Fildişi Kuleler

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
FİLDİŞİ KULELER
Tavandaki küçük noktalar daha önce dikkatimi çekmemişti. Bembeyaz olduğunu sandığım tavan aslında irili ufaklı gri noktalarla doluydu. Gözlerimi sağa sola oynatınca noktaların da hareket ettiğini gördüm. Lekeler gözlerimde miydi? Emin olmak için gözlerimi birkaç kez açıp kapattım. Noktalar yerli yerinde duruyordu. Kapımın çalındığını duyunca kendime geldim. "Hayatım uyandın mı?" Bu ses tonuna birkaç aydır fazlasıyla alışmıştım. Kazadan beri... Daha önceleri karımın üzüntülü, sevinçli, meraklı, şaşıran, gülen, ağlayan pek çok farklı sesini duymuştum Ancak kazadan sonra bu ses tonu onun üniforması gibi olmuştu. Benim olduğum her yerde bu dingin ve şefkatli ses tonunu kullanıyordu. "Nasılsın bugün?" "İyiyim."Ellerimden tutup yatakta doğrulmama yardım etti. Bacaklarımı iki ay süren rehabilitasyona rağmen çok az hissedebiliyordum. İsteklerimi yerine getirecek güçleri yoktu. Belimden aşağıda, başkasına aitmiş gibi duruyorlardı. Yatağın kenarındaki akülü sandalyeme eşimin yardımıyla geçtim. Bu sandalye ilginç bir araçtı. İhtiyaç duymasam eğlenmek için binebilirdim. Ancak bacaklarımın yerine geçen bu araca mahkum olmak hiç de eğlenceli değildi. Odanın kapısından çıkarken bir an aklıma geldi. "Şu tavana bakar mısın ? Sen de gri lekeler görüyor musun?" Eşim dikkatle tavana baktı. "Hayır görmüyorum."Deliriyor olabilir miydim ? Sanmam... İnsanların delirirken gri noktalar gördüğünü duymamıştım. Arkamdan gelen karımın bana şüpheyle baktığına emindim. Birkaç metre sonra evin en sevdiğim bölümüne geldim. Çalışma masamın önünden geçiyordum. Kazadan beri dokunmadığım masamın üzeri o kadar düzenliydi ki beni tanıyan biri orada uzun zamandır çalışmadığımı anlardı. Masamda en son yaptığım iş, Fildişi Kuleler'in rötuşları olmuştu. Şirket geçen ay inşaatı bitirmişti. İstanbul'un en yüksek yapılarından biri olmuştu. Televizyon ve internetten açılışı izlemiştim. Maket ve illüstrasyonlarda gördüğümden çok daha güzel ve görkemli olmuştu. Bana uluslararası ödüller kazandıran Ürdün'deki projemden bile daha güzeldi.

Yemek masasına geldiğimde hizmetçimiz eşiminkine benzeyen ses tonuyla "Süt mü, çay mı alırdınız efendim?" dedi. Güne ruh halime göre süt veya çayla başlardım. "Süt lütfen." Porselen sütlükten fincanıma süt doldurdu. Masadaki yiyeceklerden oluşturulmuş kahvaltı tabağımın yanına bıraktı. Sütümden ilk yudumu aldıktan sonra; "Bugün kulelere gideceğim." Karım aynı ses tonuyla; "Sevgilim yapma Allah aşkına, doktor dinlenmen gerektiğini söylüyor. Ama ben aklına nereden geldiğini biliyorum. Çalışma masanın yerini değiştireceğim." "Masamla ilgisi yok." Hizmetçiye döndüm. "Aziz evde mi ?" Hizmetçi bir bana, bir eşime bakıyordu. İşaretleşmelerini görmek, engellemek için dikkatle ikisine bakıyordum. Soruma daha fazla yanıtsız kalamadı. "Evde efendim." "Söyle ona bir saate çıkıyoruz. Arabayı hazırlasın." "Emredersiniz." Umursamıyormuş gibi davranmaya çalışıyor, herhangi bir günmüş gibi iştahla kahvaltı ediyordum. Aslında ediyor-muş gibi yapıyordum. Eşimin söyleyeceği herhangi bir şey ortalığı gerebilir, günün tadını kaçırabilirdi. Daha kötüsü, onun yardımına ihtiyacım vardı. Her ne yapacaksam onu kırmadan, incitmeden yapmalıydım.O ise önündeki tabağa elini sürmeden beni izliyordu. Ona bakmasam da bakışlarını ve bakışlarının altındaki anlamı hissedebiliyordum. Hizmetçinin konuştuğunu duymuyordum. Demek Aziz'i aramamıştı. Eşim derin bir nefes aldı... "Hayatım biraz daha sabret. Biliyorum çok sıkıldın ama daha sonra beraber gideriz kulelerine. Hatta doğum gününü de orada kutlarız ne dersin ?" "İyi fikir. Ben bugün gidiyorum, doğum günümde de beraber gideriz." "Bak Vedat. Doktor senin sarsılmaman gerektiğini, araba yolculuğunun sıkıntı yaratabileceğini söyledi. Sen de biliyorsun." "Nazan ben rehabilitasyon merkezine uçarak mı gidiyorum? Haftanın üç günü zaten arabaya biniyorum." "Ama o tedavi için." "Bu da tedavi için. Tavanda uçuşan lekeler görmeye başladım. Benim acilen evden dışarı çıkmam lazım." Tabağımın yanından cep telefonumu aldım. "Alo. Aziz..." "Buyurun Vedat Bey." "Ayfer seni aradı mı arabayı hazırlaman için?" "Aramadı efendim." "Tamam. Arabayı hazırla. Bir de düşün bakalım tanıdığın iyi bir hizmetçi var mı ?" "Hizmetçi?" "Evet. Söylenenleri yapan bir hizmetçi lazım bize."

Nazan'a sorun çıkarıp onu yıldırırsam evden kolayca çıkacaktım. Ayfer, Nazan'ın sağ koluydu. Yabancılara güveni olmayan karımın yeni bir hizmetçiyi kabullenmeyeceğini biliyordum. Hizmetçisini kaybetmemek için gitmeme fazla itiraz etmeyecekti.

Nazan hazırlanmama yardım etti. Belki biraz zorlasam kendi başıma da giyinebilirdim ancak kollarımdan destek alarak kalkınca pantolonumu giydirecek birine ihtiyacım vardı. Giyinme töreni bittiğinde arabamla kapıya yöneldim. Hızlı olmaya çalışıyordum, bir an önce dışarı çıkmalıydım. Kazadan sonra köşkün merdivenlerinin bir kısmı iptal edilmiş, akülü arabamla inebileceğim bir rampa hazırlanmıştı. Rampanın ucunda minibüsüm park etmişti. Aziz de kapıyı açmış beni bekliyordu. İncecik bıyıkları, zayıf ve kemikli yüzüyle Aziz'e adını koyamadığım bir güven besliyordum. Kaza da onun olmadığı bir sabah başıma gelmişti... Rampadan inip minibüsün yanına yanaştım. "Nasıl yanaştım ama Aziz?" "Harikasınız efendim." Minibüste akülü arabamın kolayca çıkmasını sağlayan bir mekanizma vardı. Onun rampasından minibüse çıktım. "Nazan sorun çıkarmadan gazla, gidelim." "Emredersiniz." Arabamın yerleşmesine yardımcı oldu, arabanın kilitlerini ve benim kemerimi bağladı. Nazan kapıdan bizi izliyordu. Ona yapmacık bir gülümsemeyle el salladım. O da baktığımı görünce yüzündeki kaygılı ifadeyi değiştirip, her zamanki tebessümüyle bana el salladı. "Vedat, gecikmeyin. Gidince arayın." "Tamam ararım." Aziz merakla bana bakıyordu. "Hastaneye mi gidiyoruz efendim?" "Hayır. Fildişi Kulelere..."

Dünyanın en uyumlu insanı olduğum söylenemezdi. Ancak kazadan beri uyumlu olmak konusunda kendimi zorluyordum. Bu, hayatımı kolaylaştırıyordu. Aziz minibüsü kullanırken pencereden geçip gidenleri seyrediyordum. Üç ay önce böyle bir günde jipimle çıkmıştım. Sabahın ilk ışıklarıydı, yağmur çiseliyordu. Aklımda Fildişi Kuleler'in servis asansörlerinde yapılacak revizyon vardı. Gözümün önünde asansörün kabin boyutları, taşıyıcı sistemin hesapları, kabinin ağırlık merkezinin rakamları uçuşuyordu. O sırada komşu villalardan birinin köpeği zincirini kopartıp bahçeden firar etmiş, jipin önüne fırlamıştı. Onu gördüğümde tüm gücümle frene basmıştım. Köpek kurtulmuştu... Kaygan yolun da etkisiyle yoldan çıkan aracım köşedeki ağaca çarpmıştı. Hava yastıkları bedenimin üst tarafını kurtarsa da bacaklarım kabinle koltuk arasına sıkışmıştı...

Kaza yaptığım yere yaklaşmıştık. Hastane farklı bir yerde olduğu için bu yolu kullanmıyordum. Kazadan beri burayı görmemiştim. Kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Kafamı uzatıp baktığımda çarptığım ağacı gördüm. Gövdesinde hala kırmızı jipimin boya parçaları duruyordu.

İki ameliyat ve iki aydır süren rehabilitasyon. Doktor çalışmaya devam edersem yürüyebileceğimi söylemişti. Umutla acılarıma katlanarak o günün gelmesini bekliyordum. Rehabilitasyon dedikleri şey gerçekten çok acı veriyor. Daha acısız olabileceğini düşünerek tam üç yer değiştirmiştim ancak çektiğim acı değişmemişti. Doktorlar; "Ağrı kesici ile yapamayız efendim. Sinirlerinizin vereceği tepkiyi de görmemiz gerekli." diyordu. Onlara göre sinirlerimin bu tepkiyi vermesi, acı duymam iyiye işaretti.

Kulelere yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Projeyi oluşturmam bir yılımı almıştı. O güne kadar yaptığım en farklı ve en özel tasarımdı. Projenin resmine bakanlar bile etkileniyordu. Açılışı önemli bir devlet adamı yapmış, bu projenin ülkemizin çağdaş ve aydınlık yüzünü yansıttığını söylemişti. Toplam altı bina bir çember oluşturuyordu. Çemberin iki yanında projeye adını ve ruhunu veren Fildişi Kuleler yükseliyordu. Kulelerin betonarme ve cam giydirmeleri fildişi rengiydi. Zamanla grileşmeyen özel bir boya kullanılmıştı. Kulelerin yanlarından fildişi eğimiyle göğe doğru yükselen kolları vardı. Kulelere çıkan insanların internette paylaştığı videoları defalarca izlemiştim. Kuleye çıkacağım günü sabırsızlıkla beklemiştim. Kaza sonrası iyileşmek için motive olmamı, hatta rehabilitasyonun acılarına katlanmamı bu beklenti sağlamıştı. Şimdi trafik ışıklarında beklediğim saniyeler geçmek bilmiyordu. Vadedilen oyuncağını almaya giderken acele eden, içi içine sığmayan küçük bir çocuk gibiydim.

Yol kenarındaki tabelayı gördüm. "Fildişi Kuleler. Otopark 100 metre ileride solda" yazıyordu. "Aziz otoparka girme." "Nereye park edelim efendim?" "Ana bahçenin girişinde cepler tasarlamıştım. Merdiven girişlerine. Boş olan bir cebe park edebilirsin." "Emredersiniz." Kuleleri görebiliyordum. Güneş açık renk camlardan tüm parlaklığıyla yansıyor, duvarların yansıttığı daha mat ışıklar camların parlaklığını çerçeveliyordu. Hayallerini kurduğum kuleler gün ışığının altında masal kitaplarından fırlayıp çıkmış gibi duruyordu. Gurur ve mutluluğum göz pınarımda bir damla olup dudağıma süzüldü...

Boş bir cebe ustaca bir manevrayla park eden aziz kapımı açtı, yanıma gelip arabamın kilitlerini açtı. Minibüsten inmemi sağlayan platformdan aşağı indim. "Aman efendim yavaş..." "Tutma beni Aziz. Bugün benim doğum günüm." Artık ben ve kulelerim dünyanın merkezindeydik. İnsanlar yeşil alanda yürüyor, havuzun sudan desenler oluşturan otomatik fıskiyelerini seyrediyorlardı. Gizlenmiş hoparlörlerden duyulan dinlendirici müzik eşliğinde cep telefonlarıyla konuşan insanlar hızlı hızlı yürüyor, içeride alışverişini yapan insanlar özel tasarlanan şehir mobilyalarında dinleniyordu. Ağaçlar bahar çiçekleriyle donanmıştı. Aynı konseptte birleştirilen rezidans, alışveriş merkezi ve yeşil alanlarla kusursuz bir yapıydı. Kısa zamanda İstanbul'un simgelerinden biri olacaktı. Ancak iç dekorasyon da en az kulelerin dışı kadar önemliydi. Bu noktada dükkan sahiplerinin tercihi önem kazanıyordu ama onlara yol gösterici olması için birkaç alternatifli iç dekorasyon projesi hazırlamıştık. Acaba hangi projeler daha fazla tercih edilmişti ? İçerisi benim için sürprizlerle doluydu. "Evet efendim, geldik... Hava çok güzel merak etmeyin efendim..." Aziz bir yandan karıma rapor verirken diğer yandan kaçamak bakışlarla bana bakıyordu. Kızacağımı düşünüyordu. Şu anda Nazan'a bile kızamazdım. Telefonunu kapatırken... "Nazan hanım aradı efendim." "Anladım anladım... Hadi içeri geçelim." "Emredersiniz." Merdivenlerin kenarlarına bakındım. Ana avluya çıkmak için 4-5 basamaklı merdivenler vardı. "Rampa var mıydı efendim?" Hafızamı yokladım. Rampa vardı diye hatırlıyorum. "Var var... Merdivenlerin kenarında olacak." Aziz de ben de merdivenlere bakıyorduk ama görünmüyordu. "Diğer tarafta mıydı acaba? Aylar oldu hatırlamıyorum..." "Bakalım efendim." Avlunun çevresini dolaşmaya koyulduk. Her merdivene umutla yaklaşıp hayal kırıklığıyla geçiyorduk. Yaklaşık yarım saat içinde kulelerin çevresini dolaşıp onlarca merdivene baktık, başladığımız yere geri döndük. Rampaları ihmal etmiş olamazdım. Bir anda aylar öncesindeki telefon konuşması gözümün önünden geçti. İnşaat mühendisi avlunun inşası sırasında beni aramış, rampaların korkulukların estetiğini bozduğundan bahsetmişti. O gün yoğundum. İnşaata gelemeyeceğimi, projeyi doğru bildiği şekilde uygulamasını söylemiştim. Bu mühendisle daha önce de çalışmıştım ve vermesi gereken hızlı kararlarda bilgi ve tecrübesine güveniyordum... Görünen o ki, rampaları yapmamıştı... Eğer o gün yapılması için net konuşsaydım şimdi projedeki rampalar yerli yerinde olacaktı. Zihnimde kendi kendimle kavga ederken Aziz'in endişeli sesiyle irkildim... "Efendim, minibüs..." Minibüsümüz park ettiği yerde değildi. Biz avlunun çevresini dolaşırken trafik çekmiş olmalıydı. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Denizin ortasında kürekleri olmayan bir sandalda kalmış gibiydim. "Ne yapacağız Aziz?" "Efendim sizi merdivenlerden çıkarıp içeri girelim, aracı daha sonra hallederiz." Sandalyenin arkasını merdivenlere iyice yaklaştırdım. Aziz sandalyemin arkasına geçti. "Kaldırabilecek misin?" "Deneyeceğim efendim." Akülü araba, tekerlekli sandalyelere göre çok daha ağırdı. Ben de yüz kilo kadar vardım. İlk denemede tekerlekler yerden birkaç santim havalandı, Aziz daha fazla dayanamadı ve hızla yere indim. "Affedersiniz efendim." "Olmayacak. Boşuna deneme." "Bir daha deneyeceğim." Bu sefer araba, ilkinde kalktığı kadar bile kıpırdamadı. Aziz enerji harcıyordu ama ben de sıkıntıdan ter içinde kalmıştım. Kendimden, ağırlığımdan, merdivenlerden, her şeyden utanıyordum. Dışarıdan bakan biri hakkımda ne düşünürdü? Sıska bir adam, sandalyeye kurulmuş yağ tulumunu kaldırmaya çalışıyor... Bir iki kere daha denedikten sonra Aziz de yapamayacağına kanaat getirdi. Kendi binamın içine giremiyordum. Giriş kapısındaki güvenlik görevlisine seslendi... "Arkadaşım. Yardım eder misin?" İçimden cılız bir ses çıktı... "Çağırma..."

Kulelerime bu şekilde mi girecektim? İki adamın arabayı ve beni basamaklardan zorlanarak çıkarmasıyla... Görevli yanımıza geldi... "Yardım et de sandalyeyi yukarı çıkaralım." Görevli sandalyenin önüne geçti ve sanki hoşnutsuzluğunu görmemi istercesine bana bakarak yüzünü ekşitti. Sandalyenin ön alt kısmından kaldırmaya çalıştı. Aziz de arkadan kaldırıyordu. Birinci basamak, ikinci basamak, üçüncü basamak... Her basamakta önümden ve arkamdan nefes seslerini, ıkınma seslerini duyuyordum. Yerin dibine girmek, mümkünse yok olmak ve bir daha ortaya çıkmamak... Telefonda mühendise "O rampalar yapılacak" demiş olsaydım...

Son basamağı çıktık. "Teşekkür ederim.." Adamın yüzüne bakamıyordum. Tırnaklarım sıkı sıkı tuttuğum kollukların derisine geçmişti. Aracın kolluklarından sünger parçaları dışarı çıkmıştı. "Rica ederim..." Yüzüne zorlukla bakabildim. Adam kıpkırmızı olmuştu. "Böyle bina yapmışlar ama sakatları düşünmemişler... Geri zekalı herifler..." Kalakaldım. Görevli uzaklaştı. Aziz karşıma geçmiş, bana bakıyordu. O da kalakalmış, bir şey söyleyememişti. "Efendim ?" Cevap veremedim... "İçeri girince yönetimle konuşalım. Terbiyesizlik etti." Zorlukla, "Yoo etmedi" diyebildim. "Benim gibi bir mimarın isteğini uygulatmaması geri zekalılıktır." Aziz arabayı kulelere yönlendirdi. Benim çalıştırıp binalara ilerlememi bekliyordu. "Gitmeyecek miyiz efendim?" "Gitmeyeceğiz Aziz. Hevesim kaçtı. Minibüsü çekildiği yerden alıp getir. Çıktığımız gibi ineriz..." Duvarlarda ve camlarda oynaşan güneş ışıkları umurumda değildi artık. Aziz sağa sola telefon ederken gözlerimi basamaklardan ayıramıyordum.

Murat YAZAN

1971 yılında doğdu. Sosyoloji eğitimi aldı. Halen reklam filmleri ve kurumsal eğitim filmleri için metin ve senaryo yazarlığı yapmaktadır. Medya ve sosyal medyanın eğitimde daha aktif kullanılması için göstergebilim ve medya sosyolojisi üzerine araştırmalar yapmakta, İstanbul'da yaşamaktadır.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst