İncir Ağacı: Ufuk SERİM

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
'ömrünü incirin altında geçiren dedemin güzel hatırasına'​


İNCİR AĞACI

İncir ağaçlarını hiç sevmem. Yaprağını, kabuğunu, dalını, yemişini, sütünü. Meyvesini en geç veren ağaçtır. Yazın bitinden, sineğinden yanına yaklaşılmaz. Geniş yapraklarıyla, iki-üç metreyi geçmeyen boyuyla tropikal bir bitkiyi andırır. Hemen-hemen her yerde boy verebilir incir ağacı. Çok fazla nemli toprağın olmadığı her yerde görürüz, özellikle kireçli toprağa bayılırlar. Belki de bu yüzden tüm şehirlerimiz, köylerimiz bu ağaçlarla doludur.
Dikimi de meşakkatli iştir, çelik kazıklarla desteklenerek, ilk yaprağını verinceye denk çok iyi sulanmalı, bakılmalıdır. Yine de her toprakta yetişir.

Şehir çocuğuyum. Ağır bir iç savaştan çıkmış; gazete, kitap okumanın, tiyatroya gitmenin, eşinle el ele gezmenin lüks sayıldığı yıllarda doğdum. Bu yaşıma dek hiç kitap okumadım, tiyatroya gitmedim; neden gidecekmişim ki?!
Annem, babam yoktu, akrabaların yanında yıllarca ‘yetim çocuk’ olarak kaldım, hiçbir koltuğa bacaklarımı uzatamadım, belki de ondan koltuk değneklerimden hiç ayrılamayışım şimdi.

İlkokul yıllarında hayatımın tek gayesi, oturduğum evin tam karşısında bulunan Osman Amca’nın bahçesine girip meyvelere saldırmaktı.
Osman Amcanın bahçesi benim cennetim. Her şey var içinde; vişneler, erikler, yenidünyalar, elmalar, üzümler, armutlar ve incir. Bahçede tırmanmadığım ağaç yok, her birinin yemişini tatmışımdır. Okuldan geldiğimde- Osman Amca namazda olurdu- çantamı sıvası dökülmüş bahçe duvarına yaslar, var gücümle ağaçlara tırmanıp tüm ceplerime kirazlar, erikler doldururdum. Ağaç tepelerinden annem gözükürdü.
Ama Osman Amca cin adam ağaçta kaç meyve olduğunu bilir, her akşam ağaçlardaki tüm yemişleri tek-tek sayar, eksik varsa yarın ilk iş okula giderken beni yakalayıp incir ağacına bağlardı.

‘Ulan piç. İste, ben vereyim sana, ne tırmanıyon ağaçlarıma, hep dallarını kırmışsın. Sakın bu incire çıkayım deme’.

İki tokat atardı, canım acırdı. Ağlamaktan gözlerim şişer, burnum tutmaz dolup sümüklerim dudağımın üstüne birikirdi, dilimle sümüğüme dokunur; o tuzlu, bağlamsı tadı çok severdim, sonra dirseğimden bileğime doğru burnuma sürterek, iki şeritli bir yol olurdu önlüğümün kolunda, sümük lekesinden.

‘Ağlama itoğluit, incirden düşersin. Bak, incirden düşen ölür!’.

Doğru söylüyordu, akşamları evde yengemler konuşurken duyardım, falancanın oğlu, filancanın kızı incirden düşüp ölmüşler. Çocuk aklımla hiç anlamazdım, daha yüksek ağaçlardan düşenlere bir şey olmuyor, incirden düşenler niye ölüyor?

Ertesi gün teneffüs zilini sabırsızla bekledim, incire tırmanacaktım. Sadece bizim mahalleden, sadece benim duyduğum, sadece bizimkilerin bildiği on çocuk ölmüştü, sadece son ay, sadece incirden düşüp. Bu ağaçtaki asilliği, bencilliği merak ettim.

Diğer arkadaşlarım ikinci derste ekmek hamurundan adam yaparken, ben bahçe duvarından içeri atlamıştım bile. Ağaca zorlanmadan çıktım, milyon yaprağı ver nerdeyse, yaprakların genişliğinden ne gök ne toprak gözüküyor. Her taraf incir, kocamanlar ve çatlamış hepsi, çatlaklardan içersi kıpkırmızı, bakır damarları gibi.

İncir ağacının dalları, esnek ve kaygandır çünkü incirin sütü vardır, dallar diğer ağaçlara göre kuru değildir. Yumuşaktır, dik olmadığı için güvenle basamazsın dalların üstüne hep esner ve sen dengeni bulmakta zorlanırsın, bir de kaygan ve uca doğru da hızla incelir.

En son hatırladığım görüntü, cebime doldurduğum incirlerden birinin yere düşüşüydü. Aşağı da toprak ne kadar davetkârdı.
Gözümü açtığımda, yanımda bundan sonraki iki yoldaşım vardı; koltuk değneklerim.

Evet dostlarım, ‘incirden düşen ölür’. Tüm dostlarım, sevgililerim, kardeşlerim düşüp öldüler. Bir ben ölmedim, yaşadım incir sütü akşamlarda oturup incirin dibine, size yazmak için.

Şehir adamıyım. Ağır bir yozlaşmadan çıkamamış; gazete ve kitap okumanın ‘orta sınıf eğlencesi’ sayıldığı yıllardayım şimdi. Bu zamana dek hiç kitap okumadım, neden okuyacakmışım ki?! Karım, çocuklarım olmadı hiç ‘kimsesiz yaşlı’ olarak kaldım hep Osman Amcanın öldükten sonra bana bıraktığı bu bahçeli evde.
Tepemde incir ağacı, dallarından sütü damlıyor belki de bu yüzdendir kelimelerin bu denli etime yapışması.

Şimdi derimi kazıyıp cümleler yapıştırıyorum, kabuklu gövdesine kırk yıl önce bana iki dost hediye eden, incire.
Koltuk değneklerimi, incir sütü akşamlarını, kelimelerimi, yalnızlığımı çok seviyorum.
Seni mi? Asla incir ağacı. Asla.

UFUK SERİM
 
Tekerlekli Sandalye
Üst