Karanlığa Uyanmak

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
KARANLIĞA UYANMAK​
Zihinleri bulandıran bir karanlık... Zifiri bir gece... Avuçlarımda rüzgârın uğultusu duyuluyor sadece. Gökyüzünde ise yıldızların oynayışı, sessiz sedasız...
Bahçedeyim, evimizin koskoca bahçesinde... Tek katlı, betonarme evimizin çevresi yüksek duvarlarla çevrili.. Yan taraftan -caddeye bakan taraf- kalın tahtalarla kapalı, evin önünde büyük bir havuz, içi boş... Havuzun kenarlarında otlar, dikenler, ufak çalılar, bahçenin kıyılarında meyve ağaçları... Baharda hep dalında gezdiğim, daha erikler olmadan yediğimiz can eriği ağacı, sonra kiraz ağaçları var. En son da elma ağaçları ... Sanki cennetten bir köşe yuvamız...
Bu ağaçlar âdeta yüzyıllardır buradalar; koyun koyuna, yan yana, omuz omuza yaşıyorlar. Bizi de aralarına almışlar, Çok mutlu bir ailem var. Babam, annem, küçük kız kardeşim, büyük erkek kardeşim. Tüm hayatım buydu... Şimdiyse geçmişi hatırlayarak geçiyor günlerim...

O günleri düşünerek avunuyorum. Geçmişim yaşatıyor beni, en son hatırladığım o ev, o bahçe, ve canım ailem. Daha sonra sattı babam o evi. O olaydan sonra...
O günden beri göremiyorum, körüm yani ben. İnsanlar bana "Görme engelli." diyorlar, bazılarıysa "O kör bırak, ona dokunma." deyip geçiyorlar. Alıştım bunlara pek koymuyor artık.

Mesela geçenlerde değneğimle önümü yoklayarak giderken fark etmeden caddeye çıkmışım birden ani bir fren sesiyle irkildim. Sonra geri kaçtım hemen "Çat!" diye bir kapı sesi duydum adamın biri "Kör müsün lan, çekilsene yoldan." diye bağırdı. Dönüp de" Evet körüm, ne olacak?" diyemedim.
Dün ise ağır ağır o yıllanmış değneğimle önümü yoklayarak giderken mahallenin haylaz çocukları önüme çıktılar. Ellerinde büyük bir tahta önüme tutuyorlar ben de duvara geldim diye hep kenara geçip yolu bulmaya çalışıyorum. En sonunda anladım o yaramazların yaptığı şakayı sopamı kaldırdım tam kime gelirse diye indirmeye çalışıyordum ki biri elimden değneği çekti aldı sonra etrafımda dönmeye başladılar. Hep beraber "Körrrr, körrrr, körrr" diye bir şarkı tutturdular. Ne yapacağımı şaşırdım tam düşmek üzereydim ki mahallenin Tonton Recep amcası yetişti de kovaladı çocukları, dayağımı da verdi.
Neyse zor da olsa insan bunlara alışıyor.

Hakan -erkek kardeşim- her gün bana doğayı anlatıyor. Baharda çiçeklerin mavi, kırmızı, sarı, pembe renklerinin iç içe girişini, ağaçların kollarını sarkıtıp meyvelerini tutuşunu, otların "Gu guk -gu guk" sesleri arasında başlarını kaldırıp tüm mahlukatı gizlice seyrettiklerini anlatıyor.
Sonra dayanamıyor sevgilisini anlatmaya başlıyor. Çok güzel olduğunu söylüyor bir de onu çok sevdiğini... Benim hiç sevgilim olmadı biliyor musunuz? Çünkü ben engelliyim. Bana kimse bakmaz. Kardeşim de öyle diyor. Niye beni böyle dışlıyor insanlar? Keşke bana da normal bir insan gibi davransalar... O zaman onları daha çok seveceğim, inanın. Beni görünce sus pus olmasalar. Gizli gizli, "Vah,vah zavallı!" demeseler ne iyi olur. Kardeşimin sevgilisinin gözleri siyahmış, kapkara üzüm tanesi gibi... Saçları upuzunmuş sırtından beline kadar... Beyaz tenliymiş, gamzeleri varmış yüzünde öyle söylüyor.
Zor da olsa bunlara da alışıyor insan. Bunları anlatan insanları ne kadar kıskansam da, kızsam, bağırsam, dövmek istesem de alışıyorum affediyorum onları. Bana nispet edercesine anlatsalar da...

Ama her gün karanlığa uyanmak ne demek biliyor musunuz siz? Yani güneşiniz yok, sabah yok sizin için. Akşam hiç olmuyor, hep geceyi yaşıyorsunuz. En kötüsü de puslu, yıldızsız, gözün gözü görmediği bir gece... Ben her gün karanlığa uyanıp, karanlığa uyuyorum.
Hayatımda sadece koyu bir karanlık, annem babam karanlık, yüzüm gözüm saçlarım ellerim karanlık, en çok beni üzen ise gözlerim karanlığı görüyor ben onları göremiyorum.
Annem beni, " Çok güzel gözlerin var oğlum!" diye teselli ediyor.

"Ne renk anne?"
"Mavi, masmavi, deniz mavisi..."
Çocukluğumdan hatırlıyorum gözlerimi ve denizin mavisini, kokusunu duyuyorum denizin.
Rüyamda her gece çocukluğuma gidiyorum. Güzel neşeli çocukluğuma... Tüm arkadaşlarım orada, hepsi yanımda Ali, Ahmet, Bülent, Serdar, Adem, Aytekin. Bırakıp gitmemişler beni. Gözlerini, saçlarını, renk renk elbiselerini görüyorum. O kaza olmamış. Evin yanındayız saklambaç oynuyoruz.
Ebe- Aytekin yani- bağırıyor:

"Önüm arkan sağım solum saklanmayan ebe."

Ben hemen evin ön cephesine dolaşıyorum. Saklanıyorum. Orası tehlikeli... Annemin domatesleri, biberleri, salatalıkları var orada. Eğer görürse mahveder beni, biliyorum. Ama yine de gitmeliyim. Sonra tek tek hepsi sobeleniyor. Geriye ben ve Ali kalıyoruz. En hızlı olan ikimiz. Aytekin Ali'ye bakarken beni görmüyor biraz uzaklaşınca duvardan geçip hemen "Sobe!" deyiveriyorum. Kazanıyorum oyunu.

Tepemde bir mutluluk bulutu... Takip ediyor beni, ağız dolusu gülüyorum. Nefes nefeseyim. Alnımdan terler boşanmış, aldırmıyorum. Dizlerim yırtılmış, paçalarım çamurlu, elbiselerim toz toprak içinde umursamıyorum. Dik başlı, keskin bakışlı kalın duvarlı binalar bile bozamıyor mutluluğumu. İçimi bunaltmıyor somurtmaları. Sonra Ömer geliyor koşarak:

"Hadi!" diyor. " Yukarı çim sahaya top oynamaya gidelim."
Hemen atılıyoruz aç kurtlar gibi, koşmaya oynamaya susamış yüreklerimiz... Evimizi son görüşüm o, paslı şangırtılı kapıdan çıkarken son defa bakıyorum hissedercesine olacakları...Güzel rüyam kâbusa dönüşmeye hazırlanıyor.

Yokuştan ağır ağır çıkıyoruz gülüşerek elimizde topumuz. Caminin yanında geçiyoruz bahçesinde ihtiyarlar iğde ağacının altına oturmuşlar yaşlılığın ne kadar kötü şey olduğunu konuşuyorlar. Sonra biri çocuklarını anlatmaya başlıyor. "Benim oğlum mühendis." diyor.
Ardından kısa boylu, beyaz sakallı olanı övünerek, "Benimki doktor" deyiveriyor.
İlerliyoruz, işlek ve uzun caddeden geçiyoruz saha onun biraz yukarısında.

Yerlerde taze çimen kokuları... Bazı yerler yolunmuş gibi bölük pörçük... Hemen sayışmaya başlıyoruz kaptanlardan biri benim diğeri de Serdar. İkimizde Ömer'i almak istiyoruz takımımıza. Anlaşamıyoruz oyun bozanlık yapıyor Serdar. Gitmeye kalkıyor ama bırakmıyoruz. Yazı tura atmaya ikna ediyoruz ve ben kaybediyorum Ömer'i. Olsun önemli olan eğlenmek, beraber olmak. Oyuna başlıyoruz. Ben defanstayım . Kalede yukarı mahalleden Yusuf. İki gol atıyoruz. Onlar bir tane atabiliyorlar. İyice kızışıyor ortalık. Ben kızmaya başlıyorum. Bastırıyoruz, topu Aytekin bir vuruyor doğru asfaltın altına.

Bağırıyorum:

"Git yürü, al attığın topu."
Umursamaz, boş vermiş gözlerle bakarak;
"Ben niye alıyorum be, git sen al." diyor.

"Ben sana soracam ulan." diyerek koşuyorum. Geçiyorum karşıya. Topu alıp koşarken birden "Patt!" diye bir sesle fırlıyorum havaya. Sonra hiçbir şey hatırlamıyorum. Hastanede aylarca kalmışım. En sonunda bir gün kendime geldim başımda babam sesinden anlıyorum.
"Oğlumm, oğlumm benim!" diye haykırıyor sarılıyor. Kucaklıyor. Öpüyor yanaklarımdan. Ben hissediyorum ağlıyor, sessiz sessiz dökülüyor gözlerinden billur küpeler.
Babama sesleniyorum.

"Oda niye karanlık baba, ışıklar mı yok"
Boğuk ağlamaklı sesiyle "Evet oğlum." diyor. "Gelir birazdan"

Aradan birkaç gün geçince kör olduğumu ve bir daha hiç göremeyeceğimi öğreniyorum. Geçirdiğim kaza beynimin bir bölümüne zarar vermiş. Telafisi olmayan bir zarar... Ve ömür boyu kör kalacakmışım. Hiçbir çaresi yokmuş. Babam, "Ben varım ben sana ölünceye kadar bakarım, seni bırakmam." diyor. Biliyorum bakar ama karanlık dünyama ışık olamaz ki. Annem her gün, " Evladım sen olmazsan biz yaşayamayız." diyor doğru ancak ben de kendime bir ışık arıyorum. Karanlığa uyanmaktan bıktım. Karalık dünyama umut olacak biriyle tanışmalıyım. Belki onunla avunurum. Benim ne farkım var diğer insanlardan, beni de aralarına alsınlar. Bana acımasınlar. Bana her yerde yardım etmelerini istemiyorum. Ben kendi yaşamımı sürdürebilirim. Dünyayı benim bir parçam olacak çocuklarla görmeliyim. Tek tesellim bu şimdilerde. Karanlık odalarım çocuk sesleriyle çağlamalı. Yaşama gücümü bundan alıyorum artık. Annem söz verdi bulacak birini. Tanıştıracak beni. Uyumalıyım. Fakat uyumadan bir şey daha söylemeliyim:
Doktorlara da inanmıyorum tekrar göreceğim ben. Her şeyi yeniden görmeliyim. Mutlaka göreceğim, kabullenip oturmak yok. Yarın yakışıklı olmalıyım. Sesim güzel çıkmalı. Belki de o beni görecek. Annemin beni tanıştıracağı kız... Saçımın sarılığına dalgasına, gözümün maviliğine bayılsın istiyorum. Aydınlığa uyanmak için uyumalıyım artık.


ÖZGEÇMİŞ
Adım Gökhan soyadım Bekdemir.
1985 yılında Kastamonu'da doğdum. Babam memur, annem ev hanımı. Tek erkek kardeşim var. İlkokul ve ortaokulu Kastamonu'da Atatürk ilköğretim Okulu'nda, liseyi Göl Anadolu Öğretmen Lisesi'nde okudum. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde Türkçe Öğretmenliği okudum. Çeşitli dershanelerde çalıştım. Mesleğimde beşinci yılım. Şu anda Güneşli Final Okulları'nda çalışıyorum. .
 
Tekerlekli Sandalye
Üst