Fazlalıkları Atmak Gerek !
Sözlüklerde “sağ olmak” ve “yaşamak” eş anlamlı olarak veriliyor. Ama galiba bu ikisini birbirinden ayırmakta fayda var. Sağ olmayı, yani canlılığın sürmesi durumunu nicelikle; yaşamayı ise nitelikle ilgili kavramlar olarak görmek gerekiyor.
Daha uzun süre canlı kalmak, elbette, insanın en başta gelen isteklerden biri. Hatta Lokman Hekim gibi mitler yaratarak, ölümsüzlüğün hayalini kurduğu oluyor. Ama nasıl yaşadığına aynı derecede önem vermiyor, insan. Ömrünün bütününü olduğu gibi; saatlik, günlük veya birkaç yıllık zaman dilimlerini nasıl geçirdiğini de, işin niceliği kadar önemsemiyor. Bu durumda hayat, bütün canlılarda olduğu gibi, bir “sağ kalma” uğraşından ibaret hale geliyor.
Karnını doyurmak, başını sokacağı bir ev bulmak, hayatın geri kalan kısmına güvenceler biriktirebilmek için yerine getirilmesi gereken zorunluluklar var. Beslenmeye, uyumaya da ayrılan zamanlar… Bunlara, giyinmek, yıkanmak türünde uygarlıkla ilgili zorunlulukları da eklemeli. Dolayısıyla, 24 saatlik bir günün 20 saati, bazen 22 saati için, “mecburen yaşanıyor” diyebiliriz.
Üstelik kalan bu 2 saatlik, 4 saatlik süreleri kullanmak için de bir irade göstermek gerekiyor. Sabah erken kalkarak veya bir şekilde günlerinizi planlayıp, deyim yerindeyse dakikaların hesabını yaparak zamanınızı kullanmanız gerekiyor. Aksi halde, “boş zaman” denilen ve işe yaramayan süreleriniz olur; onları da gereksiz ilişkilerle, televizyon karşısında pinekleyerek veya sohbet adı altında dedikodulara dalarak harcayıp gidersiniz.