'' Hem Şoför Mehelli, Hem Beş Kuruş '' ( Veya '' Yüz Altın Sendromu'' )

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Psikolojide Bilissel Davranısçı Yaklasım adı verilen bir
yaklasım var. Özetle sunu söylüyor: Duygularımızı ve
davranıslarımızı ortaya çıkaran sey, dıs faktörler degil,
zihnimizin bir kösesine kaydetmis oldugumuz kalıp
düsüncelerdir. Kimi kuramcılar, söz konusu düsüncelerden
bazılarının akılcı/gerçekçi olmadıgını ve bunların sıkıntı
yaratan duygulara ve davranıslara yol açtıgını, ruh
saglıgını olumsuz yönde etkiledigini belirtmektedirler.

Bilissel Davranısçı Yaklasımın genel çerçevesi içinde, "Ben yetersizim"
seklindeki bir kalıp düsünce/temel inanç, ana inançlara, ara inançlar ise "Ben
bu sınavdan geçemem" seklindeki otomatik düsünceye yol açar, sıkıntı yaratır.

Duygularımızı ve davranıslarımızı ortaya çıkaran sey, dıs faktörler degil,
zihnimizin bir kösesine kaydetmis oldugumuz kalıp düsüncelerdir.


Sıkıntı yaratan kalıp düsüncelere birkaç örnek:

"Herkes bana iyi ve kibar davranmalıdır."
"Her zaman her iste basarılı olmalıyım; kusursuz olmalıyım."
"Hayat bana istediklerimi hemen vermeli, istemediklerimi vermemeli."


Yukarıdaki cümlelerden üçüncüsü, belki ilk ikisini de
kapsıyor. Üçüncü cümlede, dünya ve onun bir parçası olan
toplum, bana benim istedigim gibi davransın talebi var.
Süphesiz bu ben-merkezci bir tavır ve gerçekçi degil.
"Hayat bana istediklerimi tam olarak vermeli"
düsüncesinin akılcı olmadıgı ve bu düsüncenin
duygularımızı ve davranıslarımızı nasıl etkiledigi, son
yıllarda Albert Ellis tarafından ortaya atılmıs, incelenmis.
Ancak bundan yüzyıllar öncesinde insanlar Ellis'in
görüsüne paralel sayılabilecek görüsler ileri sürmüsler.
Örnegin Epiktetos, "Olaylar önemli degildir; asıl onları
algılama seklimiz önemlidir" demis. Epiktetos'un bu
görüsü, Bilissel Davranısçı Yaklasımı özetlemektedir.
Akılcı olmayan düsüncelerimizi, mükemmeliyetçiligimizi
-biraz da açgözlülügü- irdeleyen, elestiren bir Bektasi fıkrası var. Söyle:

Bektasi'nin Altınları

Bektasi'nin biri bir gün "Tanrım, bana gökten yüz altın at. Bak
ama, doksan dokuz olsa kabul etmem" demis.

Tanrıdan yüz altın isteyen, asagısına razı olmayan Bektasi, bir
anlamda, "Hayat bana istediklerimi hemen vermeli, istemediklerimi vermemeli" demektedir.


Söz konusu akılcı olmayan düsünceye iliskin bir de
Erzurum hikâyesi var. Önce hikâyeye bakalım, sonra da
yorumlayalım.

Hem Soför Mehelli, Hem Bes Kurus

Rivayete göre, 1940'larda geçmis bir olay: O zamanlar
tasımacılık kamyonla yapılıyor. Bir kamyon yolcularını
yüklenirken Erzurum yakınlarındaki Köprüköy'e gidecek bir
yolcu gelir. Soför ile yolcu arasında su konusma geçer:
Yolcu: "Dadas, hele beni bir Köprüköy'e götür. " Soför: "He geç."
Yolcu: "Kurban, kamyonun üzerine binmeyeyim, sovuktur,
rüzgârdır; soför mehelline oturayım."
Soför: "Tamam geç."
Yolcu: "Soför mehelli kaç kurustur?"
Soför: "Yirmi bes kurus."
Yolcu: "Ben bes kurus versem olmaz mı?"
Soför: "Dadas, hem soför mehelli hem Körpüköy hem bes kurus;
bu nasıl is?"


Galiba pek çogumuz, -belki de hepimiz- Bektasi gibi
hayattan yüz altın istiyoruz. Veya dadas gibi, hayat bizi
soför mahallinde, Köprüköy'e bes kurusa götürsün
istiyoruz. Bu istedigimiz olmadıgında da küçük aksiliklere
esef ediyoruz, öfkeleniyoruz. Yüz altın sendromu
yüzünden hem kendimizi hem çevremizi huzursuz
ediyoruz. Su örneklere ne dersiniz?


Diyelim Anahtarınızı Unuttunuz

Diyelim bir sabah evden çıktınız ve anahtarı evde
unuttugunuzu fark ettiniz. Üç kat merdiven çıkıp anahtarı
alacaksınız. Bu durumu olgunlukla kabullenir misiniz,
yoksa kendinize esaslı miktarda kızar mısınız? Sanırım
çogunluk, "Allah beni kahretsin, Allah benim belamı
versin" diye söylene söylene çıkıyor merdivenleri.
Niçin kızıyorsunuz kendinize? Bugüne kadar pek çok defa
anahtarlı çıktınız evden; bu basarınızdan ötürü hiç
kendinizi kutladınız mı? Hayır. Dogru seyler yaptıgımız
zaman kendimizi kutlamayız, hatalı bir sey yapınca
kızarız. Niçin? Bunun nedeni hayattan yüz altın
beklememiz olmalı.

Diyelim Ögrencisiniz

Diyelim ögrenciyiz, bize iyi bir gelecek saglamaya katkısı
olacak diye lisede veya üniversitede okuyoruz. Hem
okuyoruz hem de durmadan derslerin agırlıgından,
sınavların sıklıgından sikayet ediyoruz. Hiç okumasak
sıkıntı da olmaz ama iyi bir gelecek umudu da suya düser.
Yani hem sıkıntıya girmeyecegimiz bir ögrencilik
yasamımız hem de iyi bir gelecegimiz olsun istiyoruz.
Farkında olmadan hem soför mahallinde oturmak hem bes
kurus ödemek istiyoruz. Ne yazık ki bu kadar cömert bir
dünyamız yok. Pratikte fazla cömert olmayan dünyayı,
çok cömert hale getirmek istedigimizde kopya çekeriz. Bu
durumda hem soför mahalli hem bes kurus olur. Ama ne
yazık ki kopya, dürüst bir yol olmadıgı gibi uzun vadede
kârlı da degildir.

Diyelim Bir İsyerinde Çalısıyorsunuz

Bazı is yerlerinde patron asgari ücreti, maksimum
performansı, çalısanlar ise asgari performansı, maksimum
ücreti tercih ediyor. Sonuçta iki taraf da yüz altın'cı
oluyor.
Diyelim bir isyerinde çok yogun çalıyoruz. Ama bunun
karsılıgında da iyi sayılabilecek bir ücret alıyoruz, üstelik
kendimizi gelistirmemiz, gerçeklestirmemiz de mümkün
oluyor. Buna ragmen zaman zaman tablonun genelini
unutup çok çalısmaktan yakınıyoruz. Daha az ücrete daha
az çalısmayı gerektiren bir is bulabiliriz; ama bunu asla
istemeyiz. Yine, hayattan, istediklerimizi tam olarak
vermesini, istemediklerimizi vermemesini, her seyin
kusursuz olmasını istedik demektir. Diger bir ifadeyle,
hem soför mahalli hem bes kurus. Ne yazık ki ikisi bir
arada olmuyor. Aslında, hem az çalısmak hem de çok
kazanmak mümkündür. Bunun yollarından birisi
üçkagıtçılık, hortumculuktur. Bunları yaptıgınızda, hem
soför mahalli hem bes kurus olur. Olur da, dürüst olmaz;
uzun vadede kârlı olmaz. Torunlarınıza kötü bir miras,
üçkagıtçı bir dünya bırakmıs olursunuz.

Hem iyi ücret alayım hem az çalısayım gerçekçi degil.
Ancak bunun tersi bir durum varsa ve siz yakınıyorsanız,
gerçekçi düsünmediginizi söyleyemeyiz. Örnegin bir
patron, nasıl olsa piyasada is az, eli mahkum diye düsünüp
asgari ücretin altında bir ücretle sizi günde sekiz saatin
çok üzerinde çalıstırır, bu arada sigortanızı da yaptırmazsa
ve siz de bu durumdan sızlanırsanız, gerçekçi

düsünüyorsunuz demektir. Bu patronunuzun ayıbıdır.
Patronunuz kısa vadeli kârdadır; ancak torunlarına
haksızlıgın, ahlaksızlıgın arttıgı bir dünya bırakacaktır.
Torunlarının aynı sömürüye ugramayacagını kim garanti edebilir?

Diyelim isyerinizde bir hatanız oldu; herkes fark etti.
Günlerce üzülür müsünüz? "Evet" dediginizi duyar
gibiyim. Peki bu hataya esit bir basarınız oldu. Günlerce
mi sevinirsiniz, yoksa daha kısa bir süre mi? Eger "evet"
derseniz, demektir ki, yine kusursuz davranmayı, hayatın
size kusursuzu vermesini istiyorsunuz.

Birkaç defa cerrahlar ameliyatta hastanın karnında makas,
gazlı bez bırakmıstır. Bu kamuoyuna çok ilginç gelir,
yıllarca söylenir. Ama aynı hekimler, her gün binlerce
hayatı kurtarır, binlerce kisiyi ölümün kıyısından
döndürür; bu ilginç gelmez. Bir eksi fark edilir, 9999 artı
fark edilmez. Sanırım bu da bir yüz altın sendromu.

İsyerinde patronlar, amirler, elemanlarının binlerce
artısını, gayretini görmezler de bir tek hataları oldugunda
ortaya çıkıverirler. Çünkü yüz altın isterler, kusursuzluk isterler.

"Peki patron hiç mi elestirmesin?" diyebilirsiniz. Hiç
elestirmesin veya siz kendi kendinizi hiç elestirmeyin
demiyorum. Hatamız olunca birbirimizi elestirelim ama
olumlu davranıslarımızı da vurgulayalım, övelim. Kendi
kendimizi de gerektiginde elestirelim, davranıslarımızdan
geribildirimler çıkaralım; ama olumlu davranıslarımızı da
fark edelim, onlarla gurur duyalım. Marifet iltifata tâbidir.
Çevremizdekilere çiçek atalım; arada bir de kendimize atalım.

Hatamız olunca birbirimizi elestirelim ama olumlu
davranıslarımızı da vurgulayalım, övelim.


İs stresi herkesi rahatsız eder. Bu stresi tamamen yok
etmenin bir yolu vardır. Gayet basit: İstifa etmek. Eger
istifa ederseniz, bazı açılardan çok rahatlarsınız. Ancak
parasız kalırsınız. Bu dünyada hem soför mahalli hem bes
kurus yok. Kamyonun üzeri bes kurustur ama soguktur.
Soför mahalli yirmi bes kurustur ama sıcaktır.

Diyelim Evlisiniz

Evlerimizde de yüz altın bekliyoruz. Esler birbirlerinden
kusursuzluk bekliyorlar, dört dörtlük es, dört dörtlük hayat
istiyorlar. Hayat bana istediklerimi tam versin istiyorlar.
Örnegin kadın, hem esinin aksam belli bir saatte
gelmesini, mesaiye kalmamasını, tatillerde çalısmamasını,
ama aynı anda da mevcut yasam standartlarını aynen
sürdürmek ister. Veya bir erkek aynı seyleri karısından
ister. Bu iki istek bir arada nasıl olur? Bir insanın hem az
çalısması hem çok kazanması oldukça zordur. (Aynı anda
dürüst olmak istedigimizde iyice zordur.) Bir insan
ailesine daha fazla zaman ayırmak için fazla çalısmaktan
ve fazla kazanmaktan vazgeçebilir. Ama bunların üçünü
birden istemesi, kendini ve dünyayı zorlamak anlamına
gelir; yüz altın istemek anlamına gelir.
Erkekler de eslerinden yüz altınlık, kusursuz bir gayret
bekliyorlar. Sözgelisi erkek açıkça söylüyor, açıkça
söylemese bile davranıslarıyla söylesine bir tablo
sergiliyor: Esi (yani kadın) para kazandıgı bir iste çalıssın
istiyor. Olabilir. Kadın aynı zamanda aksam kendisinden
önce eve gelsin, çocuklarıyla ilgilensin, onların ödevlerini
yaptırsın, yedirip içirip yatırsın istiyor. Olabilir. Erkek
aynı zamanda, kendisi geç gelse bile sofra hazır, çorba
dudak kıvamında/hemen içilebilir sıcaklıkta beklesin
istiyor. Bu da olabilir. Erkek bir sey daha istiyor; gecenin
bir yarısı karısı kapıyı açtıgında sabahlıklı, gecelikli
olmasın, söyle bir güzel giyinmis olsun istiyor. Hadi bu da
olabilir. Ancak erkek bir sey daha istiyor, "Karım kapıyı
açtıgında, saat kaç olursa olsun güler yüzlü olsun" diyor.
(ste bu olamaz. Dört bası magrur olamaz; hem soför
mahalli hem bes kurus olamaz; kadından ille de yüz
altınlık davranması istenemez. Gün boyu yüzün doksan
dokuzunu yerine getirmis kadının, bir tane de eksigi
olmasını kabullenmek gerekli; onun yüzünü asmasını,
serzeniste bulunmasını hos görmek gerekli. (Süphesiz
kadın da, söylenmeyi veya sızlanmayı abartmamalı. Eger
abartırsa, bu kez de o erkekten yüz altınlık bir gayret
beklemis olur.)

Esimizden yüz altın beklemeyelim. Ama eger yüzüncü
altın yok diye, yani esimiz bize kusursuz davranmıyor
diye canımız sıkılırsa, bu durumda bu beklentimizi oturup
konusalım. Sözgelisi, ev dısında da çalısan, evi--çocukları
çekip çeviren bir kadın aksam esi geç geldi diye yüzünü
asarsa, bundan rahatsız olan kocası, ortam uygun ise o an,
degilse daha sonra bu olayı gündeme getirmeli,
rahatsızlıgını belirtmeli.


Evlilik Yıldönümlerini Unutan Erkekler


Nice ailede erkegin evlilik yıldönümünü, esinin dogum
gününü unutması ciddi sorun yaratıyor. Evet bir erkek
diyelim esinin dogum gününü unuttu. Yıl içindeki önemli
bir günü unuttu. Ama aynı erkek bir yılda 364 gün isi için,
evi için çalıstı, çabaladı. Bu erkege o 364 gün için
tesekkür edilmemistir, ama o bir gün için esef edilir. Yine
bir yüz altın beklentisi.
Özel bir günü unutan bir erkege esi, kızmak yerine söyle
dese nasıl olur: "Sag ol, 364 gün evini, beni hatırladın,
bizler için çalıstın. Ancak evlilik yıldönümümüzü unuttun.
Seneye dilerim 364'ü 365 yaparsın."
Ya da son ana kadar bekleyip esinizin evlilik yıldönümünü
unuttugu kesinlestikten sonra söylenmek yerine, bir gün
önceden hatırlatabilirsiniz. Bakınız artık polisler
"Radar var!" diye tabela koyup önceden uyarıyorlar. Siz
de pesin pesin uyarabilirsiniz.
(Not: Erkekler "Evlilik yıldönümümüzü unuttun" diye
söylenmezler. Çünkü kendileri hatırlamazlar.)


Prof. Dr. Üstün DÖKMEN' in Küçük Şeyler adlı kitabından alıntıdır..
 
Son düzenleme:
Tekerlekli Sandalye
Üst