Gönül Sultanları (evliya nasihatleri)

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi
F

Fırtına

Guest
Abdest suyu şifâ oldu!..

Hanım evliyâlardan Seyyidet Nefîse hazretlerinin evinin hemen bitişiğinde komşu bir kadın vardı. Yahûdî dîninde olup, bir de kötürüm kızı vardı. Kadıncağız bir gün evden çıkarken;

- Kızım sen evde otur, ben biraz sonra gelirim, dedi..

Sakat kız annesine;

- Anneciğim ne olur, sen gelinceye kadar ben komşumuzun evinde bekleyeyim, diye yalvardı..

Annesi;

- Peki orada bekle, dedi..

Ve Seyyidet Nefîse’nin kapısını çalıp;

- Komşu, ben bir yere gideceğim. Gelinceye kadar bu kızım yanınızda kalabilir mi? diye sordu..

Seyyidet Nefîse hazretleri;

- Tabii neden olmasın, dedi..

Ve sakat kızı kucaklayıp, bir yere oturttu. Sonra da abdest almaya gitti. Abdest suyu, o kızın yanından akıyordu. Kızcağız bu sulardan avcuna alıp, ayaklarının cansız yerlerine sürmeye başladı..

Hani oyun olsun diye sürüyordu. Ancak sürdükçe canlandı ayakları..

Sevinip daha çok sürdü. Bir zaman sonra kalktı, yürüdü, koşturmaya başladı odada. Hiç hastalık kalmamıştı ayaklarında..

O ara, annesinin sesini işitti.. Sevinçle koştu annesine..

Kadıncağız kızının koştuğunu görünce, ne söyleyeceğini şaşırdı;

- Rüyâ mı görüyorum, yoksa hayâl mi bu gördüğüm? dedi..

Kızcağız anlattı bu olanları.. İşte o zaman anladı hakîkati.. Kalbine hidâyet nurları doldu.. Kendi kendine; “Eğer Onun dîni hak olmasaydı, abdest suyu böyle şifâ ve devâ olmazdı” dedi..

Ve Seyyidet Nefîse hazretlerine koşup;

- Bana İslâmı anlat, dedi..

Şehâdeti getirip Müslüman oldu.. Sıra çocuğun babasındaydı.. Akşam da o kavuştu hidâyete..


gönülsultanları.com
 
F

Fırtına

Guest
Niçin konuşmuyorsun?

Abdülkadir Geylani, bir mahalden geçerken,
Gördü iki kimseyi, münakaşa ederken..

Birisi hıristiyan, Müslümandı öteki..
Sordu: (Münakaşaya sebep olan şey ne ki?)

Müslüman arz eyledi: (Bu diyor ki kininden:
Bizim peygamberimiz, üstündür sizinkinden..

Ben ise, şiddet ile itiraz ediyorum..
Bizim Peygamberimiz, daha üstün diyorum.)

Abdülkadir Geylani, dinleyip Müslümanı,
İsbata davet etti hıristiyan olanı..

Buyurdu ki: (Ey kişi, madem ki böyle dersin,
Peki sen bu fikrini, nasıl isbat edersin?)

Hıristiyan dedi ki: (Bizim peygamberimiz,
Ölüyü diriltiyor, o, üstündür şüphesiz.)

Buyurdu ki: (Ey kişi, ben peygamber değilim..
Sadece o Resulün ümmetinden biriyim..

Eğer ben diriltirsem bir ölüyü ansızın,
Hazret-i Muhammed'e sen de inanır mısın?)

(İnanırım) deyince, buyurdu: (Öyle ise,
Çok eski, harab olmuş bir kabir göster bize.)

Gösterdi hıristiyan ona eski bir kabir..
Gitti kabir yanına, esseyyid Abdülkadir..

Buyurdu: (Burda yatan, bir kadındır ve hatta,
Şarkıcılık yaparmış hem de hal-i hayatta..

İster, şarkı söylerken onu ben dirilteyim..
Yahut nasıl istersen söyle, öyle edeyim.)

Hıristiyan, buna hiç ihtimal vermeyerek,
Dedi: (Madem dirilsin, o şarkı söyleyerek.)

Buyurdu ki: (Ey kişi, şunu da söyle peki..
Ölüyü diriltirken, ne derdi İsa Nebi?)

Dedi: (Bizim Peygamber, der idi ki: Ey filan!
Allah'ın izni ile, diril kalk mezarından.)

Abdülkadir Geylani, dönüp hıristiyana,
Buyurdu: (Öyle ise, dikkat eyle bu yana.)

Gösterdiği mezara dikkatlice bakarak,
Buyurdu ki: (Allah'ın izni ile diril, kalk!)

O anda, boydan boya yarıldı kabir birden..
Dirilip kalktı kadın, hem de şarkı söylerken..

Bir müddet öyle kalıp, sonra da birden bire,
Yine ölü olarak, giriverdi kabire..

Bu büyük kerameti görüp o hıristiyan,
Şehadeti söyleyip, hemen oldu Müslüman..

Sonra Gavs-ül a’zamın sarılıp ellerine,
O andan itibaren, girdi tam hizmetine..


gönülsultanları.com
 
F

Fırtına

Guest
“Baba eskidi sultânım!..”

Babaeski’de, Fâtih Sultan Mehmet Han zamanında yaşamış olan Ahmet Baba, bir Allah dostu olup, Babaeski’ye adını veren, budur.

Şöyle ki; Büyük Fâtih çok sever, Baba derdi bu zâta.. Bir gün yolda karşılaştılar. Seslendi Padişah;

- Hey baba!

- Buyurun sultânım.

- Nasılsın, iyi misin?

Ahmet Baba, cevaben;

- Baba eskidi sultânım! dedi.

İşte Babaeski adı, onun bu sözü üzerine verildi bu havâliye..

.
.
.

Bir gün, biri geldi bu zâta.. Gerçek mü’min nasıl olur? diye soracaktı. Ancak içeri girince unuttu. Bir müddet sohbet ettikten sonra;

- Ben kalkayım, deyip izin istedi.

Mübarek zât;

- Az daha otur, belki soracağın bir şey vardır, diyerek hatırlatmak istediyse de, yine hatırlamadı.

O zaman;

- Peki, sen bilirsin, buyurdu.

Tam giderken;

- Gerçek mü’min, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kimsedir, buyurdu. Adam bunu işitince, bu zâta olan sevgisi kat kat arttı.

.
.
.

Biri de bu zâta gelerek;

- İnsan için en faydalı şey nedir efendim? diye sordu.

Büyük velî cevabında;

- İyi arkadaştır, buyurdu.

- En zararlı şey nedir hocam?

- Kötü arkadaştır. Ancak kötü arkadaş yalnız insandan olmaz. Seni doğru yoldan uzaklaştıran her şey, mesela okuduğun kitap zararlıysa, o bile ‘kötü arkadaş’tır, buyurdu.


gönülsultanları.com
 
F

Fırtına

Guest
Kartal ve bohça.!

Seyyidet Nefîse hazretleri rahmetullahi aleyhâ, bir evliyâ hâtundur. O devirde fakir bir kadın vardı. Dört kızı hafta boyu iplik eğirir, bu da onları pazarda satar, böylece geçinip giderlerdi.

Bir gün yine ipleri yüklenip çıktı evden..

İplik bohçasını başında taşıyordu ki, bir kartal uzaklardan bu kadına doğru süzüldü. Ve bir hamlede başındaki bohçayı kapıp havalandı.

Kadıncağızın sermayesi gitmişti..

Bayılıp düştü üzüntüden. Kendine geldiğinde, insanlar;

- Ne oldu teyzeciğim? diye sordular.

Kadıncağız olan biteni anlatınca;

- Ey hâtun! Sen Seyyidet Nefîse hazretlerine git. O bir duâ eder, işin hallolur, dediler.

Kadıncağız koşup anlattı hâlini bu evliyâ hâtuna..

Seyyidet Nefîse hazretleri;

- Üzülme, evine git. Yakında rızkın gelir, buyurdu.

Kadın gitti eve. Az sonra birileri Seyyidet Nefîse hazretlerine gelerek;

- Efendim, biz bir gemiye binmiştik. Gemimiz su almaya başlayınca, batma tehlikesiyle karşılaştık. Sizi vesîle edip duâ ettik. Çok şükür kurtulduk, dediler.

- Nasıl kurtuldunuz?

- Bir kartal yukarıdan indi. Ağzındaki bohçayı bırakıp havalandı. Baktık ki, bohçanın içi iplik dolu. O iplerle bağlayıp, işi hallettik, dediler.

Sonra beşyüz dirhem uzatıp;

- Bu da hediyemiz, lütfen kabul buyurun, diye ricâ ettiler.

Seyyidet Nefîse hazretleri o ihtiyar hâtunu çağırıp sordu;

- O ipleri kaça satıyordun?

Kadıncağız;

- Yirmi dirheme, deyince;

- Rabbimiz sana daha fazlasını gönderdi, dedi ve o beşyüz dirhemi kadıncağıza verip;

- Rızık için bir daha kendini üzme, diye tembih eyledi..


gönülsultanları.com
 
F

Fırtına

Guest
“Kandilin niye ışığı yok?..”

Bâyezid-i Bistâmî hazretleri, talebesiyle bir sevdiğinin evine misafirliğe gitmişti. Ev sâhibi, bir kandil getirip yaktı. Fakat oda aydınlanmadı.

Hazret-i Bâyezid;

- Kardeşim, bu kandilde bir acayiplik var. Yanıyor, ama ışık vermiyor, acaba sebep nedir? diye sordu.

Ev sâhibi;

- Efendim, bu kandili bir geceliğine komşumuzdan emânet almıştık. Dün gece, gâyet güzel ışığını verdi, şimdi vermiyor, ben de anlamadım, diye arz etti.

Bâyezid-i Bistâmî hazretleri;

- Sen bu kandili götür sâhibine. Dün için teşekkür et. Bu gece yakmaya da tekrar izin al, buyurdu.

- Peki efendim, deyip, kandili götürdü sâhibine..

İzin alıp, geldi ve yaktı yine..

Öyle güzel yandı ki, oda ışıkla doldu.

Hazret-i Bâyezid;

- Tamam şimdi oldu, buyurdu.

.
.
.

Bir gün, yanlışlıkla bir karıncayı ezmişti mübarek. Öyle çok üzüldü ki, yüreğinde hissetti acısını.. O ölü karıncayı avcuna alıp şefkat ve merhametle baktı hayvancağıza..

Ve mahzun, kırık kalbiyle;

- Yâ Rabbî, bunu dirilt! diye yalvardı.

Karıncada bir kıpırdama oldu.

Ve canlanıp, başladı yürümeye..

.
.
.

Bir gün de sohbetinde;

- Kardeşlerim, gıybetten çok sakının. Bu günah, annesiyle zinâ yapmaktan daha büyük günahtır, buyurdu.

- Gıybet nedir efendim? dediler.

- Gıybet, bir Müslümanın gizli bir kusurunu arkasından söylemektir. Duyunca üzülmezse gıybet olmaz, buyurdu.


gönülsultanları.com
 
F

Fırtına

Guest
“Adını bağışlar mısın?..”

Veysel Karânî hazretleri, Yemen’de bir dağda deve güdüyordu ki, hazret-i Alî ile hazret-i Ömer radıyallahü anhümâ, Efendimizin aleyhisselâm mübârek hırkasını kendisine teslîm etmek üzere oraya gittiler.

Kendisini bulup;

“Selâmün aleyküm ey çoban!'' dediler.

Veysel Karânî hazretleri;

“Aleyküm selâm, buyurun” dedi.

“Adını bağışlar mısın?”

“Abdullah” (Allah’ın kulu)

“Hepimiz Allah’ın kullarıyız. Seni burada ne diye çağırırlar?”

“Bana Üveys derler.”

Hazret-i Ömer;

“Yâ Üveys! Resûlullah Efendimizin sana selâmları var. Mübârek hırkasını hediye olarak sana gönderdiler ve ‘Bu hırkayı giysin, ümmetime duâ etsin’ buyurdular” dedi.

Hazret-i Üveys;

“Ama ben çok günahkâr bir kulum. Bu şerefli emânet bana değil, belki başkasına âittir” dedi.

Hazret-i Ömer;

“Hayır yâ Üveys, senin vasıflarını Resûlullah bize bildirdi. Aradığımız sensin” buyurdu.

O zaman aldı.

Öpüp kokladı.

Ve secdeye kapanıp; “Yâ ilâhî! Bu hırka hürmetine ümmet-i Muhammedin günahlarını affet” diye yalvarmaya başladı.

Secdede uzun kaldı.

Daha da uzayınca, iki büyük sahâbî endîşeye kapıldılar.

Birbirlerine bakıp;

“Acabâ emr-i Hak mı vâki oldu?” dediler.

Hazret-i Ömer;

“Yâ Üveys!” diye seslendi.

Hazret-i Üveys başını kaldırıp;

“Yâ Ömer! Keşke az daha bekleyip de çağırsaydınız. Zîrâ Rabbim, bu ümmetin tamamını affediyordu, ama sen çağırınca, bir kısmı kaldı” dedi.


gönülsultanları
 
F

Fırtına

Guest
Eğer yalan söylüyorsa...

Tâbiîn-i kirâmdan Muttarif bin Abdullah hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” oğlu vefât ettiğinde, hiç üzüntülü bir hâli görünmedi.

Saçını sakalını taradı.

Güzel elbiseler giydi.

İnsanlar böyle yapmasının sebebini sorduklarında;

“Allah’tan gelene rızâ göstermeyip, feryâd etmemi mi bekliyordunuz? Mâdem ki kuluz, Rabbimizden ne gelirse, râzı olmalıyız” buyurdu.
.
.
.
.

Bir gün de bu zâtı çekemeyenler, kendisini zamanın vâlisi olan Ziyâd bin Ebîh’e şikâyet ettiler.

Ziyâd da askerlerine;

“Derhal Onu yakalayıp huzuruma getirin!” diye emretti.

Hemen gidip getirdiler.

Bu defâ askerlerine;

“Siz Onu tutup getirirken hâlinde herhangi bir değişiklik oldu mu?” diye sordu.

“Olmadı” dediler.

“Öyleyse O, sâlih bir kimsedir, Onu bırakın ve kendisinden özür dileyin!” diye emretti.
.
.
.
.

Biri de bu zâtı yalancılıkla suçlamıştı.

Mübârek zât kalbinden;

“Yâ Rabbî, bunun cezâsını ver!” diye duâ etti.

Adam birden fenâlaştı.

Sonra da yere düştü.

Koştular, ama ölmüştü.

Kadı, Muttarrif hazretlerini çağırıp;

“Sen adam öldürmüşsün” dedi.

O ise;

“Hayır, ben sâdece duâ ettim, Hak teâlâ duâmı kabûl etti” diye cevap verdi.



gönülsultanları
 
Tekerlekli Sandalye
Üst