Geçmişte Kullandığımız Şimdi Tarihe Karışan Eşyalar

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Geçmişte birçok evde kullanılan hatta olmazsa olmazı olan eşyalar şimdi tarihe gömülmüş durumda bazıları modernize bir hal almış olsada geçmişteki o zor şartlarda verdiği tat şuan herşey çok daha kolay olmasına rağmen alınamıyordur. Birçoğu sanki evrim geçirmişcesine değişmiş günümüz şartlarına uygun kullanımı daha kolay daha modern bir görünüme sahip olmuşlardır. Annanelerimiz zamanında her evde bulunan bu eşyalar şimdi tarihin sayfalarına gömülmüş durumda .
Eski hallerini anımsayarak geçmişe doğru kısabir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz?

Saban

saban.jpg

Saban , çift sürmeye yarayan bir tarım aracıdır. Toprağı alt üst etmeye yarar. Sağlam ağaçtan yapılmış, ön taraftaki uzun, arkada olan kısa üçgen şeklinde birbirine geçen bir düzenektir. Öndeki uzun ağaçtan yapılmış saban ok unun ucu, öküzlerin bağlı olduğu boyunduruğ un ortasında bulunan halkaya geçirilir. Boyunduruğun iki ucunda ahlat ağacından yapılmış, öküzlerin boynuna geçirilen sabiler bulunur. Arkadaki kısa ağaçtan yapılmış saban kolu ise, çift sürerken tutma kolu olarak kullanılır. Bu iki kolun birleştiği yerde ucu ileriye çıkık bir ağaç kısım daha vardır. Buraya saban demiri (gîsin) geçirilir. Çift sürülürken, bu demir rahatlıkla toprağın altını üstüne getirir. Saban oku, saban kolu ve saban demirinin geçtiği bu üç parça bir kamayla tutturulur. Öküzleri çift sürmeye iteklemek ve komuta etmek için elde tutulan uzun çubuğa masas , masasın ucundaki delici çiviye zakut denir. Ben ve daha çok da kardeşim Haydar, Abdullah dedem çift sürerken ona yardım ederdik. Çok zahmetli ve dikkat gerektiren bir iştir. Saban demirini öküzün ayaklarına vurmak, öküzün yaralanmasına, saban demirinin bir taşa takılması ise saban demirinin kırılmasına neden olabilir. Bir keresinde ben çift sürerken, saban demirinin taşa takılması sonucu kırılmıştı ve dedem çok kızmıştı. Saban, bugün kırsalda yer yer halen kullanılsa da, traktör ve benzeri modern tarım araçlarının kullanımı sabanı köylünün yaşamından çıkarttı.

Kiler

kiler.jpg

Kiler , evlerin zahire odasıdır. Evin yazlık, kışlık bütün yiyecekleri bu odada korunurdu. Eskiden evler betonarme olmadıklarından, taş veya kerpiç kalın duvarlardan yapıldıklarından ötürü yaz aylarında bile serin olurdu. Genellikle evlerin en serin odası kiler olarak seçilirdi. Kilerde, içinde katı veya sıvı yiyeceklerin, içeceklerin olduğu kaplar, küpler, torbalar, turikler, ender olarak da telli ekmek ve yemek dolabı bulunurdu. Evlerde mutfak dediğimiz bölümün günlük yaşantımıza girmesi, hem ev içinde ve hem de mutfaklarda teknoloji ürünü çok değişik araç ve gereçlerin kullanımı sonucu kiler ve kiler kültürü yok oldu.

Tel Dolap

tel-dolap.jpg

Tel dolap , içersine ekmek ve yiyeceklerin konulduğu bir dolaptır. Dolap pervazlarında cam yerine; dolabın hava alması, sineklerin ve böceklerin içine girmemesi, içindeki yiyecek ve ekmeğin bozulmaması için ince tel elek olurdu. Bu tel dolaplar bazı evlerde kilere konulurdu; bazı evlerin ise tel dolaptan haberi yoktu. Teknolojik gelişme sonunda bu dolaplar ömrünü tamamladı, yaşantımızdan çıktı. Tel dolap ve kilerdeki birçok nesnenin yerini mutfak dolapları, buzdolabı, derin dondurucu gibi ev gereçleri aldı.

Küp

kup.jpg

Küp , eskiden evlerde bulunan bir gereçti. Kullanım özelliklerine göre evlerde kapaklı kapaksız renk renk, boy boy çanak küpler vardı. Su küpü , buzdolabının bulunmadığı zamanlarda, yazın içersine konulan suyu soğuk tutmaya yarardı. Ayrıca evlerde su tesisatının olmadığı, şebeke suyunun bulunmadığı zamanlarda ortak kullanılan çeşmelerden, gözelerden, pınarlardan, kuyulardan getirilen içme suyunun muhafazası, depolanması için kullanılırdı. Su küpleri, genellikle kahve renkli, sırsız olurdu ve yanında da mutlaka bir su tası bulunurdu. Kavurma küpü , içersine kavurma koymak için kullanılırdı. Eskiden gıda sektörü ve teknoloji fazla gelişmediğinden, güzün yapılan kavurma kış aylarında tüketilirdi. Bu süre içersinde kavurmalar bozulmasın diye küplerde korunurdu. Bu küpler genellikle yeşil renkli ve sırlı olurdu. Kışlık peynirler de bu tür küplere basılırdı. Ne demişler: " Kara koyun etli olur/Kavurması tatlı olur ". Zahir küpleri , kiler veya zahire odasında bulunan bulgur, pirinç, mercimek gibi zahirenin her türlü haşere ve farelere karşı korunması amacıyla kullanılırdı. Çeşitli boyda, renk renktiler. Ayrıca çiftçi ailelerin evinde tohumluk arpa, buğday, darı gibi tahılların kışın muhafaza edildiği insan boyunu aşan küplerde bulunurdu. Şarap küpü ve altın küpü 'nü de unutmamalıyız! Buzdolabı, mutfak dolaplarının kullanımıyla birlikte küpler tarih oldu. Şimdi işyerlerinde, evlerde aksesuar olarak kullanılmaktadır.

Bardak / Habene / Testi

Eskiden her evde mutlaka bir testi olurdu. Testi, çanak-çömlekten yapılan ve yaz aylarında içine konulan suyu soğutması amacıyla kullanılan bir ev gerecidir. Testiye Erganiler bardak , Çermikliler habene derdi. Testiler çeşitli boylarda, tek veya çift kulplu olurdu. Su, göze, çeşme veya pınardan testiye doldurulurdu. Suyu daha iyi soğutması için genellikle dış kapı yanında veya serin ve gölgelik yerlerde bulundurulurdu. İçersine yılan, akrep ve başka böcekler girmesin diye testinin ağzına ya bir tülbent bağlanırdı ya da bir kapakla ağzı sürekli kapalı tutulurdu. Testi; buzdolabı, kar ve buzun olmadığı zamanlarda yazın tarlada, bağda, bahçede, çarşıda, evde çok yürek ferahlatmıştır. Evlerde musluklardan şebeke suyunun akması; her köşe başında pet şişe ve benzeri ambalajlarda değişik hacimde soğuk su ve içeceklerin satılması; buzdolabı, derin dondurucu, sebil gibi beyaz eşya ürünlerinin her yerde kullanılmaya başlanması testileri/bardakları/habeneleri günlük yaşantımızdan çıkarttı.
Tas

"Altın tasta gül kuruttum
Yâri sinemde uyuttum"

Tas , su bardağı yerine kullanılırdı. Kalaylı bakır taslar su, ayran, şerbet içmeye ayrı bir lezzet verirdi. Çeşitli büyüklükte olurlardı. Bazılarının yanda sarı madenden yapılmış kulpları da olurdu. Su tası, ayran tası şeklinde adlandırılırdı. Tas, ayrıca hacim olarak alacağı miktara göre bazen ölçü içinde kullanılırdı: Bir tas bulgur, iki tas yağ gibi... Cam bardakların ve porselen kupaların daha zarif, daha ekonomik, daha kullanışlı ve daha pratik oluşları nedeniyle, taslara oranla daha çok tercih edilmeye başlandı. Tas şimdi otantik lokantalarda ayran tası olarak kullanılmaktadır.

Teşt

Teşt , çeşitli amaçlarla kullanılan bir ev gerecidir. Sac, bakır, plastik gibi çeşitli malzemeden yapılmış çukur bir kaptır. Çok çeşitli boyutlarda olabilirler. Ama ortalama 15- 20 cm . yüksekliğinde, 30- 60 cm çapındadır. Kullanım amaçlarına göre adlandırılırlar: Çamaşır teşti, hamur teşti, salça teşti gibi. Teştin diğer adı, leğen dir. Hamur teşti , içinde un elemeye, hamur yoğurmaya, hamuru mayalandırmaya (ekşimeye) veya hamuru fırına pişirmeye götürmede kullanılan leğendir. Yanlışlıkla esrar içen bir annenin, un elerken, unu odanın içinde her tarafa elemesi sonucu, oğluna söylediği iddia edilen " Anan için her taraf teşt oğlum! " deyişini burada bir anekdot olarak anabiliriz. Çamaşır teşti , içinde çamaşır yıkanan leğenidir. Bakır ve kalaylı teştler bazen de düğün, sünnet gibi törenlerde yemek pişirmede de kullanılırdı. Teşt eskisi kadar olmasa da bugün halen kullanılmaktadır.

Kuşhana

"Et koydum tencereye

Yâr geldi pencereye"

İçinde yemek pişirilen bir tür metal kapdır. Tencere de diyebilirsiniz. Kuşhanalar genellikle bakırdan ve kalaylı olurdu. Kuşhana; ocakta, maltızda, mangal ve soba üstünde içinde yemek pişirmek, süt kaynatmak, su ısıtmak için en çok kullanılan ev gereçlerindendi.

Çömçe

Çömçe , ağaçtan veya bakırdan yapılmış büyük, yuvarlak bir kaşıktır. Çömçeye kepçe de diyebiliriz. Yemek karıştırmada, yemekleri kaplara boşaltmada ve bişme zamanı kazandan bulamaç boşaltmada kullanılırdı.

Saplı

Saplı , 20- 30 cm . uzunluğunda ağaçtan yapılmış sapı bulunan bir tür büyük bakır tastır. Derin tavaya benzer. Bağ bozumunda, yani bişmede şire (şıra) aktarmada, şire savurmada, kazandan pekmez alımında ya da boşaltılmasında; çamaşır, banyo ve ölü yıkamalarında kazandan sıcak su alımında saplı kullanılırdı. Uzun ağaç sapı sayesinde eller yanmazdı.

Sini

Sini , kahvaltı yapılacağı veya yemek yenileceği zamanlar yiyecek ve içeceklerin sofrada üzerine konulduğu bakırdan yapılmış bir ev gerecidir. Sinilere safra altlığı da diyebiliriz. Yuvarlak olup, bir kısmı üretim aşamasındayken üzerlerine desenler işlenmiştir. Çeşitli büyüklükte ve mutlaka kalaylı olurlardı. Kalabalık ve zengin ailelerin sinileri büyük olurdu. Ayrıca zenginlerin, beylerin, ağaların sinileri bakır değil, genellikle gümüş veya altın olurdu. Sofra kurulduğu zaman sini ya sofra bezinin üstüne veya sini altlığı denilen bir kürsü üzerine konulurdu. Sonra da yemek ve içecekler sininin üzerine dizilirdi. Fakir fukara pek sini kullanmazdı, bunlar daha çok sofra bezi kullanırlardı. Bugünkü mutfak kültürü, hem siniyi ve hem de safra bezini günlük yaşantımızdan sildi. Şimdi daha çok yemekler yemek masalarında yenilmektedir.

Kazan

Kazan , büyük ve derin kulplu bir kaptır. Çok geniş bir kullanım alanı vardır. Çamaşır kazanında çamaşır kaynatılırdı, çamaşır ve banyo suyu ısıtılırdı. Yemek kazanında kavurma kavrulurdu, yemek pişirilirdi, şire kaynatılırdı, bulamaç/pekmez yapılırdı, bulgur kaynatılırdı, kelle paça pişirilirdi, salça yapılırdı... Bugün sınırlı olsa da halen kullanılmaktadır.

Arap Pekmezi

Arap pekmezi , ilaç niyetine bedence zayıf olanlara, soğuk algınlığı olanlara, öksürenlere ve ciğerlerinden rahatsız olanlara verilirdi. Arap pekmezi hazırlamak için ufak bir su tası dolusu pekmezin içine yarım tahta kaşığı pul biber katılır. İyice karıştırılır. Böylece ilaç hazırlanmış olunurdu. Daha sonra bu karışım hastaya içirilerek, kalın yünlü bir yatakta terletilmeye çalışılırdı. Terleme sonucu hastanın iyileşeceği düşünülürdü. Arap pekmezi denildiği gibi sağaltıcı bir özelliği sahip midir? Bilemiyorum.

Taş Soku

Soku , içinde tokmakla bulgur, yarma, döğme veya kuru biber dövülen büyükçe taştan oyulmuş bir gereçtir. Sokunun bir adı da dibektir. Pirinci kabuğundan ayırmak veya bulguru dövmek için kullanılan dibeklere dink de denir. Eskiden aile, konu komşu, mahalleli, köy sakinleri sokudan ortaklaşa faydalanırlardı. Bulgur veya benzeri şeyler dövüleceği zaman kadınlar ve gençler imece usulü çalışırlardı. Kadınlı erkekli, bir kişi veya iki kişi karşılıklı, dövülecek nesneyi sokuda sırayla tokmaklardı. Bir kişide sokunun başında durup, dökülenleri sokunun içine atardı. Hem tokmak vuranlar ve hem de sokunun başında taşan nesneleri sokuya atanın eline tokmak değmesin diye çok dikkatli davranırlardı. Sokuda kurutulmuş acı ve tatlı kuru biberler (kurutmuş isot) dövülerek toz ve pul biber de elde edilirdi. Soku başında dedikodular yapılır, türküler söylenirdi. Oğlan anaları, gelin adaylarını bazen soku başında hamaratlı kızlardan seçerdi. Hilar köyünün güneybatısında Şikefta Dolaba (Dolaplı Mağara) diye bir yer var. Burada normal dink taşlarının 4,5 misli büyüklüğünde bir Kevre Dinge (Dink taşı ) vardır. Geçmişte hangi amaçla kullanıldığı bilinmiyor. Romalılar devrinde esirlerin döndürdüğü taşlara benzer. Nebati yağ imalatı ve benzeri işler için kullanıldığı tahmin edilmektedir. Ve yine yakın zamana kadar Dinkçi Şükrü Güler atla taş döndürerek döğme ve bulgur dövme işini yapardı. Her tür gıda ürünlerinin marketlerde, bakkallarda satılmaya başlanmasıyla soku ve bulgur, döğme, kuru biber dövme işi de günlük yaşantımızdan çıktı.

Kozik ve Ocak

Eskiden her evin önünde veya havlusunda etrafı taş veya kerpiç duvarla çevrili eğreti yapılmış köşeli veya yuvarlak içinde ocağın bulunduğu bir alan vardı. Bu alana kozik denirdi. Evin ekmeği, yemeği burada pişirilir; çamaşır suyu veya banyo suyu burada ısıtılırdı. Ocak sürekli tüterdi. Bağ, bahçe ve dağdan getirilen odun, üzüm teveklerin dalı sete, ağaç ve tevek çubuğu çirpi ve hayvan gübresinden yapılan tezek ocakta sürekli yanardı. Ayrıca her evin aralık denilen giriş salonunda bir tane ocak daha bulunurdu. Yemek pişirme, su ısıtmanın dışında, kışın ocak evi ısıtırdı. Kışın ocak başında toplanılarak günlük gelişmeler, doğumlar, ölümler, bağ bahçe işleri konuşulurdu; konu komşunun dedikodusu yapılırdı, masallar anlatılırdı. Ocaktaki ateşin uzun süre kalması için üzeri külle örtülürdü. Sonraları bu ocakların yerini, altında bir gaz bölümü olan ve üzerindeki bir pompa yardımıyla sıkıştırılan gaz yağının yanması esasına dayanan gaz ocakları aldı. Gaz ocağı daha çok yemek pişirmek için kullanılırdı. Eskiden ocağı yakmak başlı başına beceri isterdi: Ocakta ateş sönmüşse, komşudan ateş istenirdi. " Komşu komşunun külüne muhtaçtır " deyimi buradan gelir. Kültürümüzde " ocağın sönmesi " kötüye, " ocağın tütmesi " iyiye yorumlanmıştır hep. Sıvılaştırılmış petrol gazının (LPG'nin) yaygınlaşması, tüple (LPG ile) çalışan ocak ve fırınların çıkması, kozik ve ocağı günlük yaşantımızdan çıkarttı. Ocak üzerinde sacda pişirilen Fetir denilen yufka ekmeğin ve mayalanmış hamurdan yapılan ekşili ekmeğin tadını hiçbir fırın ekmeği vermez.

Ekmek Sacı

Ekmek sacı, sacdan yapılmış bir ev gerecidir. Yuvarlak olup, çapları 25- 50 cm . arasında değişir. Her evde mutlaka kozikte veya ocak yanında bir ekmek sacı bulunurdu. Adından da anlaşılacağı gibi, ocak üzerinde ekmek pişirmede kullanılırdı. Fetir ekmek, ekşili ekmek, kıymalı ekmek, peynirli ekmek... hep sac üzerinde pişirilirdi. Bu sac üzerinde biber kebabı, ciğer kebabı, et kebabı da yapılırdı. Bu sac kebapları çok lezzetli olurdu. Ayrıca, nohut yapımında da kullanılırdı. Bunun için ters çevrilmiş sacın içersine yıkanmış ince bırakılırdı. Bu kum ateş üzerindeki sacda iyice ısıtılırdı. Sonra kavrulacak nohut kızgın kumun içine dökülüp, kavruluncaya kadar kumda karıştırılırdı. Kavrulmuş bu nohuda " Kürt leblebisi " denirdi. Sac, höllük yapımında da kullanılırdı.

Mantiz (Maltız)

Ocağın dışında hemen hemen her evde bir tane mantiz bulunurdu. Mantiz, yaklaşık 40 cm . yüksekliğinde, 25 cm . çapında sacdan yapılmış yuvarlak bir tür ızgaralı ve ayaklı taşınır ocaktır. Izgara üzerine ocakta yanmış kor ateş veya ağaç kömürünün ateşi konularak yemek pişirilir, çay kaynatılır ve su ısıtılırdı. Mantizda pişen yemeğin tadını hiçbir şey vermez derler. Mantiz, günlük yaşantımızdan çıkıp gitti; teknoloji canına okudu.

Kül Kabı

Ocakta yanmış ateşin külü atılmazdı eskiden. Kül, eski tenekelerde, kırık küplerde biriktirilirdi. Bu kaplara kül kabı denirdi. Sabun kıt olduğundan, deterjan denilen temizlik malzemeleri bulunmadığından dolayı, biriktirilmiş bu külle çeşme başında, gözede, pıharda (pınarda) veya dere kenarında kap kacak yıkanıp, temizlenirdi. Ayrıca kış mevsiminde damların üstüne serpilirdi; dam üzerindeki toprak sertleşip eve yağmur ve kar suyu damlamasın ve de damı loğ larken loğ damın toprağını kaldırmasın, dondan dolayı damın toprağı çatlamasın, çamur loğa bulaşmasın diye. Kül, çamaşır yıkamada da kullanılırdı. Bunun için önce çamaşır kazanı kurulurdu. Sonra kazana su doldurulur ve kazanda kaynatılacak çamaşırlar kazanın içine batırılırdı. Bu arada kazanın altına ateş atılır. Kül bir torbaya doldurulup ağzı bağlanarak kazandaki suyun içine atılırdı. Kazanda su kaynamaya başlayınca kül etkisini gösterirdi. Külde kaynatılmış çamaşırların hem mikrobu ölmüş olurdu, hem de çamaşırlar daha temiz ve yumuşak olurdu. Kül, ayrıca kuru üzüm yapımında da kullanılırdı. Kuru üzüm yapımında kullanılan kül genellikle fırınlardan getirilirdi. Üzümün kurutulması şöyle yapılırdı: Ocak üzerine kurulu bir kazana su doldurulur. Ocakta ateş yakılarak kazandaki su ısıtılır. Isınmaya başlayan kazandaki suya bir teneke kül dökülür ve küllü su iyice karıştırılır. Su kaynadıkça suyun üzerindeki köpük ve kömür, çöp gibi yabancı cisimler kevgirle üstten alınır. Kazandaki su kaynama sonucu kazanın hemen hemen yarısına gelince kurutulacak üzümler söğüt dalından yapılmış kulplu sepetlere içine konularak kazanın içindeki kaynar küllü suya batırılıp-çıkarılır. Haşlanan yaş üzümler daha önceden hazırlanmış üzüm döküm sahasına dökülerek serilir, güneşte kurutulmaya bırakılır. Kurutulan kırmızı, siyah, sarı üzümler kışın çerez olarak yenilirdi veya hoşafı yapılırdı.

Hamam Tası

Hamam Tası , su tasından tamamen farklı, yaklaşık 20 cm . çapında, 6 cm . yüksekliğinde yuvarlak, ortası hafif göbekli, bakır, gümüş veya sarı metalden bir tastır. Su kabağından olanlar da vardır. Çok zengin olanların hamam tası altın veya gümüşten olurdu. Çeyiz sandıklarının önemli eşyalarından da biridir aynı zamanda. Kadınlar hamama giderlerken, hamam bohçalarının içinde hamam taslarını da götürürlerdi. Modern yaşamın bir gereği olarak her evde banyoların olması, çeşmelerden sıcak suyun akması sonucu hamam tası günlük yaşantımızdan yavaş yavaş çıktı veya çıkıyor.

Hamam Bohçası

Hamam Bohçası , hamama giden kadınların temiz giyeceklerini, sabunlarını, keselerini, liflerini, hamam tasını içine koydukları işlemeli, süslemeli, nakışlı bezdir. Kadınlar gününde veya seansında hamama giden kadının sosyal statüsünü hamam bohçasının rengine, kumaşın türüne ve bohça üzerindeki nakşa bakarak kestirmek mümkündü. Zengin kadınların hamam bohçaları daha gösterişli olurdu; bunların bohçalarını ya hizmetçi kızlar veya küçük çocuklar bahşiş karşılığı taşırdı.

Tokaç/Köpüç

Tokaç , çamaşır dövmeye veya toprak damların bitim kenarlarını, yani sivük leri sıkıştırmaya yarayan sağlam ağaçtan yapılmış ev gerecidir. Sap kısmı 15 cm ., gövde kısmı ise 25 cm . kadardır. Tokacın diğer adı, köpüç tür. Apartman yaşamına yavaş yavaş geçilmesi, deterjan türlerinin çokluğu, çamaşır makinesinin yaygınlaşması ve evlerin tavanlarının beton veya üzerlerinin çatı ile kaplanması sonucu tokaç ömrünü tamamlayıp tarihe karıştı.

Kil

Eskiden kadınlar saçlarını bir toprak türü olan kille yıkarlardı. Hamamda veya evinde banyo yapacak kadın, bir gün önceden kil leğenine bir miktar kuru kil koyup sulandırırdı. Buna, kil ıslamak denirdi. Kadınlar banyo bitiminde daha önce sabunla yıkanmış saçlarına çamur halindeki kilden avuç avuç sürüp, sonra da bütün saç baş üzerinde toplanarak kille iyice çitilenirdi. Çitilenmeden sonra, saç suyla iyice durulanırdı. Kil saçlara parlaklık ve yumuşaklık verirdi. Ayrıca kilin saçları güçlendirdiğine de inanılırdı. Kil, aynı zamanda keseyle veya lifle birlikte vücudu yıkamak için de kullanılırdı. Kozmetik sanayinin gelişmesi, çeşit çeşit şampuan ve saç kremlerinin piyasaya çıkması sonucu kadınlar kil kullanmaktan vazgeçtiler. Ergani'de iyi kil Büyükbahçe, Narlık ve Bağür'de bulunurdu.

Höllük

"Eledim eledim höllük eledim

Aynalı beşikte bebek beledim"

Eskiden çocukların altını bağlamak için höllük kullanılırdı. Höllük, bebeklerin altına, çişi ve kakası beze bulaşmasın, bacak araları pişmesin diye konulan topraktır. Höllük için temiz bir yer seçilir, üstten 15- 20 cm . kalınlığında toprak kazıldıktan sonra alttan çıkan toprak eve getirilip elekten geçirilirdi. Un gibi olan toprak ekmek yapmak için kullanılan sacın tersine konur ve iyice kavrulurdu. Soğuduktan sonra bez torbalara konup ağzı bağlanarak kullanmaya hazır hale getirilirdi. Eskiden bebeğin altına konan Muşamba da evde yapılırdı. Bu iş için yeterince yumuşak bir bez iki kişi tarafından gergin olarak ateşin üzerinde tutulur, üçüncü kişi beze balmumu sürerdi. Muşamba, bezin erimiş balmumuna batırılmasıyla da hazırlanabilirdi. Pişikler için değişik krem ve pomatlarının çıkması höllüğü; hazır bebek bezlerinin çıkması ise, muşambayı günlük yaşantımızdan çıkardı. Çocuklar için kullanılan bu nesneler tarih oldu.

İbrik

İbrik , tenekeden, sacdan, bakırdan yapılan ve içersine su koymaya yarayan kulplu, ağızlı/emzikli, testiye benzer bir kaptır. Teneke ibrikler daha çok tuvaletlerde kullanılırdı. Bakır ibriklerde daha çok el yüz yıkamada, abdest almada kullanılırdı. El yüz yıkanacak ibriğin yanında bir de sabun olurdu. Evin hanımı, gelini, kızı veya küçüğü el yüz yıkanırken veya abdest alınırken ibrikten büyüklerin eline su dökerdi. Sonra da omzunda bulunan havluyu verirdi. Günümüzde plastik ibrikler bazı camii tuvaletleri ve karayolu dinlenme tesislerinde halen kullanılmaktadır. İbrik deyip geçmeyin. Tarihte çok önemli(!) bir yeri vardır. Sarayda ibrik ve leğenden sorumlu olan kişilere İbriktar , sarayın harem dairesinde leğen ve ibriklere bakan ve padişahın özel hizmetini gören karavaş lara da İbriktar Usta denildiğini unutmayın! Tabi, padişah ibriklerinin altından oluşlarını da...

İdare Lambası / El Çırası

İdare lambası , sac veya tenekeden yapılmış bir aydınlatma aracıdır. Ters huniye benzer. Alt kısmındaki hazne kısmına gaz yağı konulurdu. Üstten boruya benzer kısmından içinde yağ bulunan haznenin içine bir fitil salınırdı. Fitil gaz yağını bünyesine çekerdi. Fitil kav veya kibritle yakılarak geceleri aydınlanma(!) sağlanırdı. İsli yanardı. Çok yandığında gaz yağı kokusundan ve dumandan insanın başı ağrırdı. İdare lambasına, El Çırası ve Şinanay da denir. " Şinanay yavrum şinanay " şarkısındaki şinanay 'ın idare lambasıyla bir alakası var mı acaba? Ne dersiniz? İdare lambasın yerini sonraları Gaz Lambası ve Lüx aldı.

Gaz Lambası

Gaz lambası , idare lambasının biraz daha gelişmişidir. Gaz lambası, adından da anlaşılacağı gibi gaz yağı ile aydınlanmayı sağlar. Alt kısmında bulunan hazne kısım camdan yapılmıştır, içine gaz yağı konulur. Üstünde içinden fitil geçen koza denen bir metal mekanizma bulunur. Lamba camı bu mekanizmaya geçirilir. Ağaların, beylerin evlerinde Lüx denen aydınlatma cihazı bulunurdu. Gaz lambası yakılacağı zaman lamba camı çıkartılıp, fitil kibrit veya çakmakla yakıldıktan sonra lamba camı yeniden takılırdı. Cam lamba islenince kozasından çıkartılıp, kuru, yumuşak bir bezle silinirdi. Gaz lambasına Çıra da denilirdi. Gaz lambası kapatılacağı, söndürüleceği zaman " lambaya püf " edilirdi. Elektriğin yaygın şekilde kullanımı gaz lambalarının sonunu getirse de, günümüzde elektrik kesildiğinde bazı evlerde halen kullanılmaktadır.

Taht


Eskiden konu komşu birbirini tanıdığından, güven duyduğundan, toplumsal doku bu kadar kirlenmediğinden yaz geceleri damlarda yatılırdı. Durumu iyi olanlar ve keyfine düşkün olanlar damlara taht kurarlardı. Maddi durumu iyi olmayanlar yataklarını doğrudan dama sererlerdi. Taht, çift kişilik, karyoladan biraz büyükçe, iki basamakla çıkılan, etrafı parmaklı yatacak bir yerdi. Taht evin avlusuna, daha çok da dama kurulurdu. Tahtın etrafına içerisi görünmesin diye bez gerilirdi. Üstü açık kalırdı. Hem damda ve hem tahtta çok yattım. Ara sıra damdan ve tahttan düşmeler olsa dahi, damda yıldızlara bakarak yatmak, yıldızları saymak ve kayan yıldızları izlemek çok güzeldi. Toplumsal dokunun kirlenmesi, mal ve can güvenliği sorununun yaşanması, bu güzel geleneğe son verdi.

Çıngırak / Zil

Çıngırak veya Zil , işaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bir çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzeneklerle çalışan metal bir gereçtir. Eskiden eşeklerin, katırların, koyunların, keçilerin... boynuna asılırdı. Çıngırak sayesinde sahiplerine bir nevi nerde olduklarını haber verirlerdi. Kervanın başında yürüyen eşeklerin boynuna asılı çıngırağın sesine kervandaki tüm develer itaat ederlerdi. Çıngırağın büyüğü Çan, kiliselerde çalınarak inanan Hıristiyanları kiliseye davet eder. Çıngırak, daha kibar bir ifadeyle zil cumhuriyetle birlikte okullarımızda kullanılmaya başlandı. Zil çaldığında tüm öğrenci ve öğretmenler derse girerdi; ikinci defa zil çaldığında ise, teneffüse çıkılırdı. Şimdi okullarda merkezî yayınla elektronik cihazlardan yerli ve yabancı müzik parçaları çalınarak derslere giriş ve çıkış yapılmakta. Oysa biz zili elimize alıp merdiven başında başımızın üstüne kaldırarak çalardık; arkadaşlarımıza ve öğretmenlerimize derse giriş ve çıkış saatlerini bildirirdik. Zili eline alıp çalmadıktan sonra, zil, zil mi olur? Yazık oldu bizim zillere. Tarih oldu bizim ziller. Sonuç: Kaybolan meslek ve nesneler üretimde çok önemli rol oynadılar, ama bugün tarih oldular ya da oluyorlar.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst