Gelecek Kaygısı, Mahremiyet, Belirsizlik!

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,524
Tepkime Puanı
196
Puanları
63
Yaş
50
Herkesin hikâye anlatan bir arkadaşı olmalı. Benim böyle bir arkadaşım olmadı, ama anlatacak bir hikâyem var. Sizinle paylaşmadan evvel, üzerine epey düşündüğüm bir hikâye. Bizimle ilgili her şey, her konu, her gündem; tehlikeli oyunlar oynamakla yumuşak karna dokunmak arasında ince bir çizgidedir. En çok da bu yüzden anlatamayız derdimizi; en çok da bu yüzden yanlış anlaşılırız. Yanlış anlaşılacak bir hikâye seçmedim. Üzerine epey düşündüğüm ya da bıçak sırtı bir konu olmasından, sizin de izniniz olursa eğer, bu kez kendimizi hikâyeyi dinleyen, ona seyirci olan kesime değil de, bizzat hikâyenin merkezine koymak isterim.

İnsanın özü, düşünceden ibarettir. Gün boyu aklımızdan geçen yığınla soru ve düşünce arasında bizi en çok yoran, en çok tedirgin eden şey, gelecek ve belirsizlik düşüncesidir. Tıpkı bu düşüncelere ihtiyacımız olduğu gibi, onları hayatımızın merkezine sokmaya, dolaylı da olsa, toplumsal anlamda onlar üzerine konuşmaya mecburuzdur. Tıpkı savaşlar gibi, iyimserliğe neden olacak, bu düşüncelerimizi besleyecek “şeylere” de ihtiyaç duyarız: Aç kalan sokak hayvanları, imkânsızlıklar yüzünden tedavi olamayan kanser hastası bir çocuk, hikâyemizin kalbindeki engelli yurttaşların geleceği.

Bireysel bir harekâtın yanı sıra, toplumsal anlamda da hayatımızda yer eden bu düşünceler, en çok hassas konular ve üzerine oynanabilecek, bir azınlığın özelinde çoğunluğa mâl edilebilecek şeylerdir. Hikâyemizin kalbine kendi azınlığımızı koymam nedeniyle, toplumsal örneğini verdiğim bu düşünceleri, yine kendi azınlığımız üzerinden anlatmak gerek. Düşünceyle birlikte hayatlarımızın merkezine giren türlü meşgaleler, beraberinde insanlara hayatlarını idame ettirme şansı verir. Bu meşgaleler; gelecek belirsizliği de olabilir, akşam yenecek olan yemekte ne yapılacağı da. Ama bu hikâyenin kalbinde “biz” yer aldığımız için; örneği bireysel değil, toplumsal zeminde yürütmeliyiz.

Kendisine günlük düşüncelerle türlü meşgaleler edinen toplum, insanlık tarihinden bugüne dek olduğu gibi, zamanla bireysel meselelerini cebine katar ve bir zaman sonra toplumsal konulara eğilmeye başlar: Sesi bastırılan azınlıklar, derdini anlatamayan insanlar, söz verilmeyen meclisler vb. Bu noktada ortaya çıkan engelli yurttaşlar, dillendirmek istedikleri dertlerini, bir süre sonra kendileri farkında olmadan, toplumsal bir meşgale hâline getirirler: Taşıdıkları gelecek kaygısı ya da diğer dertleri, zamanla üzerine oynanan bir olgu, çeşitli kampanyalarla reklam afişlerine toplum ya da onun temsilcileri tarafından kullanılabilecek-sömürülebilecek bir “düşünce” oluverir. Bir süre sonra anlatılmak istenen sorun ve aşikâr olan dert unutulur, bunların yerini, toplumun sözde “duyarlılığı” alır. Söz konusu bu “duyarlılık” toplum tarafından kabul görse de, zaman zaman engelli yurttaşlar başta olmak üzere bazı kesimlerin yaralanmasına ve yanlış anlaşılmalarına neden olur. Ama toplum için önemli olan bu kesimin aldığı darbe ya da taşıdığı gelecek kaygısı değil, kendi refah duygusudur. Çünkü toplum, savaşın neden olduğu bilançoya değil, onun sonucuna bakar.

Bundandır ki; -konuyu her ne kadar bu noktaya getirmek istemesem de, kaynağı budur- toplumun temsilcisi olan siyasi otorite, kendi ideolojisince yürüttüğü toplum mühendisliği kapsamında, engelli yurttaşların, günümüz koşullarında Alevîlerin, trans yurttaşların ve azınlık olarak tanımlanan kitlelerin düşüncelerini, kendi tekellerine alırlar. Örneğini verdiğimiz ve anlatmak istediğim hikâyenin merkezinde yatan ve en çok da engelli yurttaşların taşıdığı gelecek kaygısı, bu otorite için kaçırılmaz bir fırsattır: Sosyal devlet.

Siyasî ve bürokratik idare, gelecek kaygısı taşıyan engelli yurttaşlara gerekli olan sağlıklı koşulları sağlamakla yükümlü olmasına karşın, ortaya koyduğu yeni bir çözüm yolunu, bu “azınlığa” armağan olarak gösterir. Gelecek kaygısının yanında gündelik sorunlarını unutan engelli yurttaşlar ise, verilen bu armağanı şükran duygusuyla karşılamaya başlar. Oysa temelde, siyasî ya da toplumsal misyonerliğin yattığı bu olgu, tanımı yüzyıllar evvel yapılmış “insanî” bir duygudur: Yardımlaşma.

Fakat banka hesaplarını şişirmek, lüks evlere ve arabalara sahip olmak gibi “mühim” meseleleri olan insanlar, en temel ihtiyaçlarını bir başkası huzurunda görmenin utancını yaşamadıklarından olsa gerek, bu gibi “rahatsız edici” bir konunun gündeme gelmesini, hatta düşünülmesini dahi istemezler.

En başta örneğini verdiğim savaşlar; yalnızca geleceği inşa etmek için değil, geride kalanlara acıma ve minnet duygusu aşılamak için de vardır. Savaşın yarattığı kıyım, zamanla insanlara “buna ihtiyacı oldukları” hissini verir. Bu yüzdendir ki; tıpkı savaş gibi, tıpkı gelecek kaygısı gibi, tıpkı gündelik meşgaleler gibi, üzerine konuşulması, hatta düşünülmesi bile “yasak” olan şeyler, toplumsal bir mesele iken, yalnızca onu ilgilendiren kesim tarafından gündeme taşınır. Yine bu yüzdendir ki; kimse tarafından düşünülmez, tartışılmaz, dikkate alınmaz.

Hikâyemi çok daha naif, kırılgan, iyimser, telaşlı ya da adına ne derseniz, o şekilde ele almak isterdim. Ama düşündükçe kendimi büyük bir kalabalığın ortasında çıplak gibi hissetmeme neden olan biz engelli yurttaşların gelecek kaygısı; üzerine düşünülecek bir şey değil, insanî bir şekilde çözülmesi gereken bir sorundur. Her gün yaşadığınız bu rahatsız edici duyguyu size yeniden hatırlatmamak adına üstü kapalı şekilde anlatmak istedimse de, ne size, ne aklımızda beliren yüzlerce soruna merhem olabildim. Şimdilik yapabileceğimiz şey; insanlara yaralarımızın olduğunu anlatmaktır; onlara evvela yaşadığımız şeyleri, çektiğimiz sancıları anlatın. Yaşadıklarımızı anlatmadan çözüm istemek, kimse tarafından umursanmadığı gibi, hatırlanmaya değer bir şey olarak da yer etmeyecektir zihinlerde. Bu yüzden her gün belli aralıklarla duyduğunuz bu rahatsızlığı, artık siz ya da etrafınızdakiler değil, buna neden olanlar hissetsin. Ne kadarı mümkün, bilmiyorum. Ama en azından siz, toplumsal değilse de, bireysel olan bu savaşta, safınızı tutun. Zamanı geldiğinde, menzilde değil, kendi hikâyenizin merkezinde yer almanız gerekir.
 

papatya83

Üye
Üye
Katılım
May 19, 2013
Mesajlar
16
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Gelecek kaygısı, ihtiyaçlarını giderememe endişesi, yalnızlık ve daha birçok şey kafalarımızda döner durur. Ama kimsenin zorluğu hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Emin olun biz de engelli olmasaydık ya da herhangi bir sağlık problemiyle karşılaşmamış olsaydık, sokaktaki gelip geçen, bakan ama görmeyenlerden hiçbir farkımız olmazdı.

Sonradan engelli olan kişilere sorun, o ana kadar gördüğün engelli kişiler sende nasıl bir his uyandırıyordu diye. Gördüğüm an üzülüyor, kendimdeki artıları daha iyi fark ediyordum ama sonra unutuyordum, karşılığını alırsınız. Bu da çok normal, insanın doğasında var. O yüzden hayatın akışına kapılıp gidenlerin bir şeyleri anlaması için çaba sarf etmek yersiz ve anlamsız.
 

Birey

Üye
Üye
Katılım
Eki 13, 2011
Mesajlar
528
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
İnsan olan insandır zaten söylemesek de bilir, insan olmayana davul, zurna az...
Bilinmeyecek bişey yok ki ortada; farkında olmak, vicdanlı olmak meselesidir bence.
Ailelerin ve okulların eğittikleri kişilerin çoğu "insan" olabilseydi toplumda çok az sorun olurdu.

Sadece bu sorun için değil, toplumdaki tüm sorunların çözümünün temel ihtiyacı bilinçli, duyarlı, vicdanlı bireylerden oluşan bir toplumdur.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Selam Arkadaşlar,

Engellilik bireysel değil toplumsal bir sorundur sözünü hatırladım ve aslında ne desem az kalır. Bu konuda zaten söylenecek çoğu şeyi Sn. Halil Yılmaz söylemiş. O duyguyu iyi bilirim yani '' büyük bir kalabalığın ortasında çıplak gibi hissetmeme neden olan '' engellenme duygusu, toplumun acıyan bakışları arasında kulağınıza takılan vah vah sesleri, anlamsız bakışlar, acınası göz süzmeler vb daha bir çok anlık ama sanki asırlar süren bir yalnızlık, çaresizlik ve toplum tarafından terkedilmişlik...

Hiç kimsenin acısını küçümsemeyin çünkü onun neler yaşadığını asla bilemezsiniz. Engellenmiş tanıdığınızı ancak kendini size tanıttığı kadar tanıyabilirsiniz. Bir insanın engellenişini nereye kadar, nasıl dayanabildiğini ise onun dışında onun kadar çok az insanın ( çok yakınları dışında ) tanık oluşunu ve neler hissettiğini bilebilmeniz mümkün değildir. Bu anlamda her insanın yaraları vardır ve bazen kanayan, bazen kabuk tutan ama asla tam anlamıyla kapanmayacak olan. Şimdi o yaraların iyileşmesi için gerekli olan toplumun duyarlılığıysa ben kendi adıma ne topluma kendimi anlatmak ne de yaralarımın iyileşmesi için yardım ve destek istemiyorum.

'' Çare yoksa çare sizsiniz '' der Hz. Mevlana...kendi kendimin çaresi olalı bayağı uzun zaman oldu tamam kabul ediyorum arada tökezlesem de kendi düştüğüm yerden kendi kendime kalkmasını da öğrendim.

Gelecek kaygısına gelince bunu üstlenmek zorunda olan sosyal devlet anlayışına sahip bir devletimiz olmadığından bizler kendi geleceğimiz üzerine yeterince kaygı üretiyoruz zaten. Engelliliğin toplumsal bir sorun olduğunu farkedemeyen bir ülkede herkes kendi geleceğinin ne olacağı konusunda yeterince endişeliyken yine bu konuda herkesin sahip olduğu ailesine, dostlarına, arkadaşlarına büyük görev düşüyor.

Yardımlaşma adı altında yapılan her türlü ajitasyona sonuna kadar karşı olduğum için bu anlamda düzenlenen hiç bir geceye katılmıyorum ve bu konuda yani yardımlaşma adı altında engelliler için para toplanmasına da , bağış düzenlenmesine de karşıyım. Engelli vatandaşlarına 2. sınıf insan muamelesi yapan bir devletin çocukları olarak bizleri acınası, zavallı ve özellikle fakir bırakan, yardım eli uzatacak olması gerekirken muhtaç olma konumuna getirilmekten son derece rahatsızım. Tv deki yarışma programları dahil hiçbirini seyredemiyorum çünkü izlerken şak şakçıların yapmacık gövde gösterilerini izlemek midemi bulandırıyor. ( Kapak kampanyası, konserler, Acunun düzenlemiş olduğu var mısın yok musun adlı yarışma programı vs vs vs .) Bana göre bir elin verdiğini diğer el görmemeli yani yardımsa yardım ama gizli yapılmalı tıpkı ibadet gibi.

Arkadaşlar keşke konuya hiç bulaşmasaydım ama yok ille de yazma isteğim var ya engel olamadığım bu anlamda yani konu mahremiyet, gelecek kaygısı ve belirsizlik olduğu için bazen içimden bu ülkeyi terketmek bile gelmiyor değil ama benim yurdumun güzel insanları adına kalıp mücadele etmek dururken şimdi başka bir ülkeye kaçıp gitmek bana göre değil.

Benden bu kadar... konuyu okuyan arkadaşlar devam etmeli ben zaten yeterince yorgun ve bitkinim. Hani insan bazen her şeyden herkesten usanır ya hatta kendinden bile işte bu akşam ben zaten yeterince kendime küstüm o yüzden son noktayı koymak istiyorum.

Sevgiyle kalın, paylaşımla kalın,
 

Sağlık Teknikeri

Üye
Üye
Katılım
Haz 8, 2010
Mesajlar
1,090
Tepkime Puanı
23
Puanları
38
Bizde sağlıklı olsaydık engelliler umrumuzda olmazdı söylemi afaki bi söylem ve varsayıma dayanan bi söylemdir. Öyle olup olmayacağını kimse bilemez. Öyle olsa olsa bile bu durum engellilerin görmezden gelinmesini meşrulaştırmaz. ..
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Selam Sağlık Teknikeri,

Sözlerinize aynen katılıyorum. Sağlıklıyken de ilginç bir şekilde belki de kaderin çekiciliğinden midir bilinmez görme engelliler için kitap okurdum ve bir gün ben de engelli oldum. Duyarlılık aslında engelli yada engelsiz olmakla ilgili değil de ne kadar insan olduğumuz ve insana yaklaşımımızda saklı sanki. Başka bir örnek vermem gerekirse engelsizlerin yani nasıl anlatılır bilemiyorum ama engelli olduğumda çok yakın arkadaşlarımın bana hep acıdığını düşünürdüm ve onlarla birlikte olmaktansa yalnızlığı tercih ederdim ama sonradan anladım ki asıl acıyan onlar değil ben kendi kendime acıyormuşum ne tuhaf hala neden öyle yanlış kararlar aldığımı ve neden o kadar yanlış düşündüğümü bulmaya çalışıyorum. Tramva dönemiydi belki de yaşanması gerekendi diye düşünüyorum ama artık çok iyi biliyorum ki ben nasıl hiç bir engelliye acıma yada küçümseme duygularıyla yaklaşmıyorsam onlarda sadece duydukları sevgiden dolayı aşırı ilgi gösteriyorlardı belki de yanlış burada gizliydi.
 

Kürşat

Üye
Üye
Katılım
Ağu 25, 2010
Mesajlar
10
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Sanırım bu kaygı biz engelliler kadar ailelerimizinde içini kemiriyor.
 

Birey

Üye
Üye
Katılım
Eki 13, 2011
Mesajlar
528
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Kürşat bey çok haklı, bunu ben de çok hissettim.
 

septik

Editör
Editör
Katılım
Şub 9, 2012
Mesajlar
3,405
Tepkime Puanı
450
Puanları
83
Hemen her konuda insiyatifi yani kulanım gücünü korkuya muhatap kaygı il eş tutmak mümkün, algı ile sınırlı bana göre

vikipedya alıntısı
Ankesitiye Anksiyete
Vikipedi,
Yazılanlar, doktor uyarısı ya da önerisi değdir ( şahsi düşüncemdir)

Anksiyete veya endişe, canlılarca deneyimlenen kaygı, korku, gerilim, sıkıntı halidir. Nedeni belli olmayan tedirginlik hali olarak da açıklanabilir. Anksiyete bazı kuramcılara göre yaşanan iç çatışmaların sonucudur. Bazı kuramcılara göre öğrenilmiş davranışlardır.[1]Canlıların dış ortama uyum çabasında koruyucu bir tepkidir. Denetim dışına çıkıp kişinin işlevselliğini aksattığında Anksiyete bozuklukları olarak incelenir. Psikiyatride bir grup hastalığın genel adıdır.

Terleme, titreme, çarpıntı vs. gibi bedensel belirtileri görülebilir. Başına kötü bir şey geleceğini düşünme, rezil olmaktan veya komik duruma düşmekten korkma gibi bilişsel (düşünsel), fakat çoğu kez nedeni belirsiz, tanımlanamayan bir gerginlik durumudur.

Anksiyete, genelde kavramsal, somatik, duygusal ve davranışsal bileşenlere sahip olmak biçiminde tanımlanır (Seligman, Walker & Rosenhan, 2001). Kan basıncı ve kalp atışının artması, terleme, ana kas gruplarına ani kan akışının hücum etmesi nedeniyle kaslarda gerginlik, bağışıklık ve sindirim sistemi fonksiyonlarının yavaşlaması gibi fiziksel etkileri vardır. Bunlara ek olarak mide bulantısı, el ve ayaklarda soğukluk, titreme -üşüme hissedilir.

Duygusal açıdan ise hastalık korku ve panik hissine neden olur. Kişi her şeyi olabilecek en olumsuz yönüyle ele alır, moral seviyesi en alt düzeydedir. Davranışsal olarak ise hasta, anksiyete kaynağından kaçma eğilimi gösterir. Yine de anksiyeteden sadece patolojik bir durummuş gibi bahsetmek yanlış olur. Bu his, korku, kızgınlık, üzüntü ve mutluluk gibi duygularla beraber gelen, insanoğlunun hayatta kalmasıyla bağlantılı temel duygulanımlardan birisidir.

Anksiyete tedavisi en az bir yıllık ilaç tedavisi şeklinde seyreder. Bunun yanı sıra derin nefes alıp vermek endorfin salgılanmasına neden olduğu için hastaları rahatlatır. Masaj, aromaterapi, telkin gibi yöntemlerin de işe yaradığı bilinmektedir.





Sonuca bakalım sıkıntı duyulacak kavram neyse önüne geçenbilme gayretinde bulunmak acizliği kabul etmekle etmmek arsı sınırıı iyi anlamak

ben diyorıum ki sınırlar bizim için değil korku ile yaaşamak tansa varsa şansım o şansı değerlendirmek daha hayırdır
 
Tekerlekli Sandalye
Üst