Kalpteki Engel

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
KALPTEKİ ENGEL
Ağlayarak uyandı rüyasından. Hayır, hayır! Öyle olmamalıydı. Yaşayamazdı, dayanamazdı. Öyle gerçekçi bir görüntü vardı ki gözünün önünde. Sanki uyandığında gördükleri rüya, rüyasında gördükleri de gerçek gibiydi.

Liseye başlayalı iki yıl olmuştu Emre. Mavi gözlü, kumral, uzun boylu, yakışıklı bir delikanlıydı. Liseye başladığı ilk yıl bu yakışıklılığının elbette farkında değildi. Gün geçtikçe özellikle kızların dikkatini çekmesi, ona özel ilgi göstermeleri Emre’nin hoşuna gitmiş, artık kendine bakmaya başlamıştı. Her günü farklı, dolu dolu geçiyor; arkadaşlarıyla sürekli eğleniyordu. Dünya gerçeklerini bilmeyen Emre ve arkadaş grubu okuldan kalan zamanlarında kafeye, bowling oynamaya gidiyor ya da İzmir sahiline yürüyüş yapıyorlardı. Hatta bazen okula gitmedikleri bile oluyordu. Yaşlarının verdiği vurdumduymazlığı, özgür olmayı, bazı konulardaki isyankârlığı onlar en uç noktada yaşıyordu. Ne aile ne öğretmen hiç kimseyi dinlemiyorlardı. Nasıl olsa çoğunun ailelerinin durumu iyiydi. Lise bitince puanı çok düşük olsa bile özel üniversitelere gönderebilirlerdi. Emre ve arkadaş grubu “ders çalışmasak da olur nasıl olsa yine parayla iyi bir üniversiteye yerleşiriz” diye düşünüyorlardı.

Sadece edebiyat derslerini takip etmek zorunda kalıyorlardı. Öğretmenleri Berrin Hanım devam zorunluluğu koymuştu. Öyle disiplinli bir öğretmendi ki kimsenin şımarıklığını çekemez, öğrencileri dize getirmeyi iyi bilirdi.

Bir gün edebiyat dersinde Berrin öğretmen kitaptaki metni okuyor, öğrenciler dinliyordu. O metnin konusu, engellilerdi. Öykü türünde bir metindi. Sınıfın çoğu pür dikkat öğretmeni dinleyip duygulanırken, Emre ve arkadaşları kendi aralarında fısıltı halinde konuşuyor; teneffüs zamanının gelmesine kaç dakika kaldığını hesaplıyorlardı. Okulda telefon kullanmak yasak olmasına rağmen Emre derste özellikle en disiplinli öğretmenin dersinde, sıranın altına gizli gizli telefonda oyun oynuyordu. Bir süre bu duruma sabreden Berrin öğretmen, öyküyü okurken ara ara Emre ve arkadaşlarını öyküyü dinlemeleri için uyardı. Onlar hala öğretmenlerini kaale almayan bir tavırla kendi aralarında gülüşüyor, saygısızlık yapmaya devam ediyorlardı.

Berrin öğretmen dayanamadı ve en sonunda: “Bana saygınız yok, onu anladım da bari öykünün konusuna saygınız olsun!” diye bağırdı. O an Emre ve arkadaşları sustu. Ancak bu konuda o kadar bilinçsiz ve saygısız gençlerdi ki tekrar konuşmaya, gülüşmeye devam ettiler.

