Hiç birşey engel değildir mutluluğa

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,507
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Yağmur yüklü bulutlar yıkıyor bugün şehri. İncecik süzülen berrak damlalar muazzam bir koro sanki, hepsi bir düzen ve intizam içinde düşüyor denizin turkuaz sularına. ‘Yağmur’ diyorum ne büyük rahmetsin, ne eşsiz bir mucizesin. Nice tohumlar filizlenecek seninle, ne çiçekler açacak, ne ağaçlar yaprak salacak dallarına ve can katacaksın doğaya. Hafif de bir rüzgâr başlıyor ürpertiyor ıslak bedenimi. Kollarımı birbirine kavuşturup ısrarla direniyorum rüzgâra. Ruhuma açılan pencereye benzetiyorum denizi. Huzur oluyor, yarım bedenimi yıkayan. Beni benden alıp bambaşka âlemlere götürüyor. Beyaz yeleli at, uçan ipek halı misali.
Nazlı nazlı ıskalanıyor deniz, rüzgârın kollarında. Şeffaf şemsiyeli sevdalılar dolaşıyor kıyı boyunca. Ne güzel şey diyorum insanın sevdiğinin olması. Onun için çarpan bir kalbin, ona ışıldayan gözlerin bakması. Derin bir nefes çekiyorum ciğerlerime. On yıl evveline gidiyorum yine. Bende sevdalıydım bir dilbere. Nefesimsin derdim ona, sensiz yaşam yok derdim. O benim günüm, güneşim, sonsuz gökyüzüm olmuştu. Yüreğime baharlar getiriyordu, çorak ruhuma yağmurlar. Koca bir sevdaydı benliğimi kuşatan. Hani insan mutluyken kısa sürecek endişesi dolanır ya hep etraflarda. Lüks bir arabanın çığlık gibi yükselen fren sesiydi benim bedenimi yarılayan. An ve saniyeden oluşan bir zamandı yürümeyi koşmayı benden çok uzaklara savuran. Hayallerime kanlar damlatan. Her gün bunun bir rüya olması ümidiyle yatıp, gerçeklere uyandıkça her yeni gün yeni baştan dağılıp ufandım. Kola kucaklara sığdıramadım acımı. Suskunluğuma gömdüm koca çığlıklarımı. Avuçlarımda sıktım düşlerimi. Yutkundukça bedenimde büyüdü acım. Sevdam mı? Onun adı mühür artık kalbimde yasaklı. Bir tek bana gülen gözlerini attım denize. Sakinleşince deniz yine gülüyor gözlerime. Onu ona bırakıp, onsuzluğumu alıp geldim yalnızlığıma. Resimleri duman oldu bir kibrit çöpüyle meçhule savrulan. Duyguları notlarda kaldı, arada bir açtıkça içimde koca koca yaralar açan. Ha birde yarım bedenimle beni ziyarete geldiği günü unutmuyorum. Bir dost diye tanıttığı sözlüsü tutmuştu elini. Hiç konuşmadan kaçırdığı gözleriyle demişti elveda kelimesini. Yarım bedenimden kalbimi de parça parça edip söküp götürmüştü yerinden. Umuda dair cümleler biriktirmiştim oysa. Hayatı, hayatın yaşanmaya değer olduğunu, bunun bizim için bir engel olmadığını, biraz kaybetmenin aslında kalmayı öğreteceğini söyleyecektim yalnızca. Yutkundum akla ziyanmış hayallerim. Halsiz mecalsiz kaldı düşlerim. Onsuzluğa sukut ettim çaresizce...
Altının kıymetini sarraf bilirse sağlığın kıymetini de elinden alınana sormalı diyorum şimdi. İmkânlar denizinde susuz sandalsız kalmak gibi. Hayallerinizin kapısında kalmak gibi, yarım kalmış bir masal ya da acınılan biçare… Yüksek gözlerin, vah vah diye dönen dillerin karşısında olmak. Koskoca bir çığlık işte. Milyonlar bu çığlığa sağır, kör, çaresiz... Ama en acısı da ne biliyor musunuz? Benim ömrüm dediğiniz, sensiz ölürüm diyen sevdiğinizin, hayaliniz beyazlar içinde ellere yar oluşunu duvar köşelerinden, tekerlekli sandalyelerden izlemek. İşte öyle eksik, öyle yarım, öyle paramparça bir şey...
Hafif hafif veda ediyor şimdi kara bulutlar. Yerlerine güneş yerleşiyor ebruli ışıklarıyla. Denizin her bir zerresinde ayrı parlıyor güneş. Elmaslar serpilmiş sanki tüm şehre. Ve duruluyor yine deniz. İşte gülümsüyor yine yarım kalmış sevdam. Dedim ya bir tek gülen gözlerini attım denize. Her gün geliyorum onu seyretmeye. Kızamıyorum ona öfkelenemiyorum nedense. Deniz suyum olmuş benim, ne içebiliyorum ne de vazgeçebiliyorum...
Ne olursa olsun itildiği karanlıklarda yeni umutlara sarılmalı insan. Rüzgâr güneşin ardına itse de, ışıklara aydınlıklara koşmalı. Durup durup yeni hayaller büyütmeli, yeşertmeli bedeni. Ve asla durumdan şikâyet etmemeli. Hayat bir oyun sahnesi ve her kişi üzerine düşen rolü gerçekleştiriyor. İşte birde bu yandan bakılmalı hayata. İsyan etmemeli asla zayıflıktır diyorum. Bende eskisi kadar kaşıyıp kanatmıyorum artık yaralarımı.
Sürüyorum tekerlekli sandalyemi, gökkuşağının eşsiz şekilleri yerleşmiş göklere. Bir parça fazladan mutluluk serpiştiriyor etrafa. Martılar süzülüyor açıklarda. Yağmur sonrası toprak kokusu enerji veriyor soluyana. Derin derin göğüs geçiriyorum manzara ilaç gibi geliyor ruhuma. Biraz ilerleyince kavga eden iki adam ve ayırmayı başaramayan insanlar görüyorum. Durup seyrediyorum. Yanar dağlar göç etmiş sanki bu iki adamın gözlerine. Alev saçıyorlar birbirlerine. Kinleri düğüm olmuş tepelerinde. Hiddet akıyor dillerinden. Şaşırıyorum nedenini anlayınca. Koca karmaşanın nedeni paraymış yalnızca. Sürüyorum tekerlekli sandalyemi esefle salladığım başımla.
Değer mi diyorum incilerden, mercanlardan kıymetli gözleri, kulakları ve ayakları böyle çirkin olaylara şahit yapmaya. Servetlerinden bî haber benciller diyorum. Bencil toplumun bencil kurbanları...
Eğer bir dilek hakkım olsaydı, dünyaya yeniden şekil vermeyi dilerdim. Yeni şekillerde, yeni hayatı sayısız yaşamak için. Önce insanlık şefkat denizinde yıkansın isterdim. Sonra sevgi ile kardeşliğin ılık kucağında kurulansın isterdim. Elbiseler merhametten ve her bir zerresi nakış nakış hoşgörü işli olsun isterdim. Sonra tüm hüsran, kin, nefret tohumlarını biçip, en yüksek tepelerden uçurumlardan savurmak isterdim. Gözlerden yaşların yalnızca sadetten akmasını isterdim. İnsanlık en güzel çiçekli baharların, mutlulukların, güzelliklerin, iyilik adına ne varsa hepsinin mimarı olsun isterdim. Sonra engellinin adını değiştirir, tüm bu güzelliklere kör bakanlara, etrafı duymazdan gelenlere engelli derdim. Çünkü hiçbir şey engel değildir sebepsiz tebessümlere, bedendeki kalbin sevgi yüküyle çarpmasına, ve hiçbir şey engel değildir istenilen her an mutlu olmaya...
Güneş turuncunun en güzel tonuyla boyadığı ufuklarda veda nazında şimdi. Son bir kez daha bakıp, boyadığı zirvelerin en son çizgilerinde kayboluyor sakince. Sokak lambaları elmastan parçalar sanki. Parlıyor taze çökmüş lacivert kadifesi ılık gecede. Elimde bir ekmek ve biraz katıkla dönüyorum yalnızlığıma. Yine hareketlenmiş sokaklar yürüyen ve koşan insanlarla. Ayrı ayrı dünyalara benzetirim insanları hep. Her gün ayrı akşamlara yatıp, aynı güneşle uyandığımız ayrı ayrı yaşamlardır her biri. Her yaşamda ne mutluluklar ne hüzünler gömülüdür kim bilir? Kimi dingin bir denizdir, kimi hırçın bir nehir. Bazen bir kitap olur yaşamlar bazen bir şiir, okudukça içine alır sizi illa kendinizden bir şeyler bulursunuz onda. Bende küçücük bir öykü oluverdim işte avuçlarınızda...
Duygular dizginleri elinizde olan atlara benzer. Hüzne mi mutluluğa mı çekeceğini insan kendi belirler. Ben dizginlerimi mutluluğa çekiyorum. Ve karanlık yalnızlığımı sıcacık bir kucağa benzetiyorum. Bana açılan kucağı bekletmemek için daha bir gayretle sürüyorum tekerlekli sandalyemi. İşte mis gibi ıhlamurlara gebe ağaçlarım ve yıpranmış sokak kapım. Gıcırtıyla açınca kapımı beni karşılıyor sanki yalnızlığım, gülümsüyor adeta rutubet kokulu küçük evim. Kapımı kapatmadan diyorum ki! Ben bir engelliyim ama hiçbir şey engelleyemiyor tebessümlerimi. Olunmak istendiği zaman mutlu olunabiliyor inanın. Size en sinirli anınızda bile gülmeyi tavsiye ederim suların tersine aktığını göreceksiniz. Bir günümün kapılarını açtım size. Hani hep mutlu sonlardan hoşlanırız ya milletçe. Kocaman gülümsüyorum avuçlarında bulunduğum herkese. Çünkü gerçekten hiç bir engelliye bile engel değildir mutluluk... Hoşçakalın...

Yazar adı: Hasibe AKDİŞ
 
Son düzenleme:
Tekerlekli Sandalye
Üst