Işığın İzinde

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
IŞIĞIN İZİNDE

O bir gençti. Ama sadece yaşı değil genç diye anılmasındaki sebep. Yirmi iki yaş bir yana, öyle bir yaşam enerjisi ve sevinci taşıyordu ki… Fırsat bulduğunda bu enerji ve sevinci ortama yayardı kolaylıkla. Fırsat buldukça… Ve söndürmedikçe gözlerindeki o ışığı insan kardeşleri.

Çarşıya çıkması gerekti. Eve de kendine de bir şeyler alacaktı. Anne ve babası gittikleri akraba gezmesinden dönmeden bu ikindi üzeri, alınması gerekenleri alıp dönmeliydi. Acele ediyordu. Ediyordu da…
Ne kadar acele etse yine de acele etmiş sayılamazdı. Çünkü o bir felçli idi. Ama gönlü hep acele ederdi zaten. Kapıya vardığında koltuk değnekleri sanki günlerdir onlarla yürümüşçesine onu yormuş gibiydi. Oysa daha evlerinin otuz metrelik bahçesini ancak geçmişti on beş dakikada.

Dışarı çıkıp kapıyı kilitledi. Sonra kaldırımda ilerlemeye başladı. Kalabalıktı. Kalabalıkta ilerlemesi iki kat zordu. Hele bu birbirlerini saymayan, itip kakan insanların arasında…
Derken, zorla ilerliyordu ki, elinde telefonla konuşan ve etrafa hiç dikkat etmeksizin hoyratça ilerleyen bir hanım çok şiddetli biçimde Hüseyin’e çarptı. Öyle çarptı ki koltuk değneklerinin biri bir tarafa gitti ve Hüseyin sendeledi de sendeledi. Ama onu asıl üzen, yaralayan şey bu ikindi sonrası bu kaza değil, kazalar hep olabilirdi, olay sonrası, hanımefendinin tutumu idi. Bir şey olmamışçasına, şöyle bir baktıktan sonra, telefonda konuşmasını sürdürerek yoluna devam etmesiydi.
Küçük bir şeydi belki bu ayrıntı. Onu kahreden insanların bu küçük, önemsiz, üzerinde durulmaya değmez gördükleri ayrıntılardı. Evet, onu ise kahrederdi bu “küçük şeyler.”
Küçük şeyler… Sahiden küçük şeyler midir? Yoksa yanında küçülünce gözümüzde küçülttüğümüz büyük şeyler midir onlar aslında?

Yolda yürüyen insanların neden hiç diğerlerine özen göstermediğini hep düşünmüştü. Karşıdan karşıya geçerken mesela, neden dünyada sadece biz varız diye zannederek hareket eder insanlar diye hep düşünmüştü. En kalabalık trafikte beyaz bastonu ile ilerlemeye çalışan insana acaba neden kimse yol açıp yardımcı olmazdı?
Küçük yaşta geçirdiği çocuk felci onu fazla hareketten alıkoymuştu. İnsanların gözünde o bir “engelli “idi. Ama kendi gözünde değil. Fazla hareketten alıkonulmak başka bir şey ve “engelli” olmak başka şeydi. O çocuk felci onun düşünce ve duyarlılık ufuklarını açmış ve insanlıkta sıradanlaşmasından da alıkoymuştu onu.

Engelliler… Kimdi onlar, sahiden?

O an toparlanmaya çalışıyordu. Koltuk değneğini fırladığı yerden aldı. Tekrar kendince üstünü başını düzeltti. Tam yeniden yola koyulmaya hazırlandı ki, arkadan bir ses:
Yardım etmemi ister misiniz?

Genç, bakımlı ve güzel bir bayandı. Ama Hüseyin’e göre onu asıl güzel kılan ruhundaki asalet ve işte o gözlerindeki insancıl parıltıydı. İnsanlığın hala bitmeyen ve bitmeyecek olan o müthiş parıltısı.
Teşekkür ederim. İyiyim. Hallederim kendim.
Yollarına devam ettiler.

Ve Hüseyin şimdi daha somut düşünüyordu. Caddenin aşırı kalabalığı içinde ilerlerken, karşıdan gelen diğer insanları düşünmeden yüksek sesle elindeki telefonla konuşan hanımefendi mi “engelsiz ”idi de, uygar bir şekilde bir engelliye duyarlık mı gösterecekti?
Yanındaki çocuk ve hanımefendiye saygı duymadan ve onlara özen göstermek aklına gelmeksizin alışverişte bulunduğu mağaza sahibine gıyabında küfreden şu beyefendi mi “engelsiz “idi?

Baktığı vitrindeki fiyatları belki de haklı olarak fazla bulup tepki gösteren, ama kaba ve nezaketsizce tepki gösteren şu hanım efendi, acaba, “Ay bunlar da bizi hep kazıklıyor!” derken insanlığından hangi ışığı söndürdüğünün ve artık kendisinden bir engelliye karşı göstereceği bir duyarlılık beklemekten vazgeçildiğini gerçekten anlayacak mıydı, anlayabilecek mi idi?

Evet, o bir gençti. Taşıdığı yaşam enerjisi ve sevinciyle ve fazla hareketten ve kıvraklıktan alıkonulmuş bir genç. Ama “engelli” değildi. Gözlerdeki ışığı izlemişti hep. Ne kendisindeki ışığın kaybolmasına göz yummaya, ne de gözünde o ışık olmayan insanlardan empatik yaklaşımlar beklemeye hakkı vardı.
İnce ve empatik olan kişiler ve “yüce insanlık” değerleri ile donanmış olan “ insanlar” gözündeki o ışıktan belli oluyordu hep. Öyleleri bir engelliyi gördüğünde incecik bir ruhun eyleme dönüşmüş sevecenliği oluyordu. Kalabalıklarsa ne kadar uzaktı bu ruhtan.

Ve gözündeki o ışıktan tanınan o güzelim kişiler bin kişinin içinde de olsalar hemen fark edilirdi. Ruhlarındaki aydınlık sızardı bedenlerinin penceresinden.
“Engelli olmak”… Zor bir konuydu. Zor bir konu idi çünkü onlara “Engel ”sizsiniz.



YAZAR: Eren ŞENGÜL

Yazım hayatına 7 yıl önce başlayarak bu alanda internet sitelerine içerik üretimi konusunda çalışmalar yapıyoruz.

Yazmak özgürlüktür kısıtlanamaz…

Saygılarımla,
Eren ŞENGÜL
 
Tekerlekli Sandalye
Üst