Gazoz Agacı
Moderator
Engellilik ve Özgürlük üzerine..
Uçmasını böylesine severken,
Konmasını öylesine unutmuşken...

Yazmak en çok hafiflemektir der bir çok yazar. insan en çok önce kendisi, sonra okuyucusu için yazarmış. Bugünlerde içimden binlerce sessiz çığlık kopuyor. Ötekilerin duyamadığı kadar gürültülü bir yalnızlığın ortasında kaybolmasın istiyorum. Cümlelerimin ses yoluyla söz olarak çıkamadığı tüm zamanlarımda olduğu gibi yine yazı diliyle duygularımı ifade edebilmenin yolunu arıyorum. Kimilerine göre beyhude yakarışlar olsa da, içimizdeki sesin duyulmasını bir şekilde sağlayabilmek adına yada tüm samimiyetimle en çok kendimi hafifletebilmek adına yazıyorum..
Senin uçurtman, hiç tellere takıldı mı?
Engelliliğin üzerine yapılan binlerce tanımından çok kendi tanımıma gelecek olursak;
Engelli olmak, sakat kalmak yada eski bir söylemle özürlü olmak bir çeşit esarettir! Tutsaklıktır! Hafifletici nedeni bulunmaksızın bir kuş kadar özgün ve de özgür yaşama sevincinin acılar içindeki beden tarafından kıskaca alınmış halidir..bu öyle bir esir düşmek ki ne kurtuluşu mümkün, ne de firar etmesi..
Ruhum ki olabildiğine özgürdü bir zamanlar. Şimdi geriye dönüp baktığımda aynı durumda olan binlerce engellenmiş kuşlar gibi takılıp kaldığım bedenimin kısıtladığı yaşamımdan arka kalanlara en çok neyim eksik diye? Özgürlüğüm..
Özgür olmak, istediğin yere gidebilmek, istemediğin şeyleri yapmak zorunda kalmamaktır vb. açıklamaların çok daha ötesinde yaşamak için ama öyle böyle değil gerçekten yaşamı içine içine çekmek adına kimseye, hiç bir nesneye, eşyaya, insana muhtaç olmamaktır. Özgürsen gökyüzünün maviliğinde kaybolan uçurtmalar gibi bulutlara dokunabilirsin. Aynı zamanda gece olunca da uzanabilirsin yıldızlara..oysa ben artık sadece düşlerimde özgürüm, gerçeğimde değil..
Frida Kahlo'yu okudum bir kere daha..Belki ondan güç almak istedim yada ona sığınmak..kitap en iyi dostum olduğundan beri okumaya doyamadığım sayılı eserlerin içinde sil baştan yapmayı seviyorum. Onun deyimiyle de engelliliğin en büyük sorunu toplumdan ötekileştirilmekten ziyade bedenin yatağa çakılı olması. İnsan kaç zaman yatabilir ki? Kaç saat? Kaç gün? Kaç ay? Kaç yıl? Peki yatarken bası yarası açılmaması için bir başkasının bedenini çevirmesine gereksinim duyduğu anlarda özgür olduğundan sözedilebilinir mi? Bedeninin hareket etmesi hele ki bir başkasının yardımıyla oluyorsa bu bir çeşit ötekileştirilme halinden ziyade bulunduğun nesneye (yatağa, sandalyeye) çivi misali esir düşme hali değil midir?
Ortopedik engelliler dışında tüm engel grupları içinde düşüncem aynıdır. İşitme engelli arkadaşlarımı gözlemliyorum da içlerindeki söylemleri eyleme dönüştürebilmek için yapabildikleri tek şey dudak okumak ve işaret dilini kullanmak oysa ki acı duyduklarında sağlıklı insanlara özgü olan feryat etmek, çığlık atmak yada acıyı dile getirmek ne mümkün
seslerin yutak borusunda esir düşmüş halini yaşar onlar..Duyguların özgürce yolaldığı ama dile getirilmeyen sessizlikte kaybolan hiçlikler misali ne derin bir tutsaklıktır işitme ve duyma engelli olmak..uçurtmalarını uçurtmak isterken hep tellere takılması bu yüzden..
Her engelli yani çeşidi yada türü ne olursa olsun ve ne kadar iyi şartlarda yaşanırsa yaşansın hep bir engellenme halinin hüküm sürdüğü bu yoksunluk, bu eksiklik, bu yarım kalmışlık bazen çok koyuyor insana. Böyle zamanlarda ötekileşmenin acısını daha fazla duyumsuyorum oysa ki artık alıştım ve kabullendim dediğim bir zamanda kuş misali kanat çırpan ruhumun kerpeten misali içine hapsettiği bedenime isyan ediyorum...
Her zaman olmuyor bu karamsar ruh hallerim belki mevsim sonbahar o yüzden, belki hava yağmurlu bu yüzden bilmiyorum ama genel yaşantım böyle olsaydı yaşayamazdım heralde..
Özgürlüğü bu kadar severken, esarete yenik düşmenin acısını paylaşmak istedim sadece...
Uçmasını böylesine severken,
Konmasını öylesine unutmuşken...

Yazmak en çok hafiflemektir der bir çok yazar. insan en çok önce kendisi, sonra okuyucusu için yazarmış. Bugünlerde içimden binlerce sessiz çığlık kopuyor. Ötekilerin duyamadığı kadar gürültülü bir yalnızlığın ortasında kaybolmasın istiyorum. Cümlelerimin ses yoluyla söz olarak çıkamadığı tüm zamanlarımda olduğu gibi yine yazı diliyle duygularımı ifade edebilmenin yolunu arıyorum. Kimilerine göre beyhude yakarışlar olsa da, içimizdeki sesin duyulmasını bir şekilde sağlayabilmek adına yada tüm samimiyetimle en çok kendimi hafifletebilmek adına yazıyorum..
Senin uçurtman, hiç tellere takıldı mı?
Engelliliğin üzerine yapılan binlerce tanımından çok kendi tanımıma gelecek olursak;
Engelli olmak, sakat kalmak yada eski bir söylemle özürlü olmak bir çeşit esarettir! Tutsaklıktır! Hafifletici nedeni bulunmaksızın bir kuş kadar özgün ve de özgür yaşama sevincinin acılar içindeki beden tarafından kıskaca alınmış halidir..bu öyle bir esir düşmek ki ne kurtuluşu mümkün, ne de firar etmesi..
Ruhum ki olabildiğine özgürdü bir zamanlar. Şimdi geriye dönüp baktığımda aynı durumda olan binlerce engellenmiş kuşlar gibi takılıp kaldığım bedenimin kısıtladığı yaşamımdan arka kalanlara en çok neyim eksik diye? Özgürlüğüm..
Özgür olmak, istediğin yere gidebilmek, istemediğin şeyleri yapmak zorunda kalmamaktır vb. açıklamaların çok daha ötesinde yaşamak için ama öyle böyle değil gerçekten yaşamı içine içine çekmek adına kimseye, hiç bir nesneye, eşyaya, insana muhtaç olmamaktır. Özgürsen gökyüzünün maviliğinde kaybolan uçurtmalar gibi bulutlara dokunabilirsin. Aynı zamanda gece olunca da uzanabilirsin yıldızlara..oysa ben artık sadece düşlerimde özgürüm, gerçeğimde değil..
Frida Kahlo'yu okudum bir kere daha..Belki ondan güç almak istedim yada ona sığınmak..kitap en iyi dostum olduğundan beri okumaya doyamadığım sayılı eserlerin içinde sil baştan yapmayı seviyorum. Onun deyimiyle de engelliliğin en büyük sorunu toplumdan ötekileştirilmekten ziyade bedenin yatağa çakılı olması. İnsan kaç zaman yatabilir ki? Kaç saat? Kaç gün? Kaç ay? Kaç yıl? Peki yatarken bası yarası açılmaması için bir başkasının bedenini çevirmesine gereksinim duyduğu anlarda özgür olduğundan sözedilebilinir mi? Bedeninin hareket etmesi hele ki bir başkasının yardımıyla oluyorsa bu bir çeşit ötekileştirilme halinden ziyade bulunduğun nesneye (yatağa, sandalyeye) çivi misali esir düşme hali değil midir?
Ortopedik engelliler dışında tüm engel grupları içinde düşüncem aynıdır. İşitme engelli arkadaşlarımı gözlemliyorum da içlerindeki söylemleri eyleme dönüştürebilmek için yapabildikleri tek şey dudak okumak ve işaret dilini kullanmak oysa ki acı duyduklarında sağlıklı insanlara özgü olan feryat etmek, çığlık atmak yada acıyı dile getirmek ne mümkün
Her engelli yani çeşidi yada türü ne olursa olsun ve ne kadar iyi şartlarda yaşanırsa yaşansın hep bir engellenme halinin hüküm sürdüğü bu yoksunluk, bu eksiklik, bu yarım kalmışlık bazen çok koyuyor insana. Böyle zamanlarda ötekileşmenin acısını daha fazla duyumsuyorum oysa ki artık alıştım ve kabullendim dediğim bir zamanda kuş misali kanat çırpan ruhumun kerpeten misali içine hapsettiği bedenime isyan ediyorum...
Her zaman olmuyor bu karamsar ruh hallerim belki mevsim sonbahar o yüzden, belki hava yağmurlu bu yüzden bilmiyorum ama genel yaşantım böyle olsaydı yaşayamazdım heralde..
Özgürlüğü bu kadar severken, esarete yenik düşmenin acısını paylaşmak istedim sadece...