Köyde ona  Falak Osman  derlerdi.  Hatta  sonraları  “ Osman” ismi unutulmuş,  “Falak”  diye  anılmaya  başlanmıştı. Sabah gün doğmadan herkesten önce işe gittiğinden mi,   yoksa sırtındaki kamburdan  dolayı  mı  bu isim verilmiş bilinmez..  Kendisiyle barışık, küçük şeylerle mutlu olmasını bilen bir insandı.  Geçirdiği bir talihsiz kazadan dolayı  sırtında testi gibi duran  kamburun oluşması,  sağ omzunun çökük, belinin öne doğru bükük   olması,   kendisine  neşesinden bir şey kaybettirmemiştir.       O’nu görünce  kendi kendime,   “neden ondaki neşenin  birazını olsun  kendimde ve  diğer insanlarda  göremiyorum?”  diye sorardım.  
Marangozluktan anlardı. Kışın köyün erkekleri kahve beklerken O, kadınların yufka ekmek yaptığı senit ve oklavalardan yapardı. Şimdi plastik ürünlere yenilmiş olan, yerini Çin malı pusetlere bırakan, ahşap beşikler onun ellerini eseri idi. Kimbilir kaç tane bebek ninnilerle büyüdü o ahşap beşiklerde. Çobanlar için ustaca kaval yapar, kendisi de iyi çalardı. Hatta yörede, karısı Hacer’in kaval sesine vurularak kendisine kaçtığı söylenir.
Yardımseverdi. Kim imece usulü bir iş yaptırırsa, karşılık beklemeden mutlaka orada yerini alırdı. Köyün en fakirlerinden olmasına rağmen, Hacer’in de güleryüzlü olması nedeniyle olsa gerek, evinden misafir eksik olmaz, bulduğunu konu komşu ile yemekten hoşnut olurdu. Doğuştan gelen sakatlıkla sol ayağını sürüyerek yürüyen Hacer de, kışın köy ilkokulunda hademelik yapar, yazın bulduğu her işe koştururdu.
 
Bahar ve yazda kahveler genellikle boş kalırdı. Köylülerin bir araya gelmesi Cuma günleri olur,, o gün camiden çıkanlar hemen dağılmaz, cami bitişiğindeki duvarın dibinde bulunan uzun ağaç kütüğüne oturarak kuşlar gibi tünerler, bir süre sohbet ederlerdi. Yine bir Cuma sonrası, camiden erken çıkan Falak, yüzü bahar güneşine karşı gözlerini kırpiştırarak aynı kütüğün üstüne yerleşti. Sıkıntılı görünüyordu. Yüzü, çok bilinmeyen denklemli zor bir matematik problemi çözüyormuş gibi düşünceli idi. O’nu gören, iyi konuştuğu birkaç arkadaşı gelip yanıbaşına iliştiler. Her zaman kendine iş bulan Falak Osman’ı böyle boş görmeye alışık değillerdi. Bir sıkıntısı olup olmadığını sordular. Falak:
DEVAMI
	
		
			
		
		
	
				
			Marangozluktan anlardı. Kışın köyün erkekleri kahve beklerken O, kadınların yufka ekmek yaptığı senit ve oklavalardan yapardı. Şimdi plastik ürünlere yenilmiş olan, yerini Çin malı pusetlere bırakan, ahşap beşikler onun ellerini eseri idi. Kimbilir kaç tane bebek ninnilerle büyüdü o ahşap beşiklerde. Çobanlar için ustaca kaval yapar, kendisi de iyi çalardı. Hatta yörede, karısı Hacer’in kaval sesine vurularak kendisine kaçtığı söylenir.
Yardımseverdi. Kim imece usulü bir iş yaptırırsa, karşılık beklemeden mutlaka orada yerini alırdı. Köyün en fakirlerinden olmasına rağmen, Hacer’in de güleryüzlü olması nedeniyle olsa gerek, evinden misafir eksik olmaz, bulduğunu konu komşu ile yemekten hoşnut olurdu. Doğuştan gelen sakatlıkla sol ayağını sürüyerek yürüyen Hacer de, kışın köy ilkokulunda hademelik yapar, yazın bulduğu her işe koştururdu.
Bahar ve yazda kahveler genellikle boş kalırdı. Köylülerin bir araya gelmesi Cuma günleri olur,, o gün camiden çıkanlar hemen dağılmaz, cami bitişiğindeki duvarın dibinde bulunan uzun ağaç kütüğüne oturarak kuşlar gibi tünerler, bir süre sohbet ederlerdi. Yine bir Cuma sonrası, camiden erken çıkan Falak, yüzü bahar güneşine karşı gözlerini kırpiştırarak aynı kütüğün üstüne yerleşti. Sıkıntılı görünüyordu. Yüzü, çok bilinmeyen denklemli zor bir matematik problemi çözüyormuş gibi düşünceli idi. O’nu gören, iyi konuştuğu birkaç arkadaşı gelip yanıbaşına iliştiler. Her zaman kendine iş bulan Falak Osman’ı böyle boş görmeye alışık değillerdi. Bir sıkıntısı olup olmadığını sordular. Falak:
DEVAMI
 
				 
  
  
 
		 
 