Engellilik, Edebiyat, Feminizm Üzerine Satı İlen’le Roportaj

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,484
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
1966 yılında Ankara’da doğdu. İki yaşında çocuk felci geçirdi, sakat kaldı. M. Ü. İletişim Fakültesi'ni bitirdi. Özel şirket ve kamu kurumlarında çalışmanın yanı sıra Sevgi Çemberi Dergisi'nde yazı işleri müdürlüğü yaptı. Beyaz Ay ve İnsancıl Dergilerinde makale ve öyküleri yayımlandı. Şu anda haber.engelliler.gen.tr sitesi ile Engelsiz Gazete' de köşe yazarlığı yapmaktadır. Denize Şiir Okumak adlı bir öykü kitabı vardır. Halen öykü yazmayı ve engelli sorunlarını dile getirmeyi sürdürmektedir.

satıilen-denizesiirokumak.jpg

Halil Yılmaz: Çocuk felci hastalığı aşı yapılması durumunda önlenebilir bir hastalıktır. Buradan yola çıkarsak “hastalığınız için bu benim kaderim” diyebiliyor musunuz?

Satı İlen: Tabi ki hayır. Çocuk felci kader değil. Bu hastalık hijyen olmayan koşullarda ortaya çıkıyor. Çevre ve sağlık düzenlemeleri yapılmadığı için salgınlara yol açıyor. Yeterli önlemler alınsaydı, bu hastalığa yakalanmayacak, sakat kalmayacaktım. Ne yazık ki ülkemizde engelliliği oluşturan faktörlerle ilgili yeterince tedbirler alınmadığı için birçok insan sakat kalıyor. Sonra da bunu kader diye niteliyoruz. Bu kesinlikle yanlış.

Halil Yılmaz: Sitemiz (Engelliler.gen.tr) tarafından 2 yıl üst üste düzenlenen “engelliler konulu öykü yarışmasında” jüri üyeliği yaptınız. Bir yazar, engelli sorunlarına kafa yoran biri olarak, gelen öykülere şöyle bir baktığınızda öykülerle ilgili genel kanınız nedir? Bu öykülerde engelli karakterler betimlenirken bu karakterlere nasıl anlamlar yüklenmiş? Toplumdaki engellilere genel bakışla, öykü yazarları arasında bir farklılık gözlemeyebildiniz mi?

Satı İlen: İlk önce şunu söylemek istiyorum. Ben her iki yarışmaya da bu kadar ilgi olacağını beklemiyordum. Özellikle gençlerin öykü yazması beni sevindiriyor. Öykülerle ilgili genel kanıma gelince. Öykü yazarlarında, engelli sorunlarını gerçekçi boyutta irdeleyen, olguları ve kişileri derinlemesine çözümleyen bir tutum göremedim. Naylon karakterler yaratılmıştı. Çok klişe şablonlarla, basmakalıp düşüncelerle karakterler oluşturulmuştu. Engelli karakterler ya yüceltilmişti ya da yazarın öznel düşüncesine göre oluşturulmuştu. Bunlar, bu ülkenin, bu toplumun insanları değildi. Bu nedenle de gerçekliği göstermiyordu. Yazarların çoğu engellilerin dünyasında dolaşmıyordu. Onlar yalnızca kendi gerçekliklerini yazmışlardı. Bence, bir yazar keyfi olarak öykü ya da roman yazmamalı. Yoksa cansız karakterler çıkıyor ortaya. Benim gördüğüm en büyük eksik, engelli-toplum, toplum-engelli arasındaki ilişki gösterilmemişti. Kimi öykülerde kurgu yoktu. Karakteri harekete geçiren örge ve itkiler olmadığı gibi o karakteri meydana getiren nedenselliklere yer verilmemişti. Ne yazık ki, bu toplum engellilere halen çok olumsuz bakıyor.

Öykü yazarlarında tam olarak bu olumsuz bakış açısı yoktu. Hatta kimisi engelliliği yüceltmiş, kimisi de çok pozitif bakmıştı. Ancak burada bir paradoks var gibime geliyor. Bir yazarın görevi insan araştırmasıdır. O yazar nesnel gerçekliği kendi öznelinden geçirerek eğip bükmeden vermek zorundadır. Bu bağlamda öykü ya da roman insana ayna tutar. Yansıttığı o gerçeklikle insanı sarsar, insanı uyarır. Bu ülkede halen engelliler ikinci sınıf konumunda yaşıyorlar. Bir yazarın ne o gerçekliği bulanık göstermeye ne de klasik bir hümanizma anlayışıyla tozpembe göstermeye hakkı var diye düşünüyorum.

Halil Yılmaz: Bu anlattıklarınızdan yola çıktığımızda içinde yaşadığı toplumu, sosyal ve siyasal sorunları çok iyi analiz etmesi, anlaması gereken, yazar veya yazar adayları dahi biz engellileri yeterince anlamamış diyebilir miyiz? Eğer öyleyse bu durumun tek suçlusu toplum (yazar, çizer, sıradan halk vb. gibi) diyebilir miyiz? Biz engellilerin veya engellilerle ilgili STK’ların bu vebalde hiç payı yok mu?

Satı İlen: Ben bu soruya genel anlamda yanıt vermek istiyorum. Edebiyatçılarımız yaşamı yansıtmak yerine kendi idelerini yazıyorlar. Bireyin buhranlarını, iç dünyasını, çatışkılarını kaleme alıyorlar. Bunda ne var diyeceksiniz şimdi? Yalnızca bireyin sorunlarını yazarak onun toplum ve sistemle ilişkisini göstermemek insanı yaşamdan koparmaktır. Karanlıkta yaşayan yazar olamaz. Günümüzde eline kalemi alan ben yazar oldum, diyor. Dünü ve bugünü bilmeyen, bilgi çağında bilgisiz olan kişi yazar olamaz. Yazar her zaman toplumun önünde olmak durumundadır. Bu anlamda, engelliler öykü yarışmasına katılan yazarların engelliler konusunda bilgisiz olduğunu düşünüyorum. Bunun sorumlusu kim? Hepimiz. Sen, ben, o. Tabii ki, bir de bizlerin beyinlerini sürekli iğdiş eden popüler kültür ve onun dayatmaları. Sistemin insanı biçimlendirmesi ve insanların birbirine yabancılaşması, insanın insanla ilişkisinin koparılması gibi birçok neden sıralanabilir. Elbette, bunun böyle olmasında hem engellilerin hem de STK'ların etkisi var. Engellilerin çoğu halen eğitimsiz ve bilinçsiz. Bir dertleri olduğunda çok edilgin davranıyorlar. Ya da o sorunun çözümlenmesi için kime, nereye, nasıl başvuracaklarını bilmiyorlar.

Kendi çaresizlikleriyle baş başa kalıyorlar. Eğitimli engelliler ise, engelliliği toplumsal sorun olarak görmüyorlar. İşini, aşını, eşini bulan bir daha engelli derneklerine uğramıyor. Böyle olunca, STK'larda eğitimli ve vizyon sahibi kişi eksiği ortaya çıkıyor. Çoğu STK'da dayanışma ve birliktelik yok. Bencillik, mevki ve makam kavgası, rekabet olabildiğince çok. Ben insanın doğuştan kötü olabileceğine inanmıyorum. İnsanı benmerkezci ve çıkarcı doğru olmaya iten sistemin kendisi. Böyle bir yapının Türkiye'de engelli hareketini başlatması, engelli sorunlarını dile getirip toplumun önünü aydınlatması gerçekçi değil. Yalnızca yardımsever vatandaşların gelirleriyle ayakta kalmaya çalışan dernekler, ne hükümetler üzerinde baskı kümesi olabilirler ne de bu topluma kendilerini anlatabilirler.

Halil Yılmaz: Sizin yazılarınızı takip ettiğimizde feminist bir duruşunuz olduğunu görüyoruz. Kendini feminist olarak nitelendiren bazı insanların, derneklerin açıklamalarına baktığımda, adeta bir amazon kadını gibi erkek düşmanlığı yapıldığını görüyorum. ( Bu benim kişisel görüşüm) Aynı durum biz engelliler içinde geçerli. Şöyle ki; bir yandan bildik manada ki sağlam insanlar bizi “ötekileştiriyor” naraları atarken diğer yandan “sağlıklı mı onlar bizi anlamaz” deyip toptan bir önyargıya kapılıyoruz. Bu tespite katılıyor musunuz? Eğer katılıyorsanız bunun sosyal ve psikolojik nedenlerine biraz değinebilir misiniz?

Satı İlen: Ben küçüklüğümden itibaren çok ezilen kadın gördüm. O günlerden bu yana pek de değişen bir şey yok. Hemen her gün yakınlarınca birçok kadın öldürülüyor. Kadınları bağımsızlaştıracak politikalar yerine ev hapsine tutsak edecek anlayışlar kamuoyuna sunuluyor. Kadınlar ucuz işgücü olarak görülüyor. Bununla ilgili önlemler alınmıyor. Bu ülkede kadınların uğradığı zulmü ve eşitsizliği görüp de feminist olmamak mümkün değil. Ben kendi adıma konuşayım. Kesinlikle erkek düşmanı değilim. Kaldı ki, feminizmin erkek düşmanı olarak görülmesinin de yanılsamalı bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Bana göre feminizm cinsiyetçi baskıya ve sömürüye karşı çıkmak demek. Bu anlamda bu hareket hem kadınların hem de erkeklerin kurtuluşu içindir. Çünkü bir toplumda kendi varoluşunu gerçekleştirmek o toplumu ileriye taşımaktır. İkinci sorunuza gelince. Ne yazık ki, engelliler arasında böyle bir anlayış var.

Gözlemlerinize katılıyorum. İnsan hep bir başkasına bakarak varlığını anlamlandırır. Böylece her çağda, her toplumda bir öteki oluşturulur. Eğer ki, bizler, kendi benimizi oluştururken diğerini de içine alan bir anlayış geliştirirsek, onlarla çatışkı içine girmeyiz. Ne yazık ki, genellikle farklılıklar dışlanıyor, bir üstünlük edasıyla hareket ediliyor. Bu arada egemen güçlerce sağlam beden ideolojisi yüceltiliyor. Toplum egemen ideolojilerin de etkisiyle engellilere mikrop gibi bakıyor. Toplum o erkin sunduğu kişilik rol modellerine göre engellileri algılıyor. Bu da iletişimde negatifliği doğuruyor. Reddedilme, umursanmama, değersizleştirme, kabullenmeme insanı hem psikolojik hem de toplumsal anlamda zehirliyor. Bu olumsuzluklar duygusal soğukluk yaratabiliyor. Ya da zaten onlar beni anlamazlar gibi çeşitli savunma mekanizmaları geliştirilebiliyor. Böylece iletişime girmekten kaçınılıyor. Veyahut toplumsal dışlanma kızgınlık duygusu yarattığı için düşmanca tavırlara neden olabiliyor. Her kötücül tutum savunuculuğu artırdığı gibi önyargıları besleyebiliyor. Ben bu davranış modellerine genellikle etkiye karşı tepki diyorum. Evet, insan bir ötekiyle kendisini tanıyor ama bu tanıma reddedici olmayan bir tutum olmalı. Aksi söz konusu olduğunda, insanın insanla ilişkisi kopuyor.

Halil Yılmaz: İlk kitabınız olan “Denize Şiir okumak” adlı öykünüzü yayınlayalı baya bi zaman oldu. İkinci bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız türü ne olacak?

Satı İlen: Aslında ben öykü yazmayı daha çok seviyorum. Ancak, engellilerin tarihini araştırırken bir tarihçinin dipnotu çok ilgimi çekti. Engellilerin geçmişlerinin yeterince bilinmemesinde onların da rolü olduğunu söylüyordu. Çünkü engelliler başlarından geçenleri ya da sorunlarını yazıya dökmemişlerdi. Bu da büyük eksiklikti. O yazıyı okuduktan sonra, “ben neden yazmıyorum” diye düşündüm. Kendi başımdan geçenleri aktardığım deneme türünde bir çalışma yaptım. Yayınlanması için bir-iki yayıneviyle görüştüm. Olumlu yanıt alamadım. Son bir kez daha bu çalışmamı gözden geçireceğim. Başka yayınevi arayışına gireceğim. Umarım, çalışmamı basacak bir yayınevi bulurum. Belki de ilerde o kitabımın içeriğini konuşuruz sizinle. Kimbilir!

Halil Yılmaz: Değerli zamanınızı bize ayırıp cevapladığınız için teşekkür ederiz.

Satı İlen: Asıl ben size teşekkür ediyor, engelsiz yolculuğa çıktığınız bu seyahatte size ve çalışma arkadaşlarınıza başarılar diliyorum. Ne güzel işler yapıyorsunuz. Çalışmalarınızı yakından izliyor ve takdirle karşılıyorum. Engelller.gen.tr ailesine sevgilerimi gönderiyorum

Satı İlen'in Denize Şiir Okumak adlı öykü kitabını satın almak için buraya tıklayınız
 

papatya83

Üye
Üye
Katılım
May 19, 2013
Mesajlar
16
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Keyifle okuduğum bir röportaj olmuş. Özellikle öykü yarışması ile ilgili tespitleri çok beğendim.
Yaşar Kemal, her yazarın kendi Çukurova’sını yazdığını söyler. Yaşar Kemal’in bu yorumu da Satı İlen’i destekliyor.
Bu röportajı okuduktan sonra henüz yayınlanmamış üzerinde çalıştığınız kitabınızı da merakla bekliyorum :)
Sevgiler…
 
Tekerlekli Sandalye
Üst