İnsan Değişmeden Dünya Değişmez

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
İnsanlık dünyada var olduğundan beri hep doğada kalma ve neslini sürdürme mücadelesi veriyor. Bunun için değişen dış koşullara göre yaşama şansını artırmak için diğer canlılar gibi evrimleşerek yeteneklerini geliştiriyor. Ancak doğa, bir türün diğer türleri ortadan kaldıracak kadar bir gücü hiçbir canlıya vermek istemiyor. Onların bazı yeteneklerini yüzlerce, binlerce yılda geliştirmesine ve evrimleşmesine olanak tanırken, bazı zayıflıklarını artırarak bir denge kuruyor.



Yeni doğan her nesil önceki neslin bazı bakımlardan zayıf bir kopyası oluyor. Bir önceki neslin kusurları, genetik hastalıkları, bağışıklık eksiklikleri değişime uğramış bazı virüslere karşı savunmasız kılıyor ve bu yetersizliklerin bir kısmı sonraki nesillere geçiyor. Böylelikle doğa insan türünün yeryüzünün tek hakimi olmasına bir engel yaratıyor.



İnsan türünün mükemmelleşerek çoğalmasını önlemek için çoğaldıkça kusurlarının, zayıflıklarının artması, direncinin azalması, ömrünün kısalması hatta muhtemelen kendi aralarındaki rekabetin artması durumunda büyük gruplar halinde çatışmalar sonunda toplu halde yok olmalarına zemin hazırlayan sahip olma arzularını ve hırslarını beyinlerine genetik bir bilgi olarak yerleştiriyor.



Nasıl ki çitaların asıl avı olan gazeller, impalalar hızlandıkça kendinin aç kalmamak için daha da hızlı olması gerekliliği nedeniyle evrim geçirmesi bir olgu ise insan da varlığını sürdürmek için hem fiziksel yeteneklerini hem zihinsel yeteneklerini geliştirmek zorunda. Ayrıca doğa, zaman zaman uzun süren kuraklıklarla, kıtlıklar, yangınlar, seller gibi doğal felaketlerle veya şarbon gibi salgın hastalıklarla bir bölgedeki canlı nüfusun aşırı derecede çoğalmasına engeller yaratıyor. Sürekli et oburlarla, ot oburlar arasında bir denge kuruyor.



Artık kuzey kutup bölgesine yakın yerlerde yaşayan Eskimolar ve Ekvator bölgesinde yaşayan insan kabileleri ve balıkçılar dışında modern insanlar eskisi gibi orman veya steplerde hayvan avlayarak yaşamını sürdürmüyor. Dolayısıyla avlanma amaçlı, fiziksel bir evrimleşme yerine teknoloji geliştirmeye dönük beyinsel evrimine devam ediyor. Teknoloji geliştirme zekası beyin loblarının aktif olanların büyümesine, az kullanılanlarının küçülmesine neden oluyor. Binlerce kelimeyi hafızasında tutarak konuşma yeteneğini geliştirirken beyindeki bu bölüm büyük bir olasılıkla kapasitesini artırıyor ve sonraki nesillere daha gelişmiş bir lob miras bırakıyor.



İnsanın teknoloji geliştirme zekasının artması sonucunda ve binlerce yılda biriktirdiği ve bir yerlerde kaydının tutulduğu bilginin zamanı ve yeri geldiğinde kullanılması ile icatlar çağı başlıyor. Teknolojinin gelişmesi insanın fiziksel yaşam biçimini kökten değiştiriyor. İnsanlar beslenmelerinde, örtünmelerinde, barınmalarında, üremelerinde, kısaca yaşam için elzem olan her şeyde birbirlerine daha çok bağımlı olmaya başlıyorlar.



Bir yerli kabile Amazon ormanlarında yaşamını sürdürürken başka insanlara, başka kabilelerin ürettiklerine fazla bağımlı değildir. Kendi avladığı avı veya topladığı bitkiyi yer. Kendi yaptığı hamakta ve kulübede uyur. Eğer gerekiyorsa kendi giysisini avladığı hayvanın derisinden veya bitki yapraklarından kendi yapar. Keza kendi mızrağını veya okunu kendi yapacak kadar bilgisi, zekası ve becerisi vardır. Bütün fiziksel yetenekleri, duyuları böyle bir doğal ortamda ayakta kalabilmeye göre gelişmiş ve biçimlenmiştir. Bir yandan avlarının davranışlarını gözlemleyerek avlanma stratejileri geliştirirken bir yandan da karşılaşabileceği tehlikelere karşı korunma ve karşı koyma yöntemleri öğrenir.



Binlerce yılda eylemler ve deneyimlerle zenginleştirdiği ve geliştirdiği bu yaşam biçimini sonraki nesillere miras bırakır.



Büyük topluluklar halinde yaşama zorunluluğu kentleşmeyi doğurunca bu kalabalık nüfus içindeki rekabet de artmaya başlar. Artık insan sadece doğa ile mücadele ederek değil aynı zamanda rakibi olan diğer insanlarla da mücadele ederek ayakta kalmak zorundadır. Bu mücadele hem fiziksel, hem beyinsel güç gerektirir. İnsanın güç kazanma ve güçlü olma isteğinin özünde rekabette olduğu insanlara üstünlük sağlayarak kendine güvenli bir alan yaratma arzusu vardır. Fakat insanın kendini güvende hissetmesinin bir sınırı bir kıstası da yoktur. Elde ettiği gücün hep daha fazlasını ister. Giderek güç elde etmenin kölesi haline gelir. Güçlendikçe bu gücü korumak için amansız bir savaşın içine girer. Bundan sonraki yaşamı artık alçak gönüllü, sevgi dolu bir yaşam değil daha ziyade sahiplenme, daha ziyade arzularını gerçekleştirme ve hazlarının peşinden sürüklenme, daha ziyade güç gösterişi uğruna girişilen bir savaştır.



Gücünü göstermek veya korumak için şiddete ve hileye başvurmaktan çekinmez. Amacı boyun eğdirmek, sindirmek, gerekirse ortadan kaldırmaktır. Kendi fiziksel gücünün dışında sahip olduğu diğer güçleri de amacı doğrultusunda kullanır. Sahip olduğu diğer güçler toplumdaki konumuna göre değişir. Bir kral, bir komutan, bir lider, bir siyasetçi olabildiği gibi bir zengin veya bir nüfuzlu kişi de olabilir.



İnsandaki güçlü olma veya güç elde etme arzusu onun açgözlülüğünün, hırslarının, kıskançlığının, şiddetinin en önemli nedenidir. İnsanlığın hikayesi güç elde etmenin ve güç kullanmanın hikayesidir.



İnsanlığın on bin yılı özellikle de son 3000 yılı biraz kültürel ve teknolojik gelişmeyle fakat aynı zamanda şiddetle yani savaşlarla, acılarla, zulümlerle geçmiştir. İnsanın birbirine yaptığı zulüm dayanılmaz boyutlara ulaştığında inançlardan, tanrılardan medet umulmaya başlamıştır. Bir yanda güçlü acımasız zalimler bir yanda isyankar, inancına ya da tanrısına sığınan mazlumlar vardır. Herhangi bir insan topluluğunda yoksulluk, çaresizlik, baskı, şiddet, zulüm arttığında inançlara sığınmalar, tanrıya yakarmalar, dinsel ritüeller de aynı oranda artar. Eğer insan topluluğunun refahı, huzuru yerinde ve kendini güvende hissediyorsa geleneksel ritüelleri sırf vicdanını rahatlatmak için sürdürür. Böylelikle kabahatlerinin bağışlanacağını ve günahlarından arınacağını düşünür.



İnsanlığın son birkaç bin yıllık yazılı tarihi: coğrafi, etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel, ideolojik bölünmelerin, savaşların, isyanların ve aynı zamanda teknolojik yeniliklerin ve icatların tarihidir. İnsanlığın yarattığı medeniyetlerin, kültürlerin ve teknolojik gelişmelerin, ‘insanın kendinin gelişmesi’ gibi kabul edilip, yorumlanması bir yanılsamadır. Bunların hepsi yüzeysel gelişmelerdir. Tıpkı rüzgarın etkisiyle su yüzeyinde oluşan dalgalar gibi. Rüzgar dindiğinde her şey eski haline döner.



Düşünce ürünü olan rejimlerin, sistemlerin, siyasetlerin kültürlerin, medeniyetlerin, inançların, ideolojilerin, fikirlerin ve felsefelerin bölünmeleri artırmak veya insanın fiziksel yaşam biçimini değiştirmekten öte insanın zihinsel içeriğine, kendinin bilgisine ulaşmasına fazla bir katkısı olmamıştır. Çünkü insan bütün bu yüzeysel gelişmeleri kendi aklına uydurmuş, yine kendi menfaati için ve kendi gücünü artırmak için kullanmıştır. Bu gelişmeler kısa bir süre bir değişim gibi algılanmış ama derinlerde yani insanın belleğinde, zihninde, hırslarında, açgözlülüğünde, kıskançlığında, güç edinme arzusunda bir değişim yaratmamıştır.



Yaşanmış onca savaşa, onca acıya rağmen insan yine hırslarından, güç elde etme arzusundan, açgözlülüğünden, kıskançlığından vazgeçmemiş, dış koşullar değişmiş, ortalık yakılıp yıkılmış fakat insan bu özelliklerinden zerre kadar fedakarlık etmeden aynı insan olarak kalmıştır. Zihni daha da kirlenmiş, daha da koşullanmış, dogmalarla, örf, adet, gelenek, ideoloji, inanç, felsefe, fikir, gurusunun, önderinin öğretisiyle dolmuştur. Bunlara bağlanmış, hatta giderek bunların bağımlısı olmuş, bu uğurda savaşmış, canını bile tehlikeye atmış, içsel özgürlüğünü bağımlılığına feda etmiştir. İnsan artık bu haliyle özgür düşünen, özgür davranan birey değil, bağımlısı olduğu şeyin gönüllü kölesi ve robotudur. Bağımlılığı devam ettiği sürece şiddeti de olacaktır.



Şiddet denildiğinde genellikle fiziksel şiddet algılanır. Diğer insanlarda öykünme, imrenme, kıskançlık yaratan, daha derinlere işleyen şiddet türleri de vardır. Tıpkı aç ve susuz, çaresiz bir insanın karşısında, onu davet etmeden iştahla yenen bir yemek gibi. Ya da yoksul insanlara karşı zenginlik gösterişi yapmak gibi. Şimdiye kadar olduğu gibi insanın insana şiddeti, insanın diğer canlılara şiddeti, insanın doğaya şiddeti sürdükçe Dünya daha iyi bir Dünya olmayacaktır.



Önümüzdeki on yıllarda insanlık şimdiye kadar kendini var eden, besleyen, çoğaltan doğaya karşı en son sınavını verecek, ya sade, alçak gönüllü, sevgi dolu bir yaşamı tercih ederek temiz havaya, temiz suya, verimli topraklara saygısını gösterecek ya da doğanın gazabına uğrayacaktır.



İnsanın derininde bir değişim olmadan, her an, her yerde iyi bir gözlemci olmadan, kendi şiddetinin, kendi hırsının, kendi açgözlülüğünün, kendi kıskançlığının farkına varmadan, zihnindeki düşüncelerin hareketini dikkatle izlemeden, kendinin bilgisine sahip olmadan ve kendini tanımadan insan değişmez. İnsan değişmeden Dünya Değişmez...



Yazar Hakkında
Optik Tunali web sitesinde optik, göz ve görme konusunda çok değerli bilgiler yer almaktadır. Ayrıca www.optiktunali.com online satış mağazasını gezmenizi tavsiye ederiz.


Yazar: Rıfat Kayın
 
Tekerlekli Sandalye
Üst