Berrin öğretmen bu sefer onlara karşı herhangi bir kötü söz söyleme gereği duymadı. Hatta onların bu haline içten içe üzülmüştü. Okuduğu öykü biter bitmez. Zil çalmıştı. Emre: “Üç, iki, bir…” diyerek zilin çalmasını geri sayarak beklemişti. Birkaç çalışkan öğrenciden başka hiç kimsenin öyküye karşı ilgi göstermediğini gören Berrin öğretmen buna çok üzülmüştü. Onlar dışarıya çıkarken masasına oturdu. Şöyle bir baktı, özellikle Emre’nin olduğu tarafa. Onlar için hayat gerçekten toz pembeydi. Hani dertsiz insan yoktur denir ya, bunlar hiç derdi olmayan nadir insanlardandı. Derin bir iç geçirdi Berrin öğretmen. O an aklına güzel bir fikir geldi. İki gün sonra dersi yoktu. O gün sınıfı bir engelliler okuluna ya da rehabilitasyon merkezine götürmeye karar verdi. Ne yapıp edip bu çocukları engelliler konusunda bilinçlendirmeliydi. Hızlı adımlarla müdürün odasına gitti. Aklına gelen bu fikir sayesinde üzüntüsü biraz olsun hafiflemişti. Müdür Bey’e olanlardan biraz bahsedip cuma günü için 10-B sınıfı adına izin istedi. Müdür Bey, hiç itiraz etmeden Berrin öğretmenin fikrine saygı gösterdi. Berrin öğretmen teşekkür ederek mutlu bir halde sınıfa döndü. Ancak bazı öğrencilerin gelmek istemeyeceğini düşünmüştü. Herkesin gitmesini çok istiyordu. Bu yüzden öğrencilere engelliler okuluna değil de sinemaya gideceklerini söyledi. Emre arkadaşlarına: “Kesin belgesel gibi bir filmdir, of!” dedi. Öğretmen, bunu da düşünmüştü. Onları bir aksiyon filmine götüreceğini söyledi. Sınıfta birden alkış, bağırış sesleri yükselmeye başladı. Öğrenciler aksiyon filminden başka o günkü matematik dersinden kurtuldukları için de mutlu olmuşlardı. Özellikle Emre ve arkadaş grubu aksiyon filmlerine bayılırlardı.

İki gün öyle çabuk geçti ki cuma günü okulun önünde tüm sınıf toplanmıştı. Amacını gerçekleştirmenin mutluluğu Berrin öğretmenin gözlerinden okunuyordu. Daha sonra gidecekleri sinema, okula yakın olmasına rağmen okulun önünde bir otobüs durdu. Öğrenciler buna çok şaşırdılar. Belki yakındaki sinema dolu olduğu için uzaktakine gidiyoruzdur, diye düşünerek bindiler otobüse. Şoför onları bir binanın önünde indirdi. Yol boyu devam eden: “Hocam, nereye gideceğiz?” sorusu yerini “Burası neresi, nereye geldik, hani sinema salonu nerede?” gibi sorulara bırakmıştı. Otobüsten iner inmez Emre arkasını döndü. Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi yazısını gördü. Görmesiyle birlikte arkadaşlarına, ‘haydi gidelim, ben içeriye girmek istemiyorum!’ dedi. Tam gidecekti ki Berrin öğretmen engel oldu. Hepsi yavaş yavaş merdivenlerden çıkmaya başladılar. İçeriye girdiler. Özel eğitim öğretmeniyle biraz konuştuktan sonra sınıfa doğru yöneldiler. Zihinsel engelli bir kız çocuğu karşıladı onları. Bazı öğrenciler henüz içeri girer girmez duygulanmışlardı. Emre kaale almıyor, hiç kimseye bakmıyor, tıpkı sınıftaki hali gibi saygısızlık yapmaya devam ediyordu. Hemen sıkılmıştı, çünkü orası eğlenebileceği bir ortam değildi. Böyle ciddi şeylere gelemezdi. Onları kapıda karşılayan kız, tekerlekli sandalyesiyle doğruca Emre’nin yanına geldi. Emre’nin elini tutmaya çalıştı. Emre hemen elini çekti. “Gider misin!” diyerek sert çıktı. Daha sonra Emre kapıya yöneldi. Gitme zamanını bekledi. Berrin öğretmen ve Emre’nin grubu dışında diğer öğrenciler, sınıftaki özel çocuklarla tek tek ilgilendiler, oyun oynadılar, resim yaptılar. Çok güzel vakit geçirdiler. Çocukların bu ziyaretten mutlu oldukları her hallerinden belli oluyordu. Emre’nin kötü davrandığı zihinsel engelli kız -Büşra- hiçbir şeyden habersiz etrafa gülücük saçmaya devam ediyor, ziyaretine gelenleri minnettar bakışlarla ve sevgiyle izliyordu. O kadar temiz kalpliydi ki Emre’ye bile gülmeye, ona sevgiyle bakmaya devam ediyordu.

Kısa bir süre sonra Berrin öğretmen ve öğrenciler oradaki tüm özel çocuklarla tek tek sarılıp vedalaştılar. Berrin öğretmen, özel eğitim öğretmenine teşekkür etti ve çok kutsal bir görev yaptığı için onu tebrik etti.

Sonra öğrenciler tekrar otobüse bindiler ve okula doğru yol aldılar. Berrin öğretmenin içi rahattı. Biraz olsun öğrencilerini böylesine önemli bir konuda bilinçlendirebildiği için mutluydu. Emre ve arkadaş grubu ise Berrin öğretmenlerine kızgındılar. Çünkü o, sözünü tutmamış; onları sinemaya götürmemişti. Öğretmen, başka bir gün için sinemaya götüreceğine dair söz verdi ve sonra herkes evinin yolunu tuttu.

Eve gider gitmez ders çalışan ya da ailesiyle sohbet eden bir genç değildi Emre. Üzerini bile değiştirmeden bilgisayarın başına oturdu, internette vakit geçirmeye oyun oynamaya başladı. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamayan Emre’nin uykusu geldi, direkt yattı. Zaten eve akşamüstü gelmişti, saat çoktan gece yarısını geçmişti. Yarın tatildi, bu yüzden kendini ağırdan almış, geç yatmıştı.

Gözleri saatlerce bilgisayar ekranına bakmaktan yorulmuştu. Daha fazla dayanamadı, uykuya daldı. Kısa bir süre sonra rüyasında, o gittikleri özel eğitim okulunu gördü. Ancak bir şeyler tersine dönmüş gibiydi. Ayakta değildi. Oturuyordu, hem de hareketsiz. Ellerine baktı, şaşırdı. Ellerini hareket ettiremiyordu. Çünkü engelli olan kendisiydi. Büşra’yı gördü sonra. O elini tutmaya çalışırken terslediği kızı. Karşısındaki Büşra değildi sanki. Ayaktaydı ve o okulu ziyarete gelmişti. Büşra’nın yanına gitmek istedi Emre. Kalkmak istedi, kalkamadı. Zorladı kendini. Olmadı, yapamadı.
“Hayır, olamaz!” diyerek bağırdı içinden. Tekerlekli sandalyedeydi. Üstelik konuşamıyordu. Ne derse içinden diyordu. Kimse duymuyor, anlamıyordu onu. Birden susadığını hissetti. Kalkmak isterken nefes nefese kalmıştı, yorulmuştu. Su bile isteyemedi. Ter içinde kalmıştı, inlemeye benzer ses çıkarabiliyordu sadece. Ziyaretine gelen kız Büşra, onun susadığını anlamıştı. Hızla su verdi. Elleriyle içirdi. Emre o kadar minnettar olmuştu ki sevgiyle baktı Büşra’ya. Çaresizdi Emre. Çok korkuyordu. Bir genç daha vardı aralarında, onları ziyarete gelen. Hiç ilgilenmiyordu özel çocuklarla. Ona doğru baktı Emre. Çocuk bakışlardan rahatsız olup Emre’yi tersledi ve başına çevirdi. Emre içten içe sinir olmuştu ama bir şey de diyemedi. Çocuğun yanına gitmek, neden öyle kötü davrandığını öğrenmek istedi. Küçük bir boşluktan istifade edip, kimsenin onunla ilgilenmediği bir anda aniden düştü tekerlekli sandalyeden. İşte düşmesiyle birlikte rüyasından uyanması bir oldu.

Nefes nefese uyandı, terlemişti; ağlıyordu hıçkıra hıçkıra. Uyanmış olmasına rağmen hala rüyanın etkisinden kurtulamadı. İçi tuhaftı, ne kadar vurdumduymaz, halden anlamaz bir insan olduğunu düşündü. Gördükleri gerçek gibiydi. Gerçek olabilirdi de. Bu imkânsız bir şey değildi. O gece sabaha kadar uyumadı.

Ertesi gün Berrin öğretmeniyle birlikte ziyaret ettikleri o okula gitmeye karar verdi. Bir demet çiçek ve oyuncak aldı giderken. Günlerden cumartesiydi ve umarım açıktır diye geçirdi içinden. Gittiğinde sadece Pazar günü kapalı olan bir okul olduğunu öğrendi ve buna çok sevindi. Oraya tek başına, gönüllü olarak gideceği hiç aklına gelmezdi.
Büşra’nın olduğu sınıfa girdi yine. Büşra onu görür görmez sevindi, değişik sesler çıkarmaya başladı. Emre önce ona verdi çiçek ve oyuncak. Gönlünü almak istiyordu. Sonra diğer çocuklara dağıttı. Tekrar Büşra’nın yanına gitti. O gün, ona kötü davrandığı için özür diledi, gönlünü almak istiyordu. Sarıldı ona, elini tuttu. Rüyasındaki o an canlanmıştı gözünün önünde. Gözleri doldu, ağladı. Bir süre çocuklarla ilgilendi. Oyun oynadılar, resim yaptılar beraber. İçi huzurla doluydu. Ne sinemada ne de kafede böylesine huzurlu olduğunu hatırlamıyordu. Belki de hayatında ilk kez bu duyguları yaşıyordu.

Eski Emre ile yeni Emre arasında artık çok fark vardı. O rüya, gerçek hayattan hiçbir farkı olmayan o rüya, belki de Emre’nin hayatının dönüm noktası olmuştu. Bir dünya gerçeğinin farkına, daha yeni varıyordu ve eski Emre’den eser kalmamış, durulmuştu. Tüm bunlar Berrin öğretmeni sayesinde olmuştu, ona minnettardı ve pazartesi günü teşekkürlerini iletecekti.

Asıl güzel olan da engelli, özel insanların bizlere baktıkça kendilerini görmeleridir. Bizim gibi düşünüverirler kendilerini. Onların kalplerinde engel yoktur çünkü. Bizim çoğu kez yapamadığımızı, ancak böyle rüya görerek anlayabildiklerimizi onlar bizden daha iyi anlarlar. Yüzlerindeki tebessüm hiçbir zaman kaybolmaz. Umut ve sevgi dağıdır onlar. Bir an bile umutsuzluğa kapılmazlar. Eteklerindeki umut dolu çiçekleri, incir çekirdeğini doldurmayan şeyleri bile sorun eden bizlere, sözde sağlıklı insanlara, hiç bıkmadan dağıtırlar. İşte dünyadaki saflığın simgesi, meleklerdir onlar…

Ayça KAHYA

23 Eylül 1992 yılında Uşak’ta doğdum. İlkokulu ve ortaokulu Uşak Atatürk İlköğretim Okulu’nda 2006 yılında, liseyi Uşak İzzettin Çalışlar Lisesi’nde 2010 yılında bitirdim. Aynı yıl Uşak Üniversitesi Türkçe Öğretmenliğini kazandım. Şu an 3. sınıf öğrencisiyim.
2012 yılında Uşak Belediyesi ve Uşak Üniversitesi’nin birlikte düzenlediği öykü yarışmasında “Para” isimli öykümle 2. oldum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst