Gelişin Tarih Oluyor Bana

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Her gelişin bir tarih oluyor bana. Zaman ikiye ayrılıyor; senden önce ve senden sonra... Senden önce mevsim kış olur.
Etraf, hayat öncesinin ağır sancılarını çeker.
Günler, bir önceki hayatın taşa toprağa kazınmış paslı renklerinden sıyrılırlar.
Düşen karlar, yağan yağmurlar, ıslıklı rüzgârlar birer renk silicisi olarak geçerler. Her şey asıl rengine kavuşur, kimsesizliğini giyer.
Toprak siyaha kaçan kahverengiye, ağaçlar çatlak bir griye...

Sen yokken, zamanın ellerinde bir oyuncağım sadece. Bir üçgenin içinde bir tutsak; dün, bugün ve yarın tarafından sıkıştırılan, yumruklanan bir kum torbası.
Dün, doymak ve gitmek bilmeyen acıları önüme yığarken; yarın, perdeli yüzünün gerisinde bana adı sanı duyulmayan korkular beslediğini söyler.
Gün içinde Walter Benjamin’in meleğine dönüşürüm; vücudum acılar içinde düne bakarken, yüzüm korkular içinde yarına döner.

Sen gelince... Sen gelince zaman dağılıyor; dün, bugün ve yarın eriyor.
Sen gelince zaman yırtılıyor, yırtılan yerden zamansızlığa düşüyorum. ‘Zaman’la anlamlarına kavuşan her şey kayboluyor; kaygı, korku, şüphe...
Sen gelince bir sen kalıyorsun yanımda, bir gözlerin... Sen gelince gözlerin çağırıyor
beni, gözü karalığını emmiyorum.
Zamansızlıkta; dün ve bugünsüzlükte, bir de yarınsızlıkta sana tutunuyorum.
Boşluğun orta yerinde bakışların tutuyor beni.

Sen gelince baştan ayağa unutmak kesiliyorum.
Sen gelince, ağırlıklarını üzerime boca eden ve başımdan acılarını döken zamanı
bütünüyle unutunca, sen oluyorum, tepeden tırnağa mutluluk...
Sen gelince, içimde, beyazdan pembeye pembeden mora kesilen bir badem ağacı büyüyor. Gölgesi, boyunlarında yitik yeşil lale dolaştıran sevgililere yuva olan...
Sen gelince, kuşların şakıdığı şarkılarda güfte oluyorum.

Sen gelince, kalbime, hesaba-kitaba karışmayan ve akıl-mantık hesaplarına isimlerini yazdırmayan haylaz çocuklar doluşuyor.
Elimde elleri, gözlerimde bakışları ve yüreğimde sen oluyor,
hayat bizim için şenlikli bir oyun parkına dönüşüyor.

Gelişini bir rüya, bir masal gibi yaşarım. Gerçeğin el atmadığı bir düş gibi... Ve sonunda gelişin, bir el dokunuşuyla sonlanmış bir rüya olur. Uykuyla hükmü biten bir masal... O zaman, bir şimşek çakar zamansızlığın orta yerinde. Gerçeği örten siyah perde aralanırken, gerçek, vücudunu kımıldatıp pençesini uzatan bir dev olur. Düş bir yerinden yırtılır, rüya biter, masalın sonu gelir.

Gidersin... Göğümde, arkasında koyu karanlık bırakan kaymış bir yıldız olursun. Sen gidince zaman yeniden dirilir. ‘Bugün’ en somurtkan yüzünü giyinir; üzerime yeniden dünün acıları ve yarının muhtemel korkuları düşer. Bir sıtma tutar bünyemi, titrerim. Bugüne eklenemez, gerçeği bir yerinden tutamaz olurum. Orta yerde, vücudu geriye bakan yüzü ise ileriye dönük o melek gibi kalırım. Boğazımı, elinden oyuncağı alınmış çocuğun hıçkırıkları yakar. Adımlarım kimsesizliğin bozkırına düşer; burnuma kumlar kaçar, içim gıcıklanır.

Sensizlikte edindiğim alışkanlığa dönmek uzun bir zaman alır. Bugün, yani gerçek, değdikçe bana; yüzün örtülür, gözlerin kapanır, ellerin kaybolur. Sözlerin eski birer şarkı olur sonunda; ‘sen’li anların yükünü içime boşaltan...

Sen gidince, ve koca bir zaman, ‘bana tarih olan gelişin’ üzerine binince, mevsim kış olur yeniden. Ne şenlikli bir oyun parkı, ne bir badem ağacı, ne de boynunda yitik yeşil lale taşıyan bir sevgili kalır. Sen gidince ölüm gelir bana, zamanın yakasına ‘iliklenmiş’ eski bir anı olurum.

N. DAĞLI
 
Tekerlekli Sandalye
Üst