Kara Gözlü At

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Ürkek, kırılgan, genç bir erkek sesi gecenin koyu sessizliğini ince bir çizgi gibi böldü:

“Sağ ayağımın başparmağını kaşır mısın anne?”


Cemile, eski, ayakları gıcırdayan kanepede gözleri kapalı ama dışarıdaki sesleri duyar halde uyuklarken, yandaki yatakta yatan oğlu Özgür’ün seslenişini ile gördüğü rüyayı birbirine karıştırmış, kendini düşündeki atın peşinden tıpkı kanepenin yeşili gibi yeşil çayırlara bırakmıştı.
Düşünde gözleri en derin gece kadar siyah, gövdesi en derin toprak kadar kahverengi ve tüm bunlara inat iki gözünün arasına, üstünden geçerken havadan düşüp konmuş bir beyaz bulut gibi lekesi olan atı eliyle besliyordu Cemile. Atın arkasında yemyeşil uzanan çayır sonsuz bir huzur ve iyi günler vaad ediyordu sanki. “Bu an hiç bitmese “ diye düşündü. Tam o sırada at “Sağ ayağımın başparmağını kaşır mısın anne ?” dedi.

Cemile “Ben senin annen değilim. Ben Özgür’ün annesiyim.” dedi. “Ama olsun, senin başparmağını da kaşırım.” At başını salladı hafifçe ya da Cemile’ye öyle geldi. Cemile atın sağ ayağının başparmağını kaşımak için dizlerinin üzerine eğildiğinde başparmağın olması gereken yerde karanlık bir boşluk gördü. At üç ayağı üstünde duruyor, sağ ön ayağı dizinden itibaren görünmüyordu. Cemile ellerini atın ayağının olması gereken yere doğru uzattı. Elleri karanlıkta kayboldu. At kişneyerek arka ayaklarının üzerinde ayağa kalktı ve Cemile’yi arkasında bırakarak yeşil çayırda koşmaya başladı. Cemile “Özgür” diye haykırdı arkasından ve peşinden koşmaya başladı. At koşmuyor sanki uçuyordu. Cemile nefes nefese peşinden koşuyor bir yandan da “Neden sen?” , “ Neden biz?” diye bağırıyordu.

“Anne “ diye seslendi Özgür tekrar. Cemile yerinden fırladı. Koridorun soluk, sarı ışığı odayı düş ile gerçek arası bir renkle aydınlatıyordu. “Oğlum” diye seslendi kanapenin karşısındaki yatağa, gözlerini kısmış odanın loşluğuna alışmaya çalışırken. Kanapenin altına kaçmış terliklerini buldu. Siyah saçlarını sol eliyle başının gerisine attı.
“Sağ ayağımın başparmağını kaşır mısın anne?” dedi tekrar Özgür.

Cemile yavaşça Özgür’ün yatağına ilişti, “Tamam evladım, kaşıyorum şimdi.” dedi. Bir yandan Özgür’ün alnına dökülen saçları eliyle düzeltirken diğer yandan mırıltı ile bir türkü söylemeye başladı Cemile. Aslında hala gördüğü rüyada ki atı düşünüyordu.

Özgür onlu yaşların ortasında babaannesinin doğduğundan beri “zeytin gözlüm” diye sevdiği tek torunuydu. Tıpkı Cemile’nin rüyasındaki at gibi siyah gözlü, ve ne yazık ki yine aynı rüyada ki at gibi sağ ayağının dizinden aşağısı geçirdiği trafik kazası sonucu yoktu. Özgür’de biliyordu sağ ayağının olmadığını ama kaşınıyordu işte sağ ayağının başparmağı . Kolundaki alçı kendisinin kaşımasını engelliyordu. Yoksa tüm gün sağ ayağının başparmağını kaşıyıp duracaktı.
Kazayı ilk öğrendiğinde Cemile’nin kulakları uğuldadı, beyni karanlık uçurumun sonsuzluğuna bıraktı kendini.

Bundan 6 ay önceydi. Özgür’ün sağ bacağı, otobüs durağında beklerken kontrolden çıkmış bir arabanın ne tesadüf ki sağ ön tekerleği altında kalmıştı. O günden beri hayatları tamamen değişmişti. Sabah umut, geceleri çaresizlik ve terk edilmişlik kokusu yüklü hastane odalarında hiç bitmeyecekmiş gibi geçen bir aydan sonra hayat hiç bir zaman eskisi gibi olmadı ve olmayacaktı. Kazadan sonra ezilen ayak uzun bir tedavi sonrası Özgür’e ihanet edercesine yaşam damarlarını kuruttu. Dört saat süren bir ameliyatla sağ bacağı dizinden itibaren kesildi. Ameliyat bittikten sonra hasta dosyasına “ sağ dizaltı amputasyon “diye not düşülürken Cemile bekleme salonunun duvarında asılı duran ressamı belirsiz yağlıboya tablodaki alnının ortasına beyaz bir bulut konmuş kahverengi atın kara gözlerine gözlerini dikmiş bundan sonra oğlunun hiç bir zaman adı gibi özgür olamayacağını düşünüyordu.

Ameliyattan 2 hafta sonra taburcu oldular. Evleri bir apartmanın dördüncü katındaydı. Eski bir binaydı ve apartmanın asansörü yoktu. Tek bacakla kırksekiz basmağı çıkmak hiç de kolay olmuyordu. Bir kez çıktıktan sonra da ne Özgür ne babası ne de annesi bir daha inmeyi göze alamıyordu.
Günler süren hastane kontrollerinin birinden dönüşünde Cemile ile Özgür merdivenleri tırmanırken yukardan aşağıya inen, biraz sonra oynayacakları futbol maçının sarhoşluğuyla kör olmuş etrafını görmeyen apartmanın erkek çocuklarının çarpması ile Özgür dengesin kaybetmiş ve dört beş basamak yuvarlanmıştı. Cemile yanında olmasına rağmen tutamamıştı Özgür’ü. Kaşında küçük bir açılma olmuş ve kanamıştı ancak neyseki dikiş atmak gerekmemişti ama Cemile’nin yüreğinde açılan yarayı kaç dikiş tutturabilirdi ki?

Cemile çalıştığı işinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Tek babanın maaşı ile geçinmek zorlaşmıştı. Ev içinde de hayat kolay değildi artık. Evlerinin üst katta olması, asansör olmaması yaşamlarını zorlaştırmıştı. Aynı mahallede giriş katında başka bir daireye taşınmak zorunda kalmışlardı. Ayağı takılmasın diye evdeki halılar kalkmıştı. Rahat banyo yapabilmesi için banyoda ki çamaşır makinası ve dolaplar çıkarılmıştı. Koltuk değneklerini asması için askılar, tutunabilmesi için çelik barlar konmuştu banyoya ayrıca. Kazadan bu yana Özgür’ün ruhunda olduğu kadar vücudunda da değişiklikler olmuştu. Koltuk değnekleri koltukaltında egzemalara neden olmuştu. Sırtında, boynunda oluşan el kadar kızarıklıklara doktoru “stresten” demişti. Sinirli bir insan olmuştu Özgür. Arkadaşlarından, okulundan ve en sevdiği oyuncağı bisikletinden de ayrı kalmıştı.

Eve “geçmiş olsun” ziyaretine gelenlerin kaçamak bakışla Özgür’ün sağ ayağına bakmalarına, tam o sırada bakışlarından göz kırpması kadar kısa bir anda geçen acımışlık duygusuna alışmak da kolay olmamıştı. Oysa ihtiyaçları acınmak değil çarelere odaklanmaktı. Üzülerek, acıyarak sorunu çözmek mümkün değildi. Cemile en çok Özgür’ün sınıf arkadaşlarının ziyarete geleceği gün endişelenmişti. Gençler nasıl tepki verecekti, Özgür üzüntüsünü nasıl saklayacaktı. İnsanın ömründe her şeye karşı belki en acımasız olduğu yaşlardı bu yaşlar.Ya Özgür’ü üzecek bir ziyaret olursa. O gün Özgür’ün en sevdiği keki yapmıştı tüm bu korkularına inat. Kekle zeytin gözlüsünü koruyacaktı aklınca. Ziyarete sınıfından beş arkadaşı ile beden eğitimi öğretmeni geldi. Özgür’e tuttuğu takımın formasını almışlardı. İlk dakikalarda soğuk bir hava vardı ancak beden eğitimi öğretmeninin gayreti ile hepsi okulda sanki teneffüstelermiş gibi sohbete daldılar. Özgür’e bir de süprizleri vardı. Müdürleri ile konuşmuşlar ve sınıflarının giriş katına taşınmasını sağlamışlardı. Misafirler vedalaşırken beden eğitimi öğretmeni Özgür’ün elini her iki avucunun arasına aldı ve “Seni bekliyoruz genç adam.” dedi. O gece Özgür ilk defa inlemeden uyudu. Sabah uyandığında avuçlarında hala öğretmeninin sıcaklığını vardı.

Cemile söz vermişti kendine olayın başından beri. Sağlıklı olduğu sürece oğlunun koruyucu meleği olacaktı. Olmuştu da hatta bu aylar süren süreçte ama geceleri Özgür’ün “Sağ ayağımın başparmağını kaşır mısın anne?” diye seslenişi yok mu işte o zaman hep o kara gözlü at ile göz göze geliyordu.

Serpil Taşdelen

1964 Ankara doğumluyum. 1987 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum. Halen Mikrobiyoloji uzmanı olarak Ankara’da özel bir hastanede çalışmaktayım. İyi bir kitap okuyucusuyum. 8 yıldır, 10 kişi ile devam eden bir okuma grubumuz var. Vakit buldukça öykü yazmaya çalışıyorum. Gerçek hayatı ilgilendiren eserler daha çok ilgimi çekiyor.
Görsel sanatları seviyorum. Hobi olarak fotoğrafçılık, seramik yapıyorum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst