Fiziksel Hastalıklara Bağlı Gelişen Depresyon

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Fiziksel hastalıklar ve ruh sağlığı (özellikle depresyon) insan varoluşunun ve insan hayatının en yaygın iki durumudur. Her fiziksel hastalık yeni bir duruma, bir krize yol açar. Bu yeni durum bireyin bedensel, ruhsal, sosyal bütünlüğüne darbedir. Kişide, basit-doğal sıkıntıdan, kayıp-yas tepkisine, narsisistik bütünlüğün tehdit edildiği duygulanımına dek tepkiler uyandırır. Ayrılık endişesi, gelecek endişesi, ölüm korkusu, yeterlilik-bağımsızlık kaybı korkusu, vücut organ ve bölümlerinin zedeleneceği kaygısı, pişmanlık-suçluluk duygu ve algısı vb. tepkiler uyandırır. Aynı bireyin bedensel, ruhsal, sosyal yetileri ve uyum potansiyeli vardır. Ancak bir problem, çatışma çözümlenemeyince, değişen realiteye uyum sağlanamayınca, problem engellenemeyince psikolojik belirtiler ortaya çıkmaktadır.

Fiziksel hastalığın neden olduğu kriz, kayıp algısı, kişinin öz-saygı ve beğenisini zedeler, umutsuzluk, psikolojik yas, depresyonun gelişmesinde rol oynar. Öz saygı azalması, depresyonun gelişiminde zemini hazırlar. Fiziksel hastalık ya da hasar durumlarında akut ya da kronik hastalıklarda, organ kayıplarında vücut imajı, kendilik değeri zedelenir. İş, aile, sosyal yaşam, ilişkileri etkilenir, bilinmeyen örtülü çatışmalar (ego enfarktı, işlevsellikte azalma, kayıp algısı) ortaya çıkar. Hastanın hastalığı nasıl algıladığı, baş etme biçimi, çevre destek sistemleri, etkilenen organın sembolik anlamı, algısı (amputasyon, mastektomi, histerektomi vb.) hastanın yaşam dönemi, zorlanmaya verilen cevap biçimleri, uyum potansiyeli, ego gücü, sosyal çevrenin hastayı ve hastalığı algısı önemlidir. Bunlar depresyon gelişiminde rol oynar. Fiziksel hastalıklarda depresyon gelişiminde, biyolojik, psikolojik ve psikososyal birçok faktör vardır. Bunlar;

Hastalığın kendisi (fiziksel hastalığın niteliği ve seyri)
Nörobiyolojik (endokrin, hormonal, nütrisyonel, elektrolit) etkiler
İlaçlar (kortikosteroidler, antihipertansifler, hormonlar, antikanser ilaçları, antitbc ilaçları, oral kontrasepsiyon...)
Kişinin uyum yetenekleri, hastalık öncesi kişilik ve yaşamı ve sosyal çevresi
Psikolojik tepkilerdir.



Her hastada depresyon geliştiği düşüncesi de, depresyon gelişmesinin doğal, beklenen bir durum olduğu düşüncesi de yanlıştır. Sağlıklı ya da normal bir uyum tepkisi ile ruhsal bozuklukları ayırt etmek gerekir. Fiziksel hastalığı olan kişilerde depresyonun etyolojisi, tanı ve tedavisinin özgün yöntemleri vardır. Biyolojik durumu dikkate almadan, ruhsal işlevleri bütüncül kavrayamayız. Tıbbi hastalığı olanlarda ortaya çıkan depresyon, genel psikiyatride görülen depresyondan, klinik özellikleri, belirtileri ve gidiş özellikleri açısından farklıdır.


Fiziksel hastalığı olan hastalarda depresyonun çekirdek belirtileri şöyledir:

"Çaresi yok, hastalığım iyileşmeden, tümüyle geçmeden kendimi iyi hissedemem" gibi düşünceler,
Cezalandırıldığını düşünme, suçluluk duyguları
Çaresizlik, umutsuzluk, başarısızlık duyguları,
İlgi kaybı, haz yetisinin kaybı,
İntihar düşünceleri,
Karar verme güçlüğü,
Ağlama hali, sürekli kaygı.



Bu belirtilerin yoğunluğu, süresi, şiddeti, yaygınlığı, sürekliliği, genel sosyal ve fizyolojik işlevleri bozma derecesi, fiziksel durumla ve psikososyal güçlüklerle ilişkisi tanı ve ayırıcı tanıda dikkate alınmalıdır.


Fiziksel hastalıklarla birlikte görülen depresyon yeterince tanınmamakta ve uygun tedavi edilmemektedir. Genel klinik tıpta depresif hastalık en yaygın psikiyatrik bozukluktur. Fiziksel hastalığı olanlarda depresyon, genel popülasyondan daha fazladır. Ayaktan tedavi gören hastaların %12-36'sında ve yatarak tedavi görenlerin %30-58'sinde depresif semptomatoloji ve %12-16'sında depresif sendrom görülmektedir. Bu hastaların %25'inde depresyon fiziksel hastalık öncesinde ortaya çıkmaktayken, %75'inde depresyon, fiziksel hastalıklardan sonra hastalığa ve etkilerine reaksiyon biçiminde gelişmektedir.


Depresyon ve fiziksel hastalıklar arasında birçok muhtemel ilişki vardır. Depresyon tıbbi duruma öncülük edebilir ya da hastalığın erken belirtilerinden olabilir. Depresyon tıbbi-cerrahi duruma tepkisel görüntü olarak ortaya çıkabileceği gibi, doğrudan beyin patolojisine veya kimyasal ileticiler gibi biyolojik süreçlerin etkilenmesine bağlı olabilir. Bazı hastalarda, depresyon ve fiziksel hastalık aynı zamanda görülse de etyolojik olarak bağlantısız olabilir. Yani, depresyon tek başına olabilir, organik hastalıkla birlikte olabilir, organik hastalığın nedeni olabilir, organik hastalığın sonucu olabilir. Klinik değerlendirmede sorunun, ya organik ya da ruhsal diye düşünülmesi en önemli yanılgıdır. İkisinin birlikteliğini ve birbirleriyle etkileşimini anlayabilmek, biyolojik bilimler ile psikososyal bilimlerin ortak etkileşimini kavrayabilmeyi gerektirir.


Fiziksel hastalığın ilk belirtisi olarak depresyon, fiziksel hastalığın diğer işaretlerinden ve belirtilerinden önce görülebilir. Klinik psikiyatrik popülasyonun %46'sının doktorların gözünden kaçan ciddi tıbbi bir problemi olduğu bildirilmiştir. Bunların %69'unun tıbbi duruma eşlik ettiği ve hastaların %18'inde psikiyatrik belirtilerin görülmesinin temel nedeni olduğu bildirilmiştir. Depresyon diğer psikiyatrik semptomlarla birlikte 46 pankreas kanseri hastasının 22'sinde ilk belirti olarak görülmektedir ve psikolojik belirtiler fiziksel belirtileri 43 aya kadar maskeleyebilmektedir. Majör depresyon bazen Cushing hastalığının, Addison hastalığının, hipertiroidizm ve hipotiroidizmde klasik endokrin belirtilerinden önce görülebilir. Hodcgking hastalığında da primer ya da sekonder depresyon belirtileri nörolojik belirtilerden çok önce ortaya çıkabilir.


Fiziksel hastalığı takiben ortaya çıkan depresyon, kanserler, enfeksiyon hastalıkları, kalp-damar hastalıkları, akciğer hastalıkları, merkezi sinir sistemi hastalıkları, romatolojik hastalıklar, travma, cerrahi komplikasyonlar ve organ kaybı olan hastalarda sık görülür. Ayrıca, bu hastalıkların tedavisinde kullanılan bir çok depresyon gelişimine neden olabileceği (farmakolojik depresyon) unutulmamalıdır.


Son dönem böbrek hastalığı / diyaliz: Böbrek yetmezliği hastalığı olan, diyaliz tedavisi gören hastalarda depresyon akut dönemden sonra ortaya çıkan en yaygın reaksiyondur. Sağlıklarını, fiziksel güçlerini, cinsel potansiyellerini, otonomilerini, çalışabilme yeteneklerini kaybedecekleri endişesi, bir kayıp yaşantısı olarak depresyon gelişmesindeki en önemli unsurlardır. Fiziksel durumun kötüleşmesi ile depresyon şiddeti arasında ilişki vardır. Son dönem böbrek hastalarında %6.5 majör depresyon ve %18 minor depresyon saptanmıştır. Diyaliz hastalarında intihar oranı hem genel nüfustaki orandan hem de diğer kronik hastalığı olanlardan anlamlı ölçüde daha fazladır. Diyete uymama, diyalizi reddetme gibi uyum güçlükleri sıklıkla depresyona bağlı davranışlardır.


Kalp hastalıkları:
Kalp krizi (MI), yüksek tansiyon (HT), koroner arter hastalıkları gibi kalp hastalıkları en yaygın ve ölüm oranı en yüksek hastalıklar arasındadır. Kişilik yapısı, zorlayıcı yaşam olayları ile kalp hastalıkları arasındaki ilişkinin yanında, kalp hastalığı sonrası ruhsal bozuklukların ortaya çıkışı ve bu durumun hastalığın seyrini ve tedaviyi olumsuz yönde etkileyişi, bir kısır döngü oluşturur. Kardiyak hastalarda depresyon görülme oranı yüksektir, çalışmalarda bu oran aşağı yukarı %18 olarak bildirilmektedir. Depresyonun, cinsiyetten, hipertansiyondan, ventriküler aritmilerden ve diyabetten daha yüksek oranda koroner olaylar içim bağımsız bir risk faktörü olduğu bildirilmiştir. Tedavi edilmeyen depresif hastalarda MI geçirme oranlarının çok daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ciddi depresyonu olan hastalarda taburculuğu 6 ay takiben ölüm oranlarının depresyonda olmayan hastalara oranla çok daha yüksek olduğu saptanmıştır. Depresyon ve kardiyovasküler risk arasında bulunan bu ilişki biyolojik etki ile açıklanmıştır. Psikolojik ve duygusal zorlanmalar doğrudan kardiyovasküler sistemi etkilemektedir. İlaca ve yaşam tarzındaki değişimlere uyumun az olmasının da katkıları vardır.


Kanser:
Kanser, korku, umutsuzluk, suçluluk, çaresizlik, dayanılmaz ağrılar, terk edilme ve ölüm duygularını, düşüncelerini çağrıştırır. Kanser krizi dört aşamalı bir süreç olarak tanımlanır: 1.Şok hali, 2.Tepki aşaması, 3.Direnme, 4.Uyum. İlk aşamada görülen şoke olma ve inanamama, katlanılması çok güç ve imkansız olan durumlar karşısında oluşan kaygı, panik ve çaresizlik duygularına karşı geliştirilen bir savunma mekanizmasıdır. Hastalarda genellikle bu ilk tepkinin ardından öfke ve depresyon gelişir. Yine bu dönemde "Niye ben" türü hiddetlenmelere ve isyan duygularına ek olarak kaygı, iştahsızlık, dikkat dağınıklığı ve huzursuzluk görülmesi normal olarak kabul edilir. İkinci aşama tepki aşamasıdır. Kişiler bu aşamada hasta oldukları gerçeğini kabul etmeye ve bunun sonucu olarak da duygusal reaksiyon göstermeye başlarlar. Son aşama, hastanın gerçeği kabul edip enerjisini ve ruhsal gücünü yeni yaşamına yönelttiği ve hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrendiği uyum dönemidir.


Kanser tanısı ve tedavi yöntemleri, bunların anlamı, hastada şiddetli kaygı ve çaresizlik düşünce ve duyguları yaratır. Kansere uyum güçlüğü ve çaresizlik algısı depresyon gelişiminde en potansiyel unsurlardır. Ölüm korkusu, yaşamın ve ideallerinin tehdit altında olması, otonomisini kaybedeceği, çevreye bağımlı olacağı, fiziksel yıkım olacağı gibi düşünce ve kaygılar depresyonun gelişiminde rol oynar. Kanser hastalarında depresyon görülme sıklığı, tümörün türüne, hasta popülasyonuna ve tanı kriterlerine göre farklılıklar gösterir. 546 kanser hastası ile yapılan bir çalışmada %20 majör depresyon ve %27 depresif duygulanımlı uyum bozukluğu bildirilmiştir.


Araştırmacılar kanser hastalarında depresyon oluşumuna yönelik risk faktörleri olarak, geçmiş duygu durum bozukluğu öyküsü olması, alkolizm, kontrol edilemeyen ağrı, kanserin ilerlemiş safhada olması, fiziksel işlev bozukluğunun derecesi, depresyona yol açtığı bilinen eşlik eden diğer fiziksel bir rahatsızlık ya da ilaç kullanımı (örn; kemoterapötik ajanlar), sosyal destek eksikliği, ailede psikiyatrik hastalık öyküsü olarak belirlemişlerdir. Kanser hastaları tanı, yeni tedavi, nüks aşamalarında ve genel olarak tedavinin beklenen iyileşmeyi göstermediği, genel durumun kötüleştiği dönemlerde depresyon açısından daha fazla risk altındadırlar. İntihar riski de bu dönemlerde artmaktadır.


Depresif durumun, kanserin ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı ya da mevcut kanserin gidiş ve seyrini, yaşama süresini olumsuz yönde etkilemesi dikkat çekicidir. Bu hastalarda depresyonun beklenir olması, tedavi gereksinimini reddettirmez. Kanser hastalarında depresyon tanısı öncelikle somatik bulgulara göre değil, davranışsal, kognitif bulgulara dayanmalıdır. Fiziksel belirtiler tıbbi durumla ilgili değilse, oranlı değilse, depresyon lehine düşünmek gerekir.


Kronik ağrı:
Ağrı ve depresyon insanın acı çekmesinin en yaygın iki şeklidir. Ağrı kişinin biyolojik ruhsal ve psikososyal sağlık ve iyilik durumları arasındaki karşılıklı etkileşime ilişkin bir yakınmadır ve biyopsikososyal denge ve uyumun bozulduğunun bir göstergesidir. Psikojenik ya da organik ağrı gibi polar yaklaşımlar, ağrının algılanmasında ve tedavisinde yanlışlıklara yol açabilir. Organik ağrı, emosyonel tepki uyandırır ve kişinin emosyonel durumu ağrının algılanmasını, ifade edilişini, şiddetini ve seyrini etkiler. Psikojenik ağrının da psikofizyolojik veya organik bileşkeleri vardır. Psikososyal ve psikiyatrik faktörler kronik ağrının gelişim ve seyrinde rol oynar. Depresyon ağrının gelişmesinde etkili olduğu gibi, kronik ağrılı hastalıklara eşlik eden en yaygın (%30-60) ruhsal durum depresyondur. Kronik ağrı sendromunun hedef belirtileri; ağrı, anksiyete, depresyon ve uykusuzluktur. Bu hastalarda depresyonun nörovejetatif bulguları yaygındır. Depresif hastalarda (fonksiyonel) ağrı yakınması sıktır. Kronik ağrı hastalarının birinci derece yakınlarında akolizm ve duygudurum bozukluğu sık görülür. Tüm kronik ağrı hastalarının % 43.2'sinin geçmişinde majör depresyon olduğu ve %40.5'inin halen alkol kötüye kullanımı davranışı sergilediği saptanmıştır. Bu hastalarda aile öyküsü de belirgin olarak pozitif bulunmuş, 37 hastanın %59.5'inin birinci dereceden akrabalarının en az birinde kronik ağrı tanısı ve %29.5'inde duygudurum bozukluğu tanısı ve %37.8'inin birinci dereceden akrabalarının en az birinde alkol kötüye kullanımı geçmişi bulunmuştur.


Nörolojik hastalıklar:
Sinir sitemini etkileyen bozukluklar doğrudan insan psişizmasının düzenini ve işlevlerini etkiler, doğrudan psikiyatrik bozukluğa neden olma potansiyeli yüksektir. Esasen beyni etkileyen ve zedeleyen her hastalık daha önceden var olan psikiyatrik durumu açığa çıkarır ya da şiddetlendirir. Hastada değişik nitelik ve şiddette davranışsal, bilişsel ve duygulanıma ilişkin bozukluklar ortaya çıkar. Nöroloji kliniğine başvuran hastaların bir kısmı primer psikiyatrik bozukluktur. Nörolojik bozuklukla birlikte psikiyatrik bozukluk ortaya çıkmış olabilir ki burada en sıklıkla depresyon ve kaygı eşlik eder. Epilepsi, inme gibi bazı nörolojik hastalığın psikiyatrik komplikasyonları görülebilir. Mevcut ruhsal ve davranışsal bozukluklar alttaki organik bozukluğu şiddetlendirebilir.


İnme sonrası hastaları arasında depresyonun yaygınlık oranları %30-50 arasında değişmektedir. İnme sonrası depresyonun gidişi ve prognozu üzerine yapılan çalışmalarda:


1. Depresyon için yüksek riskli dönemin inmeyi takiben 2 yıl olduğunu,


2. Tedavi edilmeyen majör depresyonun bir senelik bir doğal seyiri olduğunu,


3. Tedavi edilmeyen minör depresyonun yaklaşık 2 yıllık kronik bir seyri olduğunu bildirmişlerdir.


Parkinson
hastalığında en yaygın psikiyatrik bozukluk depresyondur (%40). Parkinsonda depresyon gelişiminde fiziksel özürlülük ve hastalığın neden olduğu psikososyal güçlükler ve beyin biyokimyasındaki değişiklikler rol oynar. Multipl skleroz kişide ciddi ve sürekli zorlanma yaratır, depresyon sıktır. Burada organik hasardan çok, hastalığa ve hastalığın anlamına, algılanmasına ilişkin depresyon reaktif olarak gelişir. Sfinkter bozuklukları, çevreye bağımlı kalma endişesi, empotans, görme bozuklukları, kronik özürlülük haline ilişkin endişeler, işlevselliğin bozulması, depresyonun ortaya çıkmasında rol oynar. İntihar girişimleri, multipl sklerozda genel nüfusa göre 14 kez daha yüksektir. Epileptik hastaların da %30'unda intihar girişimi olduğu kaydedilmiştir. Epileptik hastada depresyon gelişimi (yeni) nöbet gelişimini kolaylaştırır. Depresyonda kaydedilen uyku, iştah bozuklukları ve davranışsal değişiklikler de nöbet riskini arttırır. Epilepsi süresi ile depresyon şiddeti arasında ilişki olduğu bildirilmiştir.


Koroner arter hastalığı (KAH):
KAH hastalarında akut dönemde kaygı, panik ve inkar davranışı, kronik dönemde ise kayıp algısı ile birlikte depresyon gelişmektedir. KAH hastalarında depresyon zayıf psikososyal rehabilitasyon ve yüksek mortalite ile bağlantılıdır. Çalışmalarda KAH teşhisi alan hastaların %18'inin majör depresyon tanısı aldıkları saptanmıştır. Depresyon öyküsü olan KAH hastaları çoğunlukla kadınlar, ağır depresif hastalar, umutsuzluk, başarısızlık ve suçluluk duyguları yaşayan hastalar olarak bildirilmiştir.


Endokrin ve metabolik hastalıklar:
Hormonlar, davranışlar, merkezi sinir sistemi ve psikopatoloji arasındaki ilişki yüzlerce yıldır dikkati çekmiştir. Diyabet hastalığı, böbreküstü bezleri, tiroid, paratiroid bezi hastalıkları ve prolaktin sekresyonu bozukluklarında en fazla psikiyatrik bozukluklar bildirilmiştir. Psikiyatrik bozukluklar içinde de en sıklıkla depresyon bildirilmiştir (cushing sendromunda depresyon yaygınlığı %63, diyabette %36 düzeyindedir). Alttaki endokrin bozukluk düzelse de psikiyatrik bozukluk devam edebilmektedir. Depresyon ile kan şekeri düzensizliğinin kontrol edilme güçlüğü arasında ilişki bildirilmiştir. Depresyon kronik, özürlülük yaratan engellemeler ve komplikasyonlara yol açan böyle bir hastalığa tepkisel gelişmiş olabilir. Bazı ilaçlar depresyonun gelişmesini kolaylaştırabilir, gelişimsel yönden yatkın bir bireyde diyabet depresyonu ortaya çıkarmış olabilir. Diyabetin komplikasyonları ortaya çıktıkça yas ve depresyon daha sık gelişmektedir.


Hipotroidizmde psikiyatrik bulgular başlangıçtan itibaren belirgindir. Hipotroidizme eşlik eden depresyonda psikotik özellikler sıklıkla bildirilmiştir. Bir çok vakada hipotroidizm düzelmesine rağmen affektif bulgular devam eder. Hipertroidizmde de depresyon yaygındır (%14-28) ve hastalığın fiziksel bulguları ortaya çıkmazdan önce depresyon ortaya çıkmaktadır. Hastaların çok büyük bir çoğunluğunda değişik şiddette duygudurum değişikliği, uyku, iştah, libidoyu içeren nörovejetatif bulgular gelişmektedir. Bu hastalarda kaygı hali yüksektir. Cushinge bağlı depresyonda yaygınlaşmış anksiyete bozukluğu sıktır. İrritabilite sıklıkla eşlik etmektedir. Depresif sendromlarda düzelme ile plazma kortizol düzeyinde düşme arasında ilişki bildirilmiştir. Kişisel ya da aile öykülerinde affektif bozukluk olan hastalarda cushing hastalığı düzelmesine rağmen depresyon devam edebilmektedir.


Dermatolojik hastalıklar:
Deri hastalıkları yaygın ve çok çeşitlidir. Bu hastalıkların birçoğu kroniktir. Dermatolojik hastalıklar ciddi kozmetik bozukluklara yol açarlar ve hastaların iş alanlarını, ilgilerini, eğitimlerini, insanlararası ilişkilerini olumsuz etkilerler. Kaşıntının yarattığı uyku bozukluğu algıyı, duyguyu ve psikososyal işlevleri bozar. Ruhsal faktörlerin bir dizi deri hastalığının ortaya çıkışında, seyir ve şiddetinde etkili olduğu bilinmektedir. Bazı kişilerde hiçbir belirgin fiziksel sebep saptanmaz ve psikojen olduğu düşünülür. Zorlayıcı yaşam olayları ve depresyon hastalıkları kötüleştirebilmektedir. Sebep-sonuç ilişkisi net olmasa da depresif hastalık gelişebilir ve sonuçta her iki durum birbirini olumsuz etkiler.


Cerrahi girişimler:
Cerrahi girişimler hastada hastalığından kurtulma umudunun ve beklentisinin yanında psikolojik açıdan kendi bedenini, yaşantısını denetleyemeyeceği endişesine, vücut, organ ve doku kaybı kaygısına ve ölüm korkusuna neden olabilen girişimlerdir. İnkar, tedaviyi reddetme, deliryum, depresif reaksiyonlar, yaygın anksiyete bozukluğu, psikotik reaksiyon, alkol-sigara kullanımı gibi tedaviyi ve bakımı güçleştiren olumsuz alışkanlıklar, psikoseksüel sorunlar genel olarak bu hastalarda ortaya çıkma potansiyeli yüksek olan ve işbirliği gerektiren durumlardır.


Cerrahi girişimler öncesi kaygı düzeyi çok yüksek olanlar ile kaygıyı inkar edenler, hastalık öncesi öykülerinde majör psikiyatrik bozukluk (majör depresyon, psikotik bozukluk, panik bozukluk, alkol ve madde kullanımı) olanlar, kişilik bozuklukları tanımlayanlar ve ameliyata ilişkin gerçekçi beklentileri olmayan hastalar operasyon sonrası dönemde uyum ve depresyon gelişimi açısından riskli grubu oluştururlar. Bu hastalara psikososyal hizmet sunulması, ameliyat öncesi aşamadan başlayan ve ameliyat sonrası dönemde devam eden sürekli bir işbirliği ile mümkündür.


Kadın hastalıkları ve doğum:

Kadının ilk adet (menarj), gebelik, doğum ve menopoz gibi gelişim dönemleri kriz yaratmakta, bazı kişiler bu dönemlerle başetmekte zorlanabilmektedir. Gebelik bir taraftan neşe, doyum, olgunluk, kendini gerçekleştirme, mutluluk kaynağı olabildiği gibi endişe, kaygılı bekleyiş, yüklenme de yaratabilmektedir. Gebeliğe eşlik edebilecek psikiyatrik bozukluklar arasında en önemlisi depresyon ve anksiyete (kaygı) bozukluğudur. Gebelik süresince (%4-%15) oranında depresyon görüldüğü bilinmektedir. Gebelikte depresyon için risk faktörleri; genç yaş, düşük sosyal destek, yalnız yaşama, daha fazla çocuğa sahip olmaktır. Ayrıca major depresyon öyküsü olan kadında gebelik sırasında depresyonun tekrarlama riski yüksektir. Major depresyon gebelik sırasında meydana geldiği zaman özellikle, intihar fikirleri ve yetersiz beslenmenin eşlik ettiğine işaret edilmiştir. Gebelikte görülen depresyon doğum sonrası depresyon riskini 3 kat arttırır ve yetersiz doğum öncesi bakım, zayıf beslenme ve intihar girişimlerine götürür. Yapılan çalışmalar doğum sonrası dönemin gebelik dönemine kıyasla 3-4 kez daha riskli olduğunu ortaya koymaktadır. Doğumu takip eden ilk 6 ay, kadın hayatındaki diğer dönemlere oranla psikiyatrik bozuklukların görülme sıklığı oldukça yüksektir. Doğum sonrası ruhsal reaksiyonların ortaya çıkışında, biyolojik, hormonal nedenler, ailesel faktörler psikososyal çerçeve birlikte ele alınmalıdır. Doğum sonrası major depresyon, kadınların %12-16'sında görülen, ciddi ve yaşamı tehdit edici bir bozukluktur. Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonraki ilk 4 hafta içinde oluşan major depresyon olarak tanımlanmasına rağmen, bazı çalışmalarda doğumu takiben 6-12 haftalarda en sıklıkla belirtilerin ortaya çıktığı bildirilmiştir. Bu dönemde uykusuzluk, dikkat azalması gibi belirtiler depresyon gelişimi açısından öncü belirtilerdir. Kadının daha önceki doğumlarından sonra depresyon öyküsü olması, tekrarlaması için özellikle önemli bir risk faktörüdür (%50). Gebelikte ortaya çıkan depresyonun doğum sonrası devam etmesi %35'lik yüksek riski taşır. Anne sütü vermeyenlerde doğum sonrası depresyonun biraz daha sık olduğu belirtilmiştir. Sosyoekonomik yetersizlikler, anne ve çocuk sağlığı ile ilgili sorunlar depresyonu arttırmaktadır. Bebeğin bakımı, ev işleri varsa diğer çocukların bakımı, anne için ciddi zorluklar oluşturur. Sosyal desteğin, özellikle eşin desteğinin eksikliği doğum sonrası depresyon riskini arttırır. Doğum sonrası depresyon özellikle tedavi edilmediğinde yeni doğanın iyiliği, duygusal, psikolojik, zihinsel gelişimi üzerinde önemli etkiye sahiptir.


Jinekolojik kanserler:
Kadın hastalıkları, özellikle jinekolojik kanserler sadece yaşamı tehdit ettiği için değil aynı zamanda üreme, cinsellik ve kadınlıkla ilgili organları etkilediği için önemli stresler yaratırlar. Uygulanan cerrahi girişimler (rahmin alınması, yumurtalıkların alınması, memenin alınması, vb.) sebep oldukları hormonal değişiklik, cinsel işlevler ve ürogenital işlevlerde yarattığı komplikasyonlar ve bunların görünüme, ilişkiye etkisiyle, beklenti ve umutlar yanında sembolik anlamı ile, kadınlık kaybına ilişkin algıyla bağlantılı psikiyatrik komplikasyonlara yol açarlar. Kemoterapi uygulamalarının bazıları yarattığı yan etkilerle bağlantılı olarak fizyolojik depresyona yol açabilir. Görünümdeki değişiklikler benlik algısını, özgüveni, kadınlık algısını ve cinselliği olumsuz etkiler. Hastalığın nüks etme endişesi yanında organ kaybına bağlı çeşitli psikolojik sıkıntılar gelişir. Eşin algısı ve ilişki tarzı, kadının kendini algılaması üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.


Fiziksel hastalıklarda depresyon tedavi edilebilir, depresyonun "beklenebilir", "anlaşılabilir" olması tedavi gereksinimini reddettirmez. Tıbbi hastalarda depresif semptom ve sendromlar yaygın olmakla birlikte çoğunlukla tanınmazlar.


Oysa ki, fiziksel hastalığa eşlik eden depresyon;

hastaların uyumunu,
tedaviye yanıtını,
fiziksel hastalığın seyrini olumsuz olarak etkiler.



Depresyondaki kişilerde;

sağlık harcamaları,
işten uzaklaşma
ölüm oranları daha yüksektir,
yaşam kalitesi ileri düzeyde bozulmaktadır.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst