Engelsiz Mektup

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,507
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Size biraz sonra anlatacağım hikâyede hiçbir "engel" tanımayacağım. İçinde var olduğum hayatın tüm engellerini bir süreliğine yıkacağım. Anne baba…
Kimsiniz bilmiyorum ama içimde yıllardır biriktirdiğim, size anlatmam gereken şeyler var ve siz de eğer isterseniz kulak verin sözlerime. Kulak demişken; duyma yetimi çok uzun zamana evvel kaybettim. Daha doğrusu hiç kazanmamış olduğum bir imkânsızlık yetisi.
Bosna-Sırp savaşının kızgın kazanına doğmuşum. Anneannemin dediğine göre, anne sen bir hastanede hasta bakıcısıymışsın. Hastanede tanıştığın Sırp bir askere (babama) aşık olmuşsun ve bana hamile kalmışsın. Savaş patlak verince babacım sen annemi bırakıp ortadan kaybolmuşsun. Senin yüzünden dedem (sonradan pişman olsa da) elin Sırp piçini taşıyan annemi istememiş. İlk piç damgasını da rahmetli dedemden yemişim. Anne, sen hiç ses etmeden pılını pırtını toplayıp babamı bulma derdine yollara düşmüşsün. Cebinde ne para ne yiyecek (o hengâmede paranın da anlamı yok gerçi),daha ilk kez kasabanın dışına çıkmışsın. Annecim, beni kendi başına doğurmuşsun. Daha doğrusu beni savaşın ortasına bırakmışsın. Bosnalı askerler seni bulduklarında yaklaşık yarım saat önce ölmüşsün. Savaş başlayalı 2 buçuk hafta olmuş. Ve nur topu gibi olan beni bir onbaşı kucağına almış. Biraz ileride bir top patlamış. Askerler yere yatmış. Çalıların arasına düşmüşüm ben. Yarım saatlik bebek ne anlar toptan tüfekten. Duyma yetimi nasıl kaybettiğimi duyamayacak ve duyduğumu hatırlayamayacak kadar küçükmüşüm. Sevgili anneciğim ve babacığım, “her şeye rağmen” ile başlayan cümleleri oldum olası sevmem ve bunları anlatırken isyan ve teşekkür arasında gidip gelmekten de hoşnut değilim. Siz olsanız demeyeceğim ya da dememeliyim ve yahut demek istememeliyim. Her neyse…
Bosna’dayken Sırp piçi derlermiş bana. Merak ettim durdum hep bana ne dediklerini. Arkadaşlarımın bana ne dediklerini söylemesi için çok yalvardım anneanneme. Türkiye’ye geldikten sonra anneannemin dediğine göre “sağır çiyan, sırp çiyan” demişler bana. Arkadaşların seni çok seviyor dese de sevilmediğimi biliyordum. Bana ne dediklerini duymamış olmaktan çok memnundum aslında. Eğer duymuş olsaydım çok üzülürdüm. İnkâr ederim.
Her gün konuşabilme hayaliyle uyanıyordum. Her gün onlara ” ben de sizin gibi bir çocuğum, ben de dondurmayı seviyorum, benim de kalbim atıyor ben de nefes alabiliyorum” diye bağırabilme umuduyla uyanıyordum. Büyüdükçe kendimi farklı hissetmeye başladım. Ben onların ağızlarını okumayı öğrenmiştim ama onlar benim hareketlerimi anlayamayacak kadar engelsiz birer engelliydiler. Vicdanlarını, kalplerini, insanlıklarını engellemişlerdi.
İşin ironik kısmı da bu dünya sadece onların zannediyorlardı. Hep şu yanılgıya saplanıp kaldılar: Kulağı duymayan biri hayattan bihaber yarım insandır. Ama aksine ben im gözlerim bana hep kulak oldu, ellerim dil oldu, gölgeler yankı oldu gözlerime. Her şeyi anlıyordum biliyordum…

Bir çocuk vardı, adı Yılmaz’dı. Beni, ilk tanıştığımız günden beri anlamaya çalışıyordu. Annesi benimle görüşmesini istemiyordu. Yılmazla oynadığımız her zaman bunu bakışlarından, elini aşağı yukarı kaldırmasından anlıyordum. O her seferinde kaçıp sokağa yanıma geliyordu. Farklı okullardaydık. O engelsiz çocukların gittiği okula gidiyordu; ben engelli çocukların okuluna. Liseye geldiğimizde artık benim dilimi öğrenmişti. Benim için ellerini kullanan ikinci kişiydi. On altı yaşındaydık ikimiz de.
Sokakta oynayamayacak kadar büyümüştük. Görüşmek istediği zaman hava kararır kararmaz odamdaki pencereye lazer ışığı tutuyordu. Bende aşağı iniyordum. Bir gün yine sokağa indim. Bana parktan koparttığı bir papatya verdi. Benim papatyaya benzediğimi ve en sevdiği çiçeğin papatya olduğunu söyledi. Hayatımın en güzel son günüydü o gün. O günden sonra hiç lazer ışığı gelmedi odama. Bir daha havanın kararmasını da hiç istemedim. Yolda karşılaşırız bahanesiyle sürekli karşı mahalledeki bakkala gidiyordum. Karşıdan karşıya geçerken gördüm onu. El salladım. Kafasını çevirdi ve dolmuşa binip gitti. O an şunları geçirdim içimden: “Ne zaman güneş benim içinde doğacak, yıldızlar saklanmaktan, ağaçlar morarmaktan vazgeçecek işte o zamana kadar engelsiz bir hayatın hayalini kuracağım ben de”.
Aradan dört yıl geçti. Anneannem öldü. Hayallerimi büyüttüm, büyüttüm, kocaman bir balon yaptım. O beni hiç yalnız bırakmamıştı. Balonumun patlamasına da hiç izin vermedi. Ama siz hiçbir zaman balonuma dokunmadınız anneciğim ve babacığım. Kocaman yaptığım balonun içindeki tüm hayalleri biri gelir de patlatır kaygısını taşımadınız.
Şimdi siz bir zamanlar varmışçasına kendi hayalimdeki anne ve babaya anlatıyorum o balonun nasıl patladığını…
Sizin apansızın gittiğiniz, bıraktığınız bu dünya, ayazın ortasında buz gibi suyla soğuk almaktan farksızdı. Dünyanın en hayvani yanını sizi kaybettikten sonra gördüm. KAYBETMEK. Kaybetmenin sözlük anlamını biliyorum! (kazanmış olduğun bir şeyin artık mevcut olmaması). Eğer erkenden çekip gitmeseydiniz tüm bu olana “hayat” deyip geçerdim, ama öyle geçemedim. Sesimi duyamazsınız ancak içimdeki çırpınışları duymaya çalışın istiyorum. Mütemadiyen uzaktasınız ama size yaklaşmam için yattığınız yerden ses çıkarmadan beni dinlemenizi istiyorum.
İçimde diğer insanlarda olmadığı kadar hayat ışığı vardı. Ellerimle ve gözlerimle hiç kimsenin izlemediği sessiz filmleri çektim. Görme yetimin el verdiğince tarif edeceğim yaşadığım şehri. Anneannem öldüğünden beri tek başıma yaşıyorum. Bir de köpeğim var; yıllardır bir an olsun ayrılmadı benden. Bembeyaz tüyleri var. Adı Sadık. Çok sessiz sakin bir köpek. Sağ elimi yana yatırıp kalbime götürdüğümde ona seslendiğimi anlıyor.
O gecede yanımdaydı Sadık. Onunla birlikte caddeyi seyrettik. Caddeler Sadık’la uyum içindeydi. Sonra onu dolaştırdım. Biraz karda oynadık eve geldik. Her yer bembeyazdı. Bu şehirde beyazın hiç kalkmaması en güzeliydi. Ama biraz erimeye dursun tüm iğrençliklerini kapatamama korkusuyla insanları birbirine düşürüyordu. Benim engelimi de o gün için kapatamadı. O karlı kış günü beni gizleyemedi.
Saat epey ilerlemişti. Örgü örüyordum. Sadık ayaklandı, ağzını açıp aşağı yukarı zıplamaya başladı. Bu onun telaş belirtisiydi; ne zaman kapıcı gelse yanıma gelip sıçrardı. Ama saate baktığımda kapıcının gelmesinin ihtimali yoktu. Kapıya geldiğimde sadık kapıya dayandı. Kapı deliğinden baktım. Kapının merdivene bakan kısmında yavru bir kedi vardı.” Sadıkta kedinin sesini duyup heyecanlanmıştır haliyle” diye düşündüm. Hiç tereddütsüz kapıyı açtım. Kediye yaklaştım, tam elime alacakken kaçtı arkamı döndüğümde Sadık yarı baygın şekilde yatıyordu. Kollarımdan iki kişi tuttu. Çığlık atmayı bilmiyordum. Hiç konuşmamıştım. Eminim Sadık’ın çıkarttığı seslerden bile daha sessizdi çıkardığım sesler. Nefesimin kesildiğini hissettim. Sonrası karanlık.
Gözlerimi açtığımda yarı çıplak vaziyette yatıyordum. Evde tek bir işaret yoktu. Her yer darma duman olmuştu. Anneannemin fotoğrafı yerde kırık çerçevesiyle duruyordu. Güneş doğmuştu. Ama bu kadar karanlık bir güneş görmemiştim daha önce. Koridoru hızlı geçtim. Tavanla yer birleşmiş gibi geldi gözüme. Üzerime bir elbise geçirip sokağa attım kendimi. Çok soğuktu dışarısı. İliklerime kadar soğuğu hissettim. Arkamdan geldi Sadık. “İmdat!” diyemiyordum. Nereye yönelsem Sadık yanımdaydı. Yoldan geçen arabalara el salladım. Durmadı hiç biri. Kimse bakmıyordu bana. Hiç kimse arabasını durdurmadı.
Karakolu geldiğimde de beni almaya çalışan bir insan evladı yoktu. Bana babasız diyorlardı, ama hiçbirisinin benden farkı yoktu. Polisler beni başlarından salıp hastaneye gönderdiler. Doktorlardan biri beni anlamaya çalıştı. Bir dilsiz getirilmesini istedi. Ben ağlıyordu. Sadece ağlıyordum. Anlatamıyordum, bağıramıyordum. Kolumu göstermeyi unutmuştum. (Koluma; adımın, soyadımın doğum tarihimin, nereli olduğumun detaylı bir şekilde dövmesini yaptırmıştım yıllar önce). Doktorlar bana gülmeye başladı. O an anladım ki onların tanrıları da acil servisteydi.
Eve gittiğimizde evde hiçbir dağınıklık yoktu. Ev eskisi gibi yerli yerindeydi. Sadece eksik eşyalar vardı. Polislerin biriyle göz göze geldim ve bana çok tanıdık geldi yüzü. Yüzündeki kırışıklıkları hesaba katarak yaklaşık kırklı yaşlarının ortalarındaydı. Yere eğildi, cebine bir şey koydu sonra. Kendi aralarında konuşarak evden çıktılar. Ben de arkalarından gittim. Arabaya binmek üzereyken başka bir polis geldi yanlarına. Boynunda ince gümüş bir zincir vardı. Tanıyordum onu, evet evet tanıyordum. Evime giren adamlardı bunlar. Beni görmemişti hiçbiri. Yanlarına koşmaya başladım. Beni zorla arabaya bindirip hastaneye götürdüler. Rütbeleri vardı ama. Ben vasıfsız sağır bir genç kızdım.
“Nasıl bu kadar aptal olabildin” diyebilirsiniz anneciğim ve babacığım. Ama konuşamıyordum, bağıramıyordum. Dünyanın bu kadar dondurucu olabileceği ihtimalini düşünmemiştim. Deli olduğumu düşündüler. Sonunda deli damgasını da vurdular. Beyazı da beyaz vücuduma iyice oturttular. Hiç görünmüyorum şu anda anneciğim ve babacığım. Artık bembeyazım…
Aaa unuttum. Atladım birkaç yeri. Ne mi oldu? Polislere (ki ciğerlerini kedilerin bile yemek istemeyeceği insanlar onlar) inandılar yoksa sağır dilsiz ve tek şahide yarı kör bir köpek olan bir kıza mı? Daha sonra polislerden birinin sarkıntılık ettiği bir kadın tanıklık etmek için benimle görüşmek istediğini söylemiş. Ama dedim ya ben bembeyazım artık.
Beni bir odaya koydular. Kocaman, bembeyaz bir oda. Her metre karesi bana özel. Her kolonu “sağırlığım, dilsizliğim, soyum ve beni delirtmek için dikmiştiler sanki. Sabah öğle akşam yemeği veriyorlar…
Hayalimdeki anneciğim ve babacığım... Şu an içimden şunları geçiriyorum : “ Ne zaman güneş enim için de doğacak, yıldızlar saklanmaktan, ağaçlar morarmaktan vazgeçecek, işte o zan tüm engeller yok olacak. O zamana kadar engelsiz bir hayatın hayalini kuracağım ben de.”

Yazarın Ögeçmişi:

Adım Zeynep Uçar. 26.06.1991 yılında İzmir’de doğdum. Bir benden büyük 2 erkek kardeşim var. Babam ve ailesi 1979 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelip İzmir’e yerleşmişler. Ben İzmir’de büyüdüm. İlk ve orta öğretimimi İzmir’de tamamladım. Şu anda Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde okumaktayım.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst