin anlamına aykırıdır.
Tekerlekli sandalyedeki bir insana bakanlar doğal olarak, “Bu insan sakat.” diyeceklerdir. Ama tekerlekli sandalyedeki bu insanın engelli olup olmadığı şartlara, özellikle de yaşadığı şehirsel çevrenin şartlarına bağlıdır. Öte yandan bir toplum özürlü insanlara olgun şekilde yaklaşıyorsa, yani meselâ, doğuştan iki kolu olmayan özürlü bir kişi bir ülkede devlet başkanı olabiliyorsa, o kişi yine bir engelli sayılamaz. Bu kişinin özürlü bir insan olduğu gerçeği ise hiçbir zaman değişmeyecektir.
Türk dilinde; sakat, sakatlanmak, sakatlık, kör, sağır, dilsiz, kötürüm, felçli, âmâ, topal, çolak, özürlü gibi bir insanın fiziksel durumu ile ilgili pek çok kelime vardır ve bunların kullanılmamaları ya da dilden atılmaları söz konusu olamaz. Öte yandan, bir insanın fiziksel ya da bedensel durumunu anlatan bir ifade onun insan olarak değeriyle yakından uzaktan ilgili değildir. “Engelli” kelimesi ise bir insan için kısıtlı bir dünya erişimi, dışlanmışlık, genişletilemeyen yetenekler ve basit çerçevelere indirgenmiş bir hayat tablosunu çağrıştırdığından ve bir kadere isyan rengi taşıdığından küçültücü sayılabilir.

Şükrü Sürmen
 
Tekerlekli Sandalye
Üst