Hayata Küstüm

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
''Anlat bakalım.'' diyor psikolog masum bir tebessümle. Onun tebessümüne karşılık ben onun yüzüne tüm hayattan bezmişliğimle bakıyorum, hiç tebessüm etmediğim kadar tebessüm etmiyorum, zorla geldiğimi belli edecek kadar sızlanıyorum bakışlarımla. Yine de kıpırdanmadan derin bir nefes alıyorum. Bir şeyler anlatmak zorunda olduğumu bildiğimden, bir yerden başlamaya karar veriyorum.

''Çocukken bir kaza geçirdim. Sakat kaldım. Ve hayata küstüm. Yeterli mi?'' Psikolog sırıtıyor, durumuma mı gülüyor anlayamıyorum. Aslında anlıyorum... Kadın geçiştirmeme gülüyor. Ama durumuma gülünmesine o kadar alışkınım ki, psikolog da her an alay edebilecekmiş gibi geliyor. Gözlerimi kaçırıyorum. Psikolog önündeki kağıda bir kaç şey yazıyor. Ne yazdığını çok da merak etmiyorum. Muhtemelen aptal bir somurtkan olduğumu yazıyordur diye düşünüyorum.

''Yıllardır küssün yani hayata? Öyle mi?''

''Evet... Yani, aslında tam olarak öyle değil. Sakat kaldığım ilk zamanlarda çok küçüktüm ve bir şekilde uyum sağlamaya çalışıyordum insanlara. Ama olmadı. Ben denedim, ama onlar izin vermediler.'' Psikolog kağıttan başını kaldırmadan konuşmaya devam ediyor.

''Hayata küstüğüne emin misin? Uyum sağlamana izin vermeyenlerin insanlar olduğunu söyledin... İnsanlara mı küstün, yoksa hayata mı Emre?'' Kaşlarımı çatıyorum. Bir an sorunun üstünde düşünecek gibi oluyorum ama beynim reddediyor. ''Düşünecek bir şey yok!'' diyor beynim. ''Hayata küstün, hayat seni bu hale getirdi!'' Kabulleniyorum. Psikologa dönüyorum kendimden emin bir şekilde.

''Hayata küstüm. İnsanlar sadece birer etkendi...'' Başıyla onaylıyor.

''Peki, kazadan itibaren neler yaşadığını, neler hissettiğini, nelerin seni etkilediğini anlat bakalım.'' Sıkıntıyla iç çekiyorum. Bir an önce konuşmayı bitirip gitmem gerektiğini hissediyorum çünkü yaşadığım şeyleri bir kez daha anlatarak hatırlamak istemiyorum. Ama bir yandan da, kapının önünde bekleyen annem mutlu olsun istiyorum. O yüzden birbirlerine kararlılıkla bağlanmış dudaklarımı aralıyorum.

''Ben... bir gün... dışarıda top oynuyordum, arkadaşlarımla birikte. Sonra birden topa vurdum, top caddeye kaçtı. Topun sahibi ev sahibimizin oğlu Rüştü'ydü. Mahçubiyetle yüzüne baktım ve hemen caddeye doğru koşmaya başladım. Top benim yüzümden kaçmıştı, alması gereken bendim. Koştum, koştum... Caddeye çıktım, yolun ortasında duran topu almama iki adım kalmıştı ki birden bir şeyler oldu... Anlayamadım. Büyük bir acıyla kendimi yerde buldum. Araba çarpmıştı bana. Herkes başıma toplandı. Büyükler arabanın peşinden bağırıyorlardı. Arkadaşlarım şok içinde bakıyorlardı. Rüştü'nün elinde oynadığımız top vardı, top patlamıştı. Rüştü topa bakıp bakıp ağlıyordu. Kusacak gibiydim acıdan, başım dönüyordu. Yine de Rüştü'ye baktım, bir şeyler söylemem gerekiyordu. Ağzımı açtığım anda öksürmeye başladım, karnıma sancılar giriyordu. ''Rüştü!'' dedim sesim çıktığı kadar.Tam o sırada babamın arkadaşı Muzaffer amca deliye dönmüş bir şekilde kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Bir yandan kalabalığı dağıtırken bir yandan beni kucağına almaya çalışıyordu bir yerime zarar vermemeye dikkat ederek. Beni kucağına aldığında hala Rüştü'ye bakıyordum. Rüştü cevap vermiyordu... Rüştü bana bakmıyordu bile! Topuna bakıyordu ve ağlıyordu. O an tek korkum Rüştü'nün üzülmesiydi. Üzülmemeliydi Rüştü... çünkü Rüştü ev sahibimizin oğluydu. Bizi evden atabilirlerdi oğullarını üzdüğüm için. Küçüktüm, öyle düşünüyordum... ''Rüştü!'' dedim tekrar. ''Özür dilerim!'' Rüştü benimle hiç konuşmadı. Önemli değil demedi. Rüştü zengindi ve dünya üzerindeki en önemli şey onun mutluluğuydu, bu yüzden topunun patlaması tabii ki önemliydi ; önemli değil demesini bekleyemezdim. Sonra hastaneye gittik. Bacaklarımı hissetmiyordum, üst kısmım tamamen ağrı içindeydi, annem sürekli ağlıyordu, babam çaresizlikle hastane odasında dolanıp duruyordu ama benim aklım patlak toptaydı. Doktor geldi, sakat kaldığımı söyledi. Bir daha yürümemin çok az bir ihtimali varmış, öyle dedi. Umursamadım. Yürüyemezsem yürüyemezdim! Ama top patlamıştı... Rüştü'nün topu... Babası babama çok kızacaktı! Hatta belki çoktan kızmıştı... Annem ve babam bu yüzden o kadar çok ağlıyorlardı belki de? Daha çok üzüldüm. Benim yüzümden olmuştu her şey. Benim yüzümden! Sonra eve gittik. Günlerimiz hep sessiz geçti. Bir hiç'lik kaplamıştı evimizi. Annem hiç gülmüyordu, babam hiç konuşmuyordu, ben hiç yürümüyordum... Ama bir türlü üzülemiyordum yürüyemiyor oluşuma! Sanırım idrak edememiştim durumu. Bir iki haftaya geçecek sanıyordum... Ama geçmedi. İki ay sonra babam bir gün işten kocaman bir karton kutuyla döndü. Çok sevinmiştim! Babam bana hediye aldı sanıyordum. Kutuyu önüme getirdiklerinde heyecandan ölecektim. Belki bir futbol topu almışlardı Rüştü'ye vereyim diye. Rüştü'ye topunu verecektim o da bana çalışan bacaklarımı verecekti! Ben... sanırım... Rüştü'nün topunun patlamasına sebep olduğum için Rüştü tarafından cezalandırıldığımı sanıyordum. Emin değilim... Paketi açtım. İçinden daha önce görmediğim kocaman garip bir sandalye çıktı. Tekerlekleri olan bir sandalye. O an bir daha yürüyemeyeceğimi anladığım andı. Bir daha yürüyemeyecektim... Ama yine de üzülemiyordum. Tek yapmak istediğim o tekerlekli sandalyeye oturup dışarı çıkmak ve Rüştü'nün önünden geçmekti. Babama dışarı çıkmak istiyorum dedim. Kabul etti, çıktık. Rüştü kapının önünde birileriyle konuşuyordu. Tekerlekli sandalyemle önünden geçtim. Hiçbir şey söylemedi. Bir şeyler söylemesi gerekmiyor muydu!? Biraz geri gidip tekrar önüne geldim, sırıttım ve heyecanla konuşmaya başladım, ''Rüştü bak ben sakat kaldım!'' dedim. Gurur duyuyordum durumumla, çünkü Rüştü'nün topu için kahramanca savaşmıştım! Şimdi Rüştü'nün gelip bana teşekkür etmesi ve geçmiş olsun demesi gerekiyordu. Rüştü ''Bana ne?'' dedi. Rüştü... bana ne... demişti... Yutkundum. Ne yapacağımı bilemedim! Ne yapabilirdim ki? Hiçbir şey yapmadım. Babam beni kucağına aldı tek koluyla, diğer koluyla da tekerlekli sandalyeyi kaldırdı kolayca. Eve çıktık. O gün yemek yemedim. Ertesi gün de... Sadece camdan dışarıyı seyrediyordum. Herkes mutlu görünüyordu. Herkes oyun oynuyordu. Herkes koşuyordu. Herkes yürüyordu. Herkes yaşıyordu. Bir kaç gün evden çıkmadım. Ama bir gün camdan bakarken Rüştü'nün elinde yeni bir top olduğunu görünce anneme beni dışarı çıkarmasını söyledim heyecanla. İşte bu sefer olacaktı, bu sefer Rüştü beni affedecekti. Üstelik topu ona geri verilmişti, belki bacaklarım da bana geri verilmek üzereydi! Annemle birlikte sokağa çıktık. Rüştü ve diğer çocuklar maç yapıyorlardı. ''Rüştü! Rüştü!'' diye tezahurat yapıyordum. Ama dönüp bakmıyordu bile. Bir insanı affetmek bu kadar zor olmamalıydı. Ama Rüştü benden küçük olduğu için bunu bilmiyordu galiba. Ben altı yaşındaydım, Rüştü beş. Belki benim yaşıma gelince anlardı! Bir süre daha sokakta durduk, sonra eve çıktık. Rüştü artık beni görmüyordu, duymuyordu... Bir yılı camdan dışarıyı izleyerek geçirdim. Arada sokağa inip insanlarla konuşmaya çalışıyordum ama kimse benimle konuşmak istemiyordu. İnsanları anlamıyordum. Sadece büyükler benimle konuşuyordu. Belki ben büyük olmuştum? Annem bir gün pazardan döndüğünde elinde mavi okul önlüklerinden vardı, bir de okul çantası. Okula başlayacaktım. Evet, ben büyük olmuştum! Çok heyecanlıydım okula başlayacağım için çünkü orada da benim gibi büyükler olacaktı. Artık her şey daha güzel olacaktı. Ama olmadı. Okul başladı. Ben bittim... Bir kaç gün dayanabildim sadece. İnsanlar benden korkuyorlardı! Tekerlekli sandalyemle onları ezeceğimden korktuklarını söylüyorlardı... Bu yüzden kimse benimle konuşmak, ya da yanıma yaklaşmak istemiyordu. Bazıları yaramazlık yaptığım için cezalandırıldığımı söylüyorlardı. Hatta bir gün bir velinin öğretmenle konuşurken benim sınıfımın değiştirilmesini istediğini söylediğini duydum, oğlu bana çok üzülüyormuş. Bu yüzden oğlu üzülmesin diye beni başka sınıfa almalılarmış. Öğretmen, kadına benden son derece memnun olduğunu, rahatsız oluyorsa oğlunu başka sınıfa, hatta başka bir okula aldırmasını önerdi. Bunların hepsine dayandım. İnsanların dalga geçmelerine, benden korkmalarına, bana acımalarına... Ama bir gün, okula gelirken yağmur yağıyordu. Yerler çamur olmuştu ve doğal olarak tekerlekli sandalyemin tekerlekleri de çamurlanmıştı. Babam beni sınıfa çıkardı. Tekerlekli sandalyemle sınıfta yerime doğru ilerliyordum. Sınıf arkadaşım Ahmet tam yanımdan geçerken sandalyemin tekerlekleri tertemiz ayakkabısının ucuna değdi ve ayakkabısının ucu çamur oldu. Ahmet çok sinirlendi. Bana bağırmaya başladı. Dikkatli olmamı söylüyordu, yeter artık diyordu. Özür diledim. Özür dilememin bir şeyi değiştirmeyeceğini söyledi. Senin için ne yapabilirim dedim, git buradan dedi... Bir daha bu sınıfa girmeyecektim. Bu sondu. Ben bir daha hiçbir sınıfa girmeyecektim. Ben doktor olamayacaktım. Avukat olamayacaktım. Psikolog olamayacaktım. Ben baba bile olamayacaktım. Çünkü tekerlekli sandalyemin tekerleklerinden biri Ahmet'in pahalı ayakkabılarına değmişti. Çünkü Ahmet'in ayakkabıları çamur olmuştu. Çünkü Ahmet bana 'Git buradan.' demişti. 'Git buradan, kimse seni istemiyor!' O gün çok ağladım. Sınıftan çıktım, engelli asansörüne bindim, aşağı indim. Öğretmenim koridordaydı, ağlayarak yanına gittim. Annemi çağırmasını istedim, neden ağladığımı sordu hüzünle. Karnım ağrıdığı için ağladığımı söyledim. İnandı. Annemi çağırdı, okuldan çıktık, ve bir daha hiç geri dönmedim. Hiçbir güç beni oraya götüremezdi. Annem bir engelli okulu ve fizyoterapi kursu araştırıyordu ama ikisine de gitmeyecektim. Ben artık evden dışarı çıkmayacaktım. Bir kaç hafta yine sadece camdan izledim sokağı. İki gündür bir kız dikkatimi çekiyordu. Saçları turuncu renkti. İlk gördüğümde şok olmuştum! Hayatımda ilk defa turuncu renk saç görüyordum. Hayal gördüğümü sanmıştım. Annemi çağırıp hayal görüp görmediğimi sorduğumda güldü ve gerçek olduğunu söyledi. O kızla evlenmeye karar vermiştim. Kızın turuncu saçları vardı, bu yüzden benimle evlenmeliydi... Haftalar sonra ilk defa içimde dışarı çıkma isteği vardı, hatta haftalar sonra ilk defa eskisi gibi yürümek istiyordum. Annem mutfaktayken kollarıma tutunarak kalkmaya çalıştım, kollarım çok inceydi... Bir kaç saniye bile dayanamadım, kendimi yerde buldum. Annem gürültüye koşunca yüzünde ölmek üzereymişim gibi bir korku vardı. Sırf korkusu geçsin diye bacaklarımdan birini biraz hissettiğimi, o yüzden ayağa kalkmaya çalıştığımı söyledim. Onu uzun zamandır bu kadar mutlu görmemiştim. Deli gibi akrabaları arayıp tek bacağımı biraz biraz hissetmeye başladığını haber veriyordu. Keşke gerçekten hissetseydim... O akşam yemekte anneme ''Keşke kuş olsaydım ben. Madem yürüyemiyorum, uçardım! Özgür olurdum. Hiç düşmezdim. Kuşlar ne şanslı...'' demiştim. Annem ağzımı bamyayla doldururken söylediğim şeye hafifçe gülümsedi. ''Yürüyeceksin! Bak bacaklarından birini hissetmeye başladın! Hem nereden biliyorsun,'' dedi, ''...belki kuşlar da gökyüzüne doğru düşüyorlardır?'' Annemin söylediği şey beni çok mutlu etmişti. Çünkü haftalardır kuşları kıskanıyordum. Belki annem haklıydı? Belki kuşlar da gökyüzüne doğru düşüyorlardı? Bu, nedense mutlu etmişti beni. Anneme beni yemekten sonra dışarı çıkarıp çıkaramayacağını sordum. Dünden razıydı. Yemek biter bitmez kapının önüne indik. Annemin arkadaşları da oradaydı. Annem onlarla konuşurken turuncu saçlı kıza doğru sürdüm sandalyemin tekerleklerini. Tek başına ip atlıyordu. Yanına yaklaştım. ''Merhaba.'' dedim. ''İsmin ne senin?'' Kız korkmuş görünüyordu. Yeni taşındıkları için korkması doğaldı. Yoksa... benden mi korkmuştu? Bir kaç saniye sonra o da merhaba dedi bana. İsmi Aylin'miş. Neden bu sandalyede oturduğumu sordu. Çok koştuğum için yorulduğumu söyledim. Tavsiye verdim ona. ''Sakın çok koşma.'' dedim. ''Bir de sakın Rüştü'nün topunu patlatma!'' Anlamamış gibi görünüyordu. Cevap vermek yerine benim gitmem lazım dedi. Caddeye doğru koşmaya başladı. Anlamamış mıydı!? Koşma demiştim ona! O ise koşuyordu. Caddenin tam ortasına gelince dikkatli olmasını söylemek için ''Aylin!'' diye bağırdım. Durdu, bana döndü. Tam bana döndüğü anda bir araba hızla ona doğru geliyordu. Şaşkınlıktan ölecektim. Tekerleklerimi ona doğru sürmeye çalıştım. Ama önümde kocaman bir taş vardı ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Birden bir adam Aylin'i kenara çekti hızla. Kurtulmuştu... kurtulmuştu... Ama az kalsın benim yüzümden sakat kalacaktı! Ya da ölecekti. İsmini söylemeseydim, durmasaydı, ve o adam oradan geçiyor olmasaydı... düşünmek bile istemiyorum! Bana baktı korkuyla. Ağır ağır yanıma yaklaştı tekrar. ''Ben anladım seni! Sana araba çarptı, sakat kaldın. Değil mi? Bir filmde görmüştüm... Şimdi de herkes sakat kalsın istiyorsun. Bu yüzden mi durdurdun beni! Ne kötüsün! Bir daha sakın benimle konuşma! Bir daha... kimseyle konuşma!'' Koşarak uzaklaştı yanımdan. Haklıydı. Ben zararlıydım. Ben kötüydüm. Rüştü'nün topunu patlatmıştım, Ahmet'in ayakkabılarına çamur bulaştırmıştım, anneme yalan söylemiştim ve Aylin'e neredeyse araba çarpıyordu benim yüzümden. Kimseyle konuşmamalıydım. Öyle de yaptım. Yıllarca tek kelime etmedim annem ve babam dışında kimseye. Yıllarca evden çıkmadım. Hayata küstüm... Her şeyi mahvettim, ve bunun sebebi hayat!''

''Hayır!'' diyor psikolog kendinden emin bir şekilde. Sarsıldığı belli. Yine de konuşmaya çalışıyor. ''Hayata küsmedin sen. Rüştü'ye küstün. Ahmet'e küstün. Aylin'e küstün. Sana çarpan arabaya küstün. Patlak topa küstün. Yerdeki çamura küstün. Ama onlar bunun farkında değil... o kadar farkında değiller ve o kadar farkına varmayacaklar ki af dilemeyecekler senden. Ama sen onları affedebilirsin. Onları affetmeye hazır mısın Emre? Unut bütün kırgınlıklarını, aç kollarını, üstünden uçup gitsin bütün kızgınlıkların gökyüzüne doğru. Uçmak bir lüks gibi geliyor sana, bu yüzden kızgınlıklarına, kırgınlıklarına bu lüksü tattırmak istemiyorsun ama annenin dediği gibi, nereden bilebiliriz... belki de uçuyor sandıklarımız düşüyordur gökyüzüne? Bırak düşsünler seni düşürdükleri gibi... Kim bilir, belki ayağa kalkıp üstlerine basarsın düşenlerin...''

Beyza Alkoç

Özgeçmiş :

1996 - İstanbul doğumluyum. İlk ve orta öğretimimi İstanbul'da tamamladım şuan lisedeyim.
Kısa dönemli bir tiyatro geçmişim oldu. Daha önce bir çok hikaye yarışmasına katıldım.
İlk ve orta öğretim hayatım boyunca sürekli hikayeler, senaryolar yazdım ve arkadaşlarımla birlikte okulda sahneledim.
Üniversitede Psikoloji bölümünü okumayı düşünüyorum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